Safra yoluna balon işlemiyle stent takıldı

Özkan Altıntaş

2011’i uğurlarken Aralık ayının son günlerinde şiddetli sırt ve karın ağrıları ile hastaneye yattım.
ERCP denilen özel bir operasyon geçirdim. Bağırsaklara dökülen taşlar süpürüldü ve safraya yakın tıkalı olan bağırsak bölümüne balon işlemi uygulanarak “stent” takıldı.
Daha sonra yapılacak kontroller ile safra taşı ameliyatı yapılacak denildi.
Kendime gelip ayağa kalktığım ve eve döndüğüm tarih ise 3 Ocak 2012 oldu.
Yani bir yılbaşını hastanede geçirmek zorunda kaldım.
Hastaneye başvuran hastaların büyük çoğunluğunun aynı rahatsızlıklara sahip olduğunu gördüm.
Bütün bunların baş sorumlularının hepimizin kullandığı hormonlu gıdalar olduğunu öğrenmek beni şaşırtmadı. Çevreyi yok edip, yeşil ve tarım alanlarını beton binalarla doldurdukça taze gıda yememiz sona erecektir. Sonunda vücudumuza yüklenen kimyasallar bir yerlerde patlak verecektir.
Biz doğayı yok ettikçe, insanlığı da yok edeceğiz.
Ben mis gibi kokan domatesi özledim.

ARAYANLARA, GELENLERE ŞÜKRANLARIMI SUNUYORUM
Rahatsızlığım süresince beni arayanlara, telgraf gönderen Kültür ve Turizm Bakanı Bakanı Ertuğrul Günay, TÜROB, TÜRSAB, TÜROFED, ALTİD, TYD, Türkiye SKAL Federasyonