Sevgili Hüseyin Kaplan’ı uğurladık

Özkan Altıntaş

“Gazetecinin işi bittiği zaman ne yapar?” diye hiç kendinize sordunuz mu? Yani gazeteci eskileri ne yapıyor?
Bir çoğu köşesine çekiliyor. Bir süre sonra rahatsızlıklar başlıyor. Sonra sonbahar yaprakları gibi birer birer yok olup gidiyorlar.
Tuzu kuru olanlar ise şen şakrak yaşıyorlar. Kendilerini başka alemlerde buluveriyorlar.
Zamanında işini bilenler ise hiç gündemden düşmüyor. Cepleri dolu olduğu için imkânları alabildiğine kullanarak kendilerini ön plânda tutmayı beceriyorlar.
Kimisi ise bir müşavirlik koltuğu kapıyor ve işadamının güdümünde çalışmaya çalışıyor. Bazıları ise halkla ilişkiler şirketleri veya reklâm şirketlerinde yer buluyor.
Ama burada en zoru masanın öte yanından bu yana geçmek oluyor. Haberi yazan, yazdıran olunca işler karışıyor. Tahammülü olmayan kısa süre dayanıyor.
Kimisi başka meslekler seçiyor.
Bazıları var ki, kıyıda köşede oturmayı hazmedemiyorlar. Daha doğrusu kaşınıyorlar.Ya da aldıkları emekli maaşları ile yaşayamıyorlar.
Gazeteci bu işportacılık yapacak değil ya? Bildiği işi yapıyor…
“İnsan bu kadar yıl yazıp çizerde rahat durur mu?” diyerek koyuyorlar ellerini taşın altına. Kimisi gazete çıkarıyor, kimisi dergi çıkarıyor ve mücadeleye devam ediyor.
Bunların arasında başarılı olanlar parmakla gösterilecek kadar azdır.
Çünkü yıllarca maaşlı çalışan adamın ticaret yapması zordur. Pazarlama yapmak, para kazanmak ve çalışanlara dağıtmak her babayiğitin harcı değildir.
Arkanda dayanacağın biri yoksa bu işlerde fos çıkabiliyor. Eğer dayanağın varsa medya imparatoru bile olman işten bile değildir.
Yoksa birkaç dergi çıkarırsın. Hem adam yetiştirirsin, hem de reklâm almaya çalışırsın. “Ben tek başına bir orduyum” diyerek koşuşturup durursun.
Bir süre başarılı olursun. Çünkü deneyimin engel tanımaz. Ama vücut eski vücut, enerji eski enerji değildir. Yani parçalanıp gidersin.

Magazin muhabiri olarak Türkiye’nin önemli yayın organlarında bir çok gazete ve dergide çalıştıktan sonra kendi yolunu çizen gazeteci Hüseyin Kaplan’ı böyle bir koşuşturmanın içinde iken kaybettik.
Hüseyin Kaplan iyi bir gazeteciydi.
Kimseyi kırmazdı ve çalışkandı.
Elinde fotoğraf makinesi hiç durmazdı.
Önce “At Dünyası” diye dergi çıkardı ve herkesi şaşırttı.
Herkes “Atında dergisi mi olur?” diye dalga bile geçmişti.
Sonra “Golf Dünyası” dergisini çıkardı. Herkesin gözüne girdi. İyi reklamlar alıyordu. Ama İstanbul, Antalya arasında mekik dokuyordu.
Sonra ipin ucu kaçtı yurtdışındaki müsabakalara gider oldu.
Her görüşümde ter içinde kaldığını izliyordum.
Sonra “Turizm Life” dergisini çıkardı. Bana “Birlikte yapalım” dedi. Benim problemlerim olduğu bir dönemdi. İşbirliğini erteledim.
Geçen hafta “Best Life dergisini çıkarıyorum. Antalya’daki turnuvada dağıtacağım” dedi.
“Gel şu işleri birlikte yapalım. Yetişemiyorum” dedi. Ben de “Antalya’ya
git gel görüşelim” dedim. Ama görüşemedik.
Onun cenazesi musalla taşında yatarken ve kardeşi tarafından mezara indirilirken gözlerimin önünden yaptıkları bir film şeridi gibi geçti. “Bu koşu niye? İnsanlar birbirini neden kırıyorlar? Hayatın ne kadar boş olduğunu neden düşünmezler?” demekten kendimi alamadım.
Hüseyin Kaplan’ın Gaziosmanpaşa Dörtyol Camii’nde kılınan cenaze namazı çok kalabalıktı. Kıskandım doğrusu.. Rahmetli gazeteci ağabeyim Doğan Katırcıoğlu’nun sözlerini hatırladım. “Bana 4 kuvvetli arkadaş lazım. Cenazemi taşısınlar yeter” derdi.
Hüseyin Kaplan’ın cenazesini çok kuvvetli ve bir çok kol taşıdı. Allah rahmet eylesin, kimseye kötülüğü olmayan insanların cenazesi kalabalık olur. Hüseyin’de böyle biriydi.
Uçakta kalp krizi geçirmiş ve kongreye giden doktorlar müdahale etmişler, kurtaramamışlar.
Uçakta kalp krizi denilince Vefa Lisesi’nden sınıf arkadaşım Kemal Sunal’ın aynı şekilde uçakta kalp krizinden ölümü aklıma gelir.
Eğer uçakta defibilatör cihazı olsaydı belki Kemal Sunal bugün yaşıyordu. Çünkü o da benim yaşıtımdı.
O dönemde bir arkadaşım Türk Hava Yolları uçaklarına konulmak üzere portatif defibilatör cihazı teklifi sunmuştu. Malum bu cihaz kalp krizi geçirenlere elektro şok uyguluyor ve kurtarıyor. O dönemde ABD’nin Delta Havayolları 180 uçağına bu avuç içi kadar ve hostesler dahil herkesin kolayca kullanacağı defibilatör cihazını koymuştu.
Acaba Antalya’dan havalanan THY uçağında defibilatör cihazı var mıydı diye düşündüm.
Türkiye’de insanların yaşamı pamuk ipliğine bağlıdır.
Sabahları evden çıkarken ailenizle helalleşin. Onları hoş edin.
Kimbilir bir daha geri dönmeyebiliriz.
Sevgili kardeşim Hüseyin Kaplan’a Allahtan rahmet diliyorum.
Bu bir veda yazısı değildir.
Biliyorum Hüseyin Kaplan orada da çalışıyordur.