ALİ YALNIZ-TÜRKİYE TURİZM
İSTANBUL- Roma döneminde gladyatörlerin arabalarıyla savaş oyunlardı gösterisi yaptığı, birbirleriyle kıran kırana mücadele ettiği, cesurca aslanlarla boğuştuğu Sultanahmet’teki Hipodrom orayı gezen turistlere bambaşka duygular yaşatıyordu. Kan ve dehşetin yaşandığı tarihi kimliğiyle gezenlere farklı duygular yaşatan Hipodrom artık özelliğini kaybetti. Rehberler ise Hipodrom’da hayal anlatmak zorunda kalıyorlar.
Sultanahmet’teki Roma’nın tarihi Hipodrom’u veya Osmanlı dönemindeki adıyla “At Meydanı” koruma yerine, çevre düzenlemeleri kurbanı olarak yok oluyor.
TARİHİ HİPODROM TARİH OLDU
Sultanahmet Hipodrumu’nda yapılan çevre düzenlemelerinin güzel olduğunu düşünenler olabilir . Ancak “Bir kültür katliamı nasıl yapılır?” diye sorulsa herhalde Fatih Belediyesi’nin Sultanahmet’te bu yaptığı çalışmalar örnek gösterilebilir.
Çekilen bu fotoğrafta görüleceği üzere şu anda ne yazık ki artık tarihi Hipodrom, Sultanahmet’in çevre düzenlemeleri kapsamında gömülerek yok edilmiş duruma geldi. Rehberler bundan sonra orada sadece 2-3 sütun anlatıp geçecek ve bu sütunların tarihi Hipodrom’la bağı kalmamış olacak. Turistler arada bir bağlantı kuramayacak .
ANLATILACAK HİPODROM KALMADI
Hipodromu ne kadar tarif ederseniz edin başı sonu belli olmayan bu yeni çevre düzenlemesi sayesinden hayal etmesi imkansız olacak.
Oysa burası kazılsa ve Hipodrom’dan artık ne kaldıysa ortaya çıkartılmış olsa ne harika olurdu! Elalem taşı toprağı yontup ilginç bir şey yaparak turist çekmeye çalışıyor, biz ise elimizdeki tarihi mücevherleri kimse görmesin diye gömerek yok ediyoruz. Tarihe, sanata ve kültüre sadece İslami perspektiften bakmayı tercih eden ve gerisini “2 tane çanak çömlek” diye niteleyerek önemsemeyen bu zihniyeti tasvip etmiyoruz.
HİPODROM’UN TARİHİ
Her Roma kentinde bulunan hipodrom gibi Bizantion’da da (İstanbul) Milattan Sonra (M.S) 2’inci yüzyılda Romalıların kenti alıp yeni sur yapmasıyla Hipodrom oluşturuldu. Orijinali, Roma İmparatoru Septimius Severus tarafından yaptırılan ve daha sonra Büyük Constantinus tarafından genişletilen ve İmparatorluğun değişik yerlerinden getirilen eserlerle donatılan Hipodrom'un eni 117, boyu ise 480 metreye, kapasitesi ise 100.000 kişiye ulaşıyordu. Bir seferde şehrin nüfusunun dörtte birini aldığı söylenir. Ana girişi kuzey ucunda, Alman Çeşmesi’nin bulunduğu yöndeymiş.İmparatorluk sarayı ve dolayısıyla da kathisma denilen imparator locası, şimdi Sultanahmet'in bulunduğu taraftaydı. Kuzey ucundaki girişte büyük kemerli yapılar, duvarlarda çok sayıda heykel vardı. Ortada, çevresinde yarışan arabaların döndüğü Spina'da, bazıları günümüzde de bulunan anıtlar vardı.Halkın imparatorla karşılaştığı tek yer olan bugünkü Sultanahmet Meydanı’nda yer alan görkemli Hipodrom, günümüzde Four Season Oteli ve çevresindeki binaların altında kalan Büyük Bizans Sarayı’nın hemen yanındaydı. Çeşitli yarışların ve eğlencelerin yapıldığı Hipodrom ,Bizans’taki hayatın merkezidir . Michel Kaplan Bizans’ın Altınları kitabında anlatıyor.
