Hep söylenir, Türkiye ile Güney Kore 1950’lerde aynı koşullara sahipti, aynı ekonomik büyüklükteydi. Ancak aradan 70 yıl geçince, Güney Kore Türkiye’yi cebinden çıkarır hale geldi, Türkiye ise yüzde 80’lerde enflasyonla, gelecek nesilleri yüklenen borçlarla, yoksullukla, işsizlikle ve yolsuzluklarla boğuşuyor.
Neden böyle oldu? Niye bu 70 yılda Güney Kore’liler, bu kadar büyük işlere imza attılar, Samsung’u, Hyundai’yi, Kia’yi, LG’yi yarattılar da, biz Türkiye’de Telekom faciaları yaşadık?
Bunun sebeplerini, tamamen insan faktöründe aramak gerekir.
xxx
Prof. Yılmaz Büyükerşen’i herkes tanır, yıllardır çalıştığı her kurumda harikalar yarattığı medyaya yansır. Anadolu Üniversitesi’ni kuran, Türkiye’ye milyonlarca öğrencisi olan bir kurum kazandıran, sonra da Belediye Başkanlığı seçildiği Eskişehir’i bugün bulunduğu ayrıcalıklı konuma getiren kişi. Tüm bu anlatılanlara, gidip görerek, elle dokunarak, işiterek, kısaca yerinde tanık olunca, yapılanların ne kadar büyük işler olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Xxx
Yılmaz Büyükerşen, Anadolu Üniversitesi’nde Rektör iken, açık üniversite formülü ile bugün milyonlarca öğrenciye okul sağlayan kişi.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulurken olmayan bürokrasi kadrolarını, iki yıl gibi kısa bir sürede eğitip, bu ülkeye armağan eden kişi.
Eskiden sadece askeri pilotlar varken Türk Hava Yolları pilot bulamıyordu, bu açığı farkeden ve Eskişehir’e pilotluk okulu açan da o. Bu sayede, FETÖ’cüleri tasfiye edince pilot bulamaz hale gelen Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ihtiyacı olan pilotlar da, artık onun açtığı okuldan sağlanıyor.
Türkiye 1980’lerde ilk turizm tesislerini açarken, ihtiyacı olan turizm personelini yetiştiren de Yılmaz hoca.
Bunlar, Büyükerşen’in akademisyen olarak yaptıkları.
Bir de Belediye Başkanı olduktan sonra Eskişehir’de yaptıkları var.
Eskişehir, rahmetli babamın askerlik yaptığı 1940’larda, içinden Porsuk Çayı geçen, ağaçsız, çamur içinde bir şehirmiş.
Şimdi bu Porsuk Çayı, örneğini ancak Paris’te görebileceğimiz şekilde, kenti boydan boya geçen, ağaçlıklar içinde bir su yolu olarak güzellik katmış kente; kentin iki yakasında, şehrin gençleri, çimenler üzerinde yanak yanağa oturuyorlar. (Kerameti kendilerinden menkul ahlak bekçileri bu bölümü okumasın.)
Porsuk Çayı’nın üzerinde, Panama Kanalı’nda olduğu gibi, su asansörleri ile yükselen düzeylere çıkan teknelerle, muhteşem bir gezi yapmanız mümkün. (Ne yazık ki, bu teknelerde, Paris’teki gibi henüz şarap servisi yapılamıyor.)
Kentte ondan fazla müze var, hepsini gezmeniz için bir hafta ayırmanız lazım. Hele işadamı Erol Tabanca’nın yaptırdığı OMM (Odunpazarı Modern Müze) var ki, adını andırdığı MoMA (New York Modern Sanat Müzesi) kadar olmasa da, herhalde içinde bulunduğumuz pespaye Ortadoğu Coğrafyası’nda eşini bulmanız pek mümkün değil.
Eskişehir Hamam Müzesi ise, yeni açıldı ve gerçekten, bu ülkede bu fikri daha önce neden kimse gerçekleştirmedi diye şaşırıyor insan.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı İnönü Zaferlerinin merkezi de Eskişehir idi, Kurtuluş Müzesi’nde hem bu zaferlere tanık oluyorsunuz hem de Mütareke döneminde çıkan gazetelerin cesur manşetlerini okuyabiliyorsunuz.
İstanbul’un Bağcılar-Esenler-Cevahir-Zorlu Beton Parklarına karşılık, Eskişehir’de, iki devasa gerçek park var. Bunlardan biri 300 bin metrekarelik Kent Park, diğeri de 400 bin metrekarelik Sazova. Ama bu parkları, öyle boş alanlar sanmayın, birinin içinde deniz olmayan Eskişehir’de deniz keyfi yaşatacak plaj var, diğerinde ise benzerini yine Paris’te görebileceğiniz Disneyland benzeri eğlence merkezleri ve gerçek hayvanat bahçeleri ile dolu, .
Yılmaz Büyükerşen Hoca’nın kendi yaptığı dillere destan ‘Balmumu Heykeller Müzesi’ başlı başına bir fenomen. 200’ü aşkın balmumu heykelin önünden geçerken, farkında olmadan çoğuna ‘saygı’, birkaçına ise ‘öfke’ duyuyorsunuz.
Tüm bunlara, kentin durmadan açılan lüks otellerini, tramvaylı toplu taşımasını, İstanbul’un en lüks restoranlarına eşdeğer hizmet sunan restoranlarını eklemek mümkün.
Xxx
Demem o ki, Türkiye, 70 yılda Güney Kore’den geri kaldı ama Eskişehir, Prof. Yılmaz Büyükerşen’in 40-50 yıllık hizmet döneminde, hem Türkiye’yi, hem de Güney Kore’yi solladı.
Demek ki, bir kişi bu kadar fark yaratabiliyormuş.
Demek ki, Yılmaz hoca, bu sürede Eskişehir’i değil, Türkiye’yi yönetse, belki biz de Güney kore olabilir mişiz.
Son bir not ekleyeyim.
Eskişehir’in parklarından biri de gazeteci Uğur Mumcu’nun adını taşıyor, parkın içinde de, Uğur Mumcu’nun bomba ile patlatılan otomobilinin hurdası var. Ankara Adli Emanet’i, cinayetten bir süre sonra Mumcu’nun ailesini arayıp, “Gelin bu aracınızı burdan alın, işi bitti” diye lütfetmiş. Bunun üzerine Yılmaz Hoca devreye girmiş ve “Onu bize gönderin, biz bir ölüm anıtı olarak sergileriz” demiş.
Bence Türkiye’nin Güney Kore’den geri kalmasının temel nedenlerinden biri, işte bu mantalitede yatıyor.
Birileri, ülkenin en tanınmış gazetecisinin aracını paramparça edecek bombaları koyuyor, onu koruması gereken yapı ise, katillerini yakalamadığı gibi, hurda otomobilini de gözden kaçırmaya çalışıyor.
Neyse ki, bu ülkenin ‘Yılmaz Hoca’ları da var.