Yürüyüş ve sonrası

Can Pulak

Her şey kötüye giderken, geleceğe yönelik güzel bir tablo çıktı ortaya. Bu tablo kötümserliği ve karamsarlığı bir miktar da olsa dağıtırken, kaybolmaya başlayan umutları da harekete geçirdi.

Ana muhalefet görevini yapamamakla, devamlı pasif davranmakla suçladığımız Kemal Kılıçdaroğlu, nihayet hepimizi şaşırtan bir büyük başarıya imza atarak, alkışı haketti doğrusu. Yürüyüş kararı, devlet adamı sorumluluğu, kitleleri tahrik etmeme ve herkesi kucaklama konusundaki büyük dikkati, hele hele kapanış konuşması, bu ülkeyi karşılıksız sevenlerden tam not aldı.

İki milyona yakın insanımız, büyük bir olgunluk ve efendilikle yönetimden beklentileri onayladı. İstenilen atla deve değildi. Ben yaptım oldu sisteminin, Anayasa ve yasalara uygun hale, yani normale döndürülmesi isteniyordu. İç politikanın da, dış politikanın da düzeltilmesi, adaletin sağlanması,laiklikten taviz verilmemesi, dinle devlet işlerinin birbirine karıştırılmaması arzu ediliyordu. Özetle normale dönüş çağrısıydı bu.

Doğrusu iktidar, Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünü başarıyla tamamlayacağına hiç inanmıyor, devamlı dalga geçiyor, bu işin fiyaskoyla sonuçlanacağını umuyordu. Evdeki hesaplar çarşıya uymayınca, ülkenin yeni bir yol haritası çizme zarureti gündeme geldi. Şimdi bu gündemin, hem iktidar ve hem de muhalefet tarafından akıllıca oluşturulması gerekiyor.

Günümüzün siyasetçileri bunu başarabilirler mi? Önlerine çıkan bu müthiş fırsatı değerlendirirler ve ülkemize rahat bir nefes aldırabilirler mi? Buna (evet)cevabını vermek kolay değil. Olmayacak duaya amin demeye çalışsak da, Türkiye’nin normale dönüşünü sağlayacak sorumlu bir kadro ve anlayışa ne yazık ki sahip değiliz. Bizi gelişmelerden ders çıkartacak bir yapı ve düşünceye sahip olanlar yönetse, mesele yok. Ama uzun zamandır böyle bir yönetimin hasretiyle yaşadığımızı hepimiz biliyoruz.

Günümüzün siyasi yapısı ve yönetim kadroları, Türkiye’mizin sorunlarını çözecek güç, bilgi ve beceriye sahip değil. Memleketin ihtiyacı olan huzuru, bu kadrolar sağlayamaz. Tersyüz edilen tüm yasaları, mevcut siyasilerimiz eski haline getiremez. Partili bürokratları tarafsızlık çizgisine çekemezler. Devamlı ihlal edilen Anayasa’yı işler hale getirecek ve o noktada uzlaşacak toleransa sahip milletvekili sayımız yok denecek kadar az. Bu gerçekleri kabul etmek zorundayız. Kavgadan ve problemden beslenen bir iktidar, onu durduracak güce sahip olmayan cılız bir muhalefet, parti tüzük ve programlarıyla uyuşmayan bir siyasetçi takımıyla, Türkiye’yi düze çıkarabilirmiyiz? Adalet yürüyüşündeki kalabalık ve umutlarımızı kımıldatan görüntü ve gözlemler bizi aldatmasın.

Siyasetin yeni iklimini iyi okumamız ve değerlendirmemiz gerekiyor. Bizi içine düştüğümüz tehlikeli ortamdan mevcut siyasi kadrolar çıkaramayacaklarına göre,yeni arayışlara ve yeni modellere, yeni siyasetçilerle yeni partilere yelken açmalıyız. Türkiye’nin iyi yetişmiş, genç ve dinamik, tecrübeli ve donanımlı öyle insanları var ki, bunlarla beş değil on Türkiye’yi mükemmel şekilde yönetebiliriz. Değiştirin bakalım siyasi partiler kanununu, düzeltin bakalım seçim kanununu, bakın kimler çıkacak ortaya. Heba edilmiş nice değerleri tanıyacak ve onlara şans verilmesini isteyeceksiniz. Ama mevcut siyasiler, kendi geleceklerini garantide tutmak ve tehlikeye atmamak için yıllardır değiştirmiyorlar ki bu yasaları.

CHP hiç değilse şimdilik moralini düzeltti. Kılıçdaroğlu Genel Başkanlıktan liderliğe giden merdivenin ilk basamaklarını tırmanıyor. Ama bu, CHP'nin MHP destekli AKP'yi iktidar koltuğundan indirmesine yetmez. O halde merkez sağda yeni ve güçlü bir parti kurmak, yada kurulmuşlarda toplanmak lazım. Örneğin DP gibi,Büyük Birlik gibi, Liberal Demokrat gibi veya Türkiye'de teşkilata sahip benzer partiler gibi...
Şimdi Meral Akşener bir parti kuruyor. Bu parti merkez sağın oylarını toplayamaz. Öyleyse içinde Akşener'in de olacağı güçlü bir partide buluşmak, daha akılcı ve yararlı bir yol olmaz mı? Ali Koç’un siyasete atılmasını önermiş,ülkenin donanımlı, güçlü ve yıpranmamış insanlara ihtiyacı olduğunu belirtmiştik. Koç ailesi siyasete sıcak bakmıyor ve Fenerbahçe yağmurundan kaçarken, siyaset dolusuna tutulmak istemiyor. Ali Koç yoksa, Hüsnü Özyeğin'i var bu ülkenin,Tuncay Özilhan’ı var. Hele sosyal projelerde çok başarılı,yatırımcı ve girişken Murat Vargı’sı, bir Burak Küntay'ı var bu ülkenin. Hele Burak Küntay, Türkiye'de dış politikayı ve uluslararası ilişkileri bakanlardan çok daha iyi biliyor,dünyayı çok daha iyi tanıyor. Düşünsenize 35 yaşında zıpkın gibi, çok akıllı,çok çalışkan, çok bilgili ve donanımlı bir akademisyen olan Burak Küntay'ın merkez sağın başına geçtiğini. Fırtına gibi eser, ülkemizin iç ve dış sorunlarını bir çırpıda çözer vallahi.

Bizim inanılmaz güç ve beyin depomuz var. Sizlere daha yüzlercesini sayabilirim. Dünyanın en önemli şirketlerinde,kuruluşlarının tepelerinde pek çok Türk çalışıyor… Bu değerlerimiz harikalar yaratıyorlar dış ülkelerde. Şirketlerini ve kuruluşlarını uçuruyorlar adeta. Niye bunlardan yararlanmayalım ki? Kasımpaşalı siyasetçiden Harvardlı yöneticilere geçmeyi niye denemeyelim, imam hatiplilerin yerine çift master ve doktora sahibi insanlarımıza niye şans tanımayalım?

Günümüzde bir ülke geriye imrenerek, ileriye düşmanlık taslayarak yönetilebilir mi? Ahireti hedef göstererek, günümüzün çağdaş yaşam koşullarını ve müspet ilimlerini frenleyerek,insanların özgürlüklerini şekillendirerek, Türkiye’nin yarınına sahip çıkabilecek yeni nesiller yetiştirmeye kalkışmak, doğru bir politikamıdır? Allahla kul arasına hele hele siyasetçileri sokmak, ne kadar büyük bir tehlikedir bilir misiniz?

Yıllardır yanlış bir yolda, tüm değerlerimizi ve gücümüzü kaybederek yürüyoruz. Haksızlıklar, usulsüzlükler, yolsuzluk ve adaletsizlikler içinde yüzüyoruz. Bizi yönetenlerin yanlışları, hem ülkemizin ve hem de hepimizin başını derde sokuyor. Şimdi o yıllardır yapılan yanlışların bedelini ödüyoruz. Suriye batağına niçin girdik,onca şehidi niçin verdik, arap dünyasıyla sarmaş dolaş olacağız diye, tüm dünyayı niye karşımıza aldık? Orduya polise sızan hainleri yıllardır niye görmedik? Devletin yetişmiş değerli ve donanımlı bürokratlarını ablalarla ve ağabeylerle değiştirirken, Türkiye’ye vereceğimiz zararı niye hesap etmedik? Şimdi böyle bir yönetimle yürümekte ısrar, Türkiye’ye bir şey kazandırır mı,yoksa çokşey kaybettirir mi?

Bu ülke hepimizin. Yanlışıyla doğrusuyla yapılanları iyi değerlendirmek ve geleceğin plan ve politikasını iyi çizmek lazım. Bunu yaparken,ülkenin iyi yetişmiş ve yıpranmamış

insanlarına da şans tanımalı ve fırsat vermeliyiz. Türkiye’ye büyük bir iyilik düşünülüyorsa eğer, bundan daha büyük bir iyilik yapılamaz. Özetle yıpranmış ve raf ömrünü tamamlamış siyasetçi,bürokrat, komutan, yargıç, akademisyen gibi ruhu ve kafası yaşlı kadroları, iyi yetişmiş gençlerle mutlaka değiştirmeliyiz. Ülkenin böylesine büyük bir değişikliğe ihtiyacı var çünkü.