Rahmetli Turgut Özal döneminde hükümet katında danışmanlık yapan deneyimli gazeteci Can Pulak, şimdi Bodrum’da yaşıyor. “Gazeteci, ölene kadar gezetecidir” düşüncesini haklı çıkarırcasına turkiyeturizm.com’daki köşesinde müthiş yazılar yazıyor. Zaman zaman Can Pulak’ın yazılarını sizlerle paylaşıyorum.
Genelde turizme büyük zarar veren çevre katliamı ağırlıklı yazılar yazan Can Pulak, neşteri sounların tam kalbine sokarak ustalığını konuşturuyor.
Tüm Türkiye kötü yönetilmeden kurtulmak için 2019 seçimlerine endekslenmiş beklerken yine güzel bir yazı ile gidişatın özetini yaptı.
Can Pulak’ın dediği gibi Türkiye halkı olarak demokrasinıin bedelini pahalıya ödemeye başladık. Bütün bunlaın temelinde ise kötü yönetilmemiz yatıyor. Partileri yönetenlerin acemilikleri karşısında değişim için yeni projeler üretenler var.
“Aslında partiler kaliteli olursa yönetimde kaliteli olur. O zaman Türkiye çağdaş dünya ile başetme imkanı bulur” diyenlerin yanında “karacahil” ve “ne olduğu kendinden menkul” bir zavallı Mısırlıoğlu denen fesli cahil, Türkiye’nin okumuşlardan sıkıntı çektiğini söylüyor.
Her sokakta onun gibi dünyanın en kutsalı olan dinimizi ayaklar altına alan ne olduğu belirsiz hoca müsvetteleri dolaşıyor. Peşlerine taktıkları insanlara dinimizi kafalarına göre anlatarak nemalanıyorlar. Yetmiyor televizyon ekranlarından aynı şeyleri yapıyorlar.
Zaten dünya ülkeleri asırlar boyu ne çektiyse din tüccarlrından çekiyor. Bir toplumu en kolay aldatmanın yolu dini kullanmaktır.
Kaynayan Ortadoğu’dan yayılan terörün temeli ise budur.
İnşallah insanlarımız akıllarını başlarına alır da dünya bu müsibetlerden kurtulur.
Şimdi gelelim gazeteci Can Pulak’ın “Bodrum zehir soluyor” başlıklı yazısının bir bölümünden alıntıya… Yazının linki şöyle: https://www.turkiyeturizm.com/author_article_detail.php?id=1391
‘Türkiye iyi yönetilmeyi unuttu. Merkezde de iyi yönetilmiyoruz, il ve ilçelerde de… Balık baştan kokar derler ya, kılçığı da, kuyruğu da kokuyor işte. İşin kötüsü, seçimle de çözemiyoruz bu kötü yönetilmeyi. Seçilen başarısızsa, yeni seçim dönemini beklemekten başka yapacak bir şey yok.
Demokrasinin bedelini pahalıya ödemeye başladık. Sağlıksız seçim kanunu nle raf ömrünü çoktan tamamlamış olan siyasi partiler kanunu, vazgeçmememiz gereken demokrasimizin de önünü tıkadı. Bu tıkanıklığı gidermek varken, biz kalkmış sistemi köhne yasaların üzerinde daha da tırmandırmaya çalışıyoruz.
Mevcut milletvekillerini iyi çalıştıramazken, sayılarını arttırıyoruz.
Bu da yetmiyor, maaşlarının yükseltilmesini isteyebiliyoruz. Önümüze geleni (halk istiyor) diye Belediye Başkanı yapıyoruz. İşi becerebilir mi, yönetim tecrübesi var mı, bunlara aldırmıyoruz bile. Başkanlara hiç değilse, Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsünde 3-5 ay eğitim versek, bütçe nasıl yapılır, nasıl harcanır, personel nasıl yönetilir, kararlar nasıl alınır, bunları öğretebilsek bari… O da yok.
Biz adamı seçiyoruz, gerisine bakmıyoruz hiç. Peki işini yapamaz, yönettiği kenti tanınmaz hale getirir, geriye götürürse, bunun bir çaresi filan yok mu?
Yasalara göre yok. O başarısızlığa yıllarca katlanmak, yeni seçimi beklemek zorundayız. Böyle şey olur mu demeyin, oluyor işte…”
Ne demeli? “Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete” demekten başka bir şey konuşamıyoruz. Türkiye dertli… Türk insanı dertli… Sıkıntılar diz boyu…
Kendi insanımıza çözüm üretmeyi bıraktık. Binlerce kilometer uzakta, haritada bile yerini zor bulacağınız ülkelere “kardeş” kisvesi altında yardım paraları toplanıyor. O paralar nereye gidiyor meçhul?
İngilizlerin bazı sözlerini çok severim. Ama en önemlisi ise şudur:
“İngilizin dostu yoktur. İngiliz’in düşmanı yoktur. İngiliz’in menfaati vardır.”
Biz de ise ‘Türkün Türkten başka dostu yoktur” denilir. Ama Türk’ün menfaati unutulur.
Ne zaman “Türk’ün menfaati vardır” dersek bir çok şeyi başarmaya başladığımız anlaşılacaktır.