“Kral Konstantin tarafından başkentle aynı gün yani 11 Mayıs 330’da kurulan Hipodrom ilk günden beri Konstantinopolis’in (İstanbul) yaşamında birincil bir rol oynaya gelmiştir. Hipodrom’daki at yarışlarını izlemeye gelen halka bedava erzak torbası dağıtılırdı. Sonradan halk bu işe alıştı ve erzak torbası almadan da 50 bin kişilik tribünleri doldurmaya başladı. 400 yüz bin nüfuslu (Bağdat’tan sonra en kalabalık ikinci şehir) şehirde 50 bin büyük rakamdı.”
Faction (Hizipler)lar Roma’da , hipodromda yapılan yarışlardaki taraftarlar idiler. Bu hizipler sayısı Dörttür.Maviler,beyazlar,kırmızılar ve yeşiller.Ancak Beyazlar maviler içinde kırmızılar yeşiller içinde kabul ediliyordu ve ortaya iki grup çıkıyordu ;
MAVİLER ve YEŞİLLER
Bunlar birer Bizans’ta Roma’nın tersine birer spor kulübü şeklinde değil de birer parti şeklinde örgütlenmişlerdi. Maviler soyluların, yeşiller ise orta ve alt tabakadan olanların gruplarıydı Listelerde belirlenen üyeler aidat öder, başkanlık divanı seçerle ve spor yarışmalarını finanse ederlerdi. Her grubun başında biri İmparator tarafından seçilen ve Demokrat ismi verilen diğeri ise grup tarafından seçilen ve Demark adı verilen iki şef vardı.Sözleşmeleri kaleme alan görevlilere Notari bunları saklayan görevlilere ise Chartulari ismi verilirdi. Ayrıca şair, şarkıcı, modelciler vb alt dereceli memurları vardı. Yarışcılar ise ozamanın en popiler şahsiyetleri idiler. Cemil Meriç Jurnal’da bu konuda “Yeşiller-maviler kavgası Bizansın iliklerine işlemiş. Türk sarığı, Romalı tiarının yerine geçmeden bu şehvetperest ve tenperver sürünün tanrısı: cokeydi. Cokey topa tekme savuran adamın yanında Herakles'tir, hayvana kanat takan adam. Arabacılık tehlikeleri olan, kabadayılık isteyen, bilek ve yürek isteyen bir oyundu. Bugünün daha dişi, daha sırnaşık plebi kahramana değil karikatüre alkış tutuyor. Pleb kim? Hepimiz. "Tepeden bakınca aynı toz bulutu". Kulakları tırmalayan aynı şikayet: bu memlekette yaşanmaz. Doğru! Kapitalizm, Bizansın canım havasını fabrika bacaları, egzoslar, genzi ve ciğerleri kemiren murdar kokularla yaşanmaz hale getirdi. Ama efendilerimizi tedirgin eden bu lağım kokusu, bu kıyamet gününü hatırlatan insan ve makine uğultusu, bu toz, bu sinek değil ki” demektedir.
Meraklı taraftarlar (Aficionados) parti defterlerine kayıtlı olmamakla birlikte, tuttukları takımların renklerini taşıyan ve savunan kitleler idiler. Teşkilatları İmparatorluğun her şehrinde olduğu gibi , bu partiler birbirlerini inanılmaz tutarlardı.Mesela İstanbul mavileri Tarsus mavilerine kötü muamele yapan bir kontu öldürmüşlerdi. İki taraf dini olarak da birbirine karşı idiler . Maviler Kadıköy konsilinde kabul edilen inançlara bağlı iken Yeşiller Monofizit fikirlere sahiptiler. Buradan , bu grupların siyasi ve sosyal grupları temsil ettiklerini çıkarabiliriz. Partililer,başlangıçta saçlarını öteki Bizanslılardan farklı biçimde kestirip yeni moda bir saç stili edindiler.İranlılar gibi bıyık ve sakallara dokunmadan, mümkün olduğu kadar uzattılar, saçları ise, önleri şakaklara kadar kesip geri kalanını düzensiz biçimde Massagetler ( Avrupa Hunlarından gelme ihtimali olan bir kavim) gibi boylu boyunca uzattılar . Kimi zaman buna Hun modası denildi
Çoğunlukla yarışlar kanlı biterdi. Çünkü mağluplar galiplerin sevinç gösterilerine dayanamaz elde hançer sahaya girer ve rakiplerine saldırırdı. A.Rimbaud’un işaret ettiği gibi bu kavgalar o kadar kanlı olmuştur ki Bizans, Romanın Gladyatör gösterilerine ihtiyaç bile duymamıştır.
ZAMANLA PROFESYONEL HAYDUTLAR TÜREDİ
Bunlar kendi milis gruplarını kurmuş ve silahlandırmışlardı. Bu iki takımın yüksek unvanlı başkanları yüzlerce taraftardan oluşan milisleri yönetirdi, bu milisler de kent asayişinden sorumlu oldukları gibi, gerektiğinde surları korurlardı.” Bütün geçit törenlerine ve büyük törenlere katılan bu gruplar, İmparator karşısında bir çeşit halk temsilciliği görevi yapıyorlardı. Ancak devletin zayıfladığı yıllarda iki tarafın azgınları da işi profesyonel haydutluğa dökmüş halkı soymaya başlamışlardı.
Prokopius'un 'Bizans'ın Gizli Tarihi' adlı eseri bu dönemi anlatan 6. yüzyıldan kalma güzel bir örnektir. Kitabın yazarı Prokopius, Bizans tarihine damgasını vuran İmparator Justinianus zamanında yaşayan bir devlet görevlisiydi. Seçkin ve aydın anlamına gelen Illustres unvanıyla ödüllendirilmişti. 562 yılında kent yöneticisi anlamına gelen Praefectur oldu. Bizans ordularının Gotlar, Vandallar ve İranlılarla yaptıkları savaşları anlatan, sekiz kitaplık 'Savaşlar Tarihi'ni yazdı. Ancak Prokopius'u farklı kılan, resmi tarih yazan vakanüvis yanından çok, dönemin imparatoru Justinianus'a eleştirel bakışı ve bu bakışla yazdığı kitaptır. Türkçe adı 'Bizans'ın Gizli Tarihi' olan Historia Arcana. Bizansın gizli tarihi isimli eserinde Prokopius bu konuyu şöyle anlatır ;
-Önceleri büyük çoğunluk kısa, iki yanı keskin bıçaklarını bellerine asıp pelerinlerinin altına saklar, geceleri ise açıkta taşırlardı. Akşam olunca bir araya gelip, Forumda yada dar sokaklarda rastladıkları üst sınıftan kimseleri soyarlar, pelerinlerini, kuşaklarını, ziynet eşyalarını ve ne bulurlarsa alırlardı.Kimi zaman ‘ölü kişi masal okuyamaz diye soyduklarını öldürmeyi de uygun bulurlardı.Yapılan bu tür zorbalıklar, eylemci olmayan ama başkaları kadar zarar gören maviler arasında bile bir kızgınlık yarattı. Dolayısı ile güzel giyinmenin ve değerli eşyalar taşımanın yaşamlarına mal olacağı korkusu ile pek çok kimse, bronzdan yapılmış ziynet eşyaları ve kuşaklar takmaya, düzeylerine uygun düşmeyen ucuz pelerinler giymeye başladılar. Daha güneş batmadan koşup evlerine kapandılar.......Mavilerin işi böyleydi.Onlara karşı olan topluluktan bir kesim, cezasız kalan suç eylemlerine girişmek arzusu ile Mavilere katıldı, bir bölümü de başka ülkelere kaçtı....Ve bir yığın genç bu partiye doluştu.Daha önce böyle bir şeye ilgi göstermemişlerdi ama, iktidar tutkusu ve sınırsız serbestlik onları bu örgüte çekti....Önce karşı partinin üyelerini yok etmekle işe başladılar, sonra gerekçe göstermeden her önüne geleni öldürmeye giriştiler.Bir takım kişiler , onlara para yedirerek satın aldı ve kendi düşmanlarını gösterdi, partizanlar da kendilerine gösterilen kimseleri ortadan kaldırdılar .....Sürekli korku yüzünden, herkes ölümün her köşe başında beklediği kuşkusu içinde idi.Güvenilir tek yer, tek saat yoktu; en saygı gören kiliselerde, en önemli genel eğlencelerde bile insanlar öldürülüyordu”
NİKA AYAKLANMASI
Bu iki grubun birlikte hareket ettiği bir olaysa Bizans devrinin en önemli halk hareketlerinden biri olan Nika ayaklanmasıdır. 13 Ocak 532 tarihinde, Bizans'ın ilk imparatorlarından Büyük Iustinianos'un hükümdarlığı döneminde Konstantinopolis (bugünkü İstanbul), şehirde meydana gelen en ciddi karışıklık Hipodrom'un iki büyük grubu olan Yeşiller ve Maviler tarafından başlatılmıştı. Bu gruplar, Hipodrom'daki at yarışlarının bitiminde sık sık yangın çıkarmaktan, etrafı yakıp yıkmaktan hoşlanırlardı. Bu seferde bu gruplar, bazı mahkûmların serbest bırakılmasını sağlayamadıklarından, özellikle de Iustinianos'un sıkı mali politikalarından ve bakanlarının zorbalıklarından son derece hoşnutsuz olduklarından güç birliği yaptılar ve sloganları olarak da hem at yarışlarında hem de imparatorluk oylamalarında kullanılan aşina bir sözcüğü seçtiler: Nika (Zafer). Bunu izleyen olaylar Nika Ayaklanması olarak bilinmektedir. İsyancılar valinin makamına ulaştılar ve mahkûmların salıverilmesini sağladıktan sonra binayı ateşe verdiler. Yangınlar şehrin her tarafına yayıldı ve birkaç gün içinde merkezdeki birçok binayı harap etti. Bu binalar arasında Ayasofya Katedrali'nin tamamı, yakınındaki Aya İrini Kilisesi'nin ön avlusu, tüm hastalarıyla birlikte Samson Bakımevi, Senato Binası, Khalke (imparatorluk sarayının bronz çatılı girişi) ve başka birçok anıt bulunmaktaydı. Kısa sürede askerler ve hatta bazı senatörler Maviler ve Yeşiller'le birlik oldularve bu güruh İmparator Anastasius'un (491-518) yeğeni olan Hypatius adlı bir kişiyi yeni imparator olarak ilan etti. Iustinianos çaresiz durumdaydı: Yönetim şehirdeki kontrolü büyük ölçüde kaybetmişti. Kendisi güvendiği danışmanlarıyla birlikte saraya kapanmış, deniz yoluyla kaçmaya hazırlanmaktaydı; ancak karısı Theodora'nın yaptığı heyecan verici bir konuşmanın, imparator ve danışmanlarının aldığı kararın değişmesinde etken olduğu söylenmektedir. Theodora her ne dediyse bunu pek bilemiyoruz.Iustinianos isyana karşı durmaya ve kendine sadık ordu birliklerini görevlendirmeye karar verdi. Güvendiği iki general, Belisarius ve Mundus önderliğinde sadık Got birlikleri, iktidarı gasp eden Hypatius ve isyancıların toplanmış olduğu Hipodrom'a girdi ve sonuçta toplu bir katliam gerçekleşti. 30.000 ile 50.000 arasında isyancının Iustinianos'un güçleri tarafından öldürüldüğü söylenmektedir. Hypatius tutuklandı ve idam edildi; ertesi gün cesedi denize atıldı. İsyancı senatör ve soylular kaçtılar; bunların mallarına el kondu. İsyanın başlamasından bir hafta sonra kriz çözümlenmiş ve şehir sakin durumuna dönmüştü.
BRONZ AT HEYKELLERİ VENEDİK SAN MARCO’DA
Hipodrom, Bizans’ta araba yarışları ve şenliklerin, Roma’da gladyatör savaşlarının ve Osmanlı’da ise Türklerin ata sporu olarak bilinen cirit oyunlarının yapıldığı bir yapıydı. 1204’te o zamanki adı Konstantinopolis olan kente düzenlenen Haçlı Seferleri’nde yerle bir edildi ve geriye sadece hala ayakta duran varlığına dair hiçbir işaret ya da levha bulunmayan Sphendone Duvarı’ ile Dikilitaş, Örmeli Sütun ve Yılanlı Sütun kaldı.Hipodrom giriş kapısının hemen üzerinde bulunan bronz at heykelleri 1204 yılında Haçlıların İstanbul'u işgali sırasında birçok eser gibi çalınmış ve Venedik'teki San Marco Katetrali'nin giriş kapısının üzerine yerleştirilmiştir.