Siyaset dilini düzeltmek lazım. Milletin sükunete, huzura, kardeşliğe ihtiyacı var. Militan yandaşlar hariç, herkes siyasetin dilinden ve ölçüsüz bir şekilde kullanılmasından şikayetçi. Hakaret etmeden de, kötülemeden de, aşağılamadan da bazı şeyleri kolaylıkla söylemek mümkün. Ama böyle yapmak yerine, efendi ve terbiyeli insanların lügatlerinde olmayan kelimeleri bile rahatça kullanıyor büyüklerimiz. Öyle olunca, siyasetin tabanına kadar hiç de tasvip etmediğimiz kötü söylemler yerleşiyor.
Son 15 yılda büyüklerimizin televizyonlarda, meydanlarda ve kalabalıklarda yaptıkları konuşmalar, milleti iyice rahatsız etmeye başladı. Gerçi tüm yaşamında bu dili kullananlar pek oralı değil, hatta aynı dili konuşmaktan ve dinlemekten memnun gibi duruyorlardı. Ama onlarda da çözülmeler başladı ve bizi yönetenlerin daha dikkatli konuşmaları gibi bir genel arzu belirdi. Sokakları dolaşın, buna yakından tanık olursunuz.
Kim ne derse desin, meydanlarda kaba dil AKP ile başladı ve günümüze kadar da salgın hastalık gibi pekçok politikacımıza bulaştı. Siyaset mücadele ister,rakipten farklı şeyler söylemeyi gerektirir. Hitabet kabiliyeti ve kürsü hakimiyeti de şarttır tabii. Geçmişte İnönü-Menderes, Osman Bölükbaşı-Menderes, Demirel-İnönü, Ecevit-Demirel, Bozbeyli-Demirel, Feyzioğlu-Ecevit arasında da söz düelloları olur, Meclis yada Senato oturumları yarıda kalırdı ama,tüm büyüklerimiz dillerine hakim olmaya, kötü söz söylememeye, anlatmak istediklerini esprilerle ve fıkralarla ifade etmeye çalışırlardı. Daha bir nezihti geçmişin siyasi konuşmaları ve mücadeleleri. Onu anlatmak istedim işte…
Bugün dünyada siyaset yapanlar, yapmak isteyenler yada gönlünden geçirenler dillerine çok dikkat ediyorlar. Toplumu bölüştürmek, kamplara ayırmak, farklı düşünenleri düşman haline getirmek, günümüz siyasetinde terk ediliyor artık. Genelde herkesi kucaklayan, geride kalan kötülükleri her fırsatta hatırlatmaktan kaçınan, iyi-güzel-mutlu üçgeni içerisinde kalmaya gayret eden bir anlayış ve üslup hakim olmaya başladı dünyaya. Ama ABD Başkanı Trump ile Kuzey Kore Başkanı böyle düşünmüyor, böyle davranmıyor, onlar da kızdırıyorlar bazı çevreleri. Olabilir ama, aynı çizgide yürümeye kararlı olanların sayısı çok geriledi, hatta Ortadoğu ve Arap ülkeleri arasında sıkıştı kaldı işte.
Bana göre dilimizi bozan en önemli etken, demokrasiye olan inancın iyice hırpalanması. Öyle ya, demokrasiye samimi şekilde inananlar farklı düşüncelere, farklı siyasi görüşlere saygı duyarlar. Bizde bunun aksi oluyor. Hem demokrasi diyoruz, hem seçim yapıyoruz, hem de tüm kuralları yok sayarak, ülkemizi kafamıza göre yönetiyoruz. İyi kötü bir Anayasa’mız var, onu paspas gibi çiğniyoruz. Kanunlar dururken, kanun gücünde kararnamelerle, beş dakikada çıkan torba yasalarla yönetiyoruz ülkeyi. Basın hürriyetini yok sayıyoruz. Laiklik de neymiş, dinle devlet işlerini iyice birbirine yapıştırdık. Yargıyı, herkesin şikayet ettiği bir duruma getirdik. Orduyu profesyonelleştiriyoruz diye neredeyse askerliği kaldıracağız. Bizim gibi çok önemli ve farklı bir coğrafyada oturan bir ülkenin, çok ciddi ve güçlü bir orduya ihtiyacı var. Üç-beş ay askerlik yapanlarla, askerliği bedelle savuşturanlarla nasıl muhafaza edeceğiz güçlü orduyu?
Her kararımızı tartışmadan, oturup konuşmadan, karşı görüşlere değer vermeden alıyoruz. Acaba aldığımız kararlar doğru mu, kimse soramıyor doğru dürüst. Basın suskun, muhalefet terörist, Sayıştay raporlarının hiçbir hükmü yok. Peki kime soracağız yanlışların hesabını? Soramayacaksak, bu nasıl demokrasi oluyor? Kurumları çalışmayan ve tek görüşün hakim olduğu bir yönetime demokrasi diyebilir miyiz?
İç ve dış politikadaki yanlış karar ve uygulamalar, yapılan yollar, tüneller, alt ve üst geçitler, barajlar, şehir hastaneleri ile gölgelenmeye çalışılıyor.4 milyondan fazla Suriyeliyi kime sorup aldık aramıza?Milli eğitimimizi nasıl dinselleştirdik? Okulların çoğunun imam hatipe çevrilmesine ne lüzum vardı?Fetö’yü temizliyoruz derken, yeni cemaat ve tarikatların devlete yerleşmesine ne diyelim peki?Tarım ve hayvancılığımızı nasıl bitirdik? Milli tohumları nasıl yok ettik? Sadece patates ve soğana muhtaç olsak neyse, tüm bakliyatımızı dışarıdan alacağız sanki. Valileri, Kaymakam ve Belediye Başkanlarını muhtarların emrine nasıl veririz? Bunu nasıl söyleriz, böyle bir söylem devlet yönetimine zarar vermez mi, ayakları baş haline getirmez mi? Oy almak için hiç böyle şey yapılır mı?
Neyse, örnekleri çoğaltmak mümkün. Artık yaptığımız yanlışların kavgasını vermek yerine, bundan sonra ülkeyi nasıl daha iyi yönetiriz, halkın şikayetlerini nasıl çözeriz, huzuru ve milli birlik ve beraberliği nasıl sağlarız, buna bakmak lazım. Ülkenin yaralarını saracak böyle bir yola çıkmak için, önce dilimizi düzeltmeli ve üslubumuzu değiştirmeliyiz. Türkiye’nın huzura, güvene, kardeşçe kucaklaşmaya çok ihtiyacı var. Bu konuda hepimize görev düşüyor. Siyasetçilerimize de, bürokrat ve idarecilerimize de, hepimize de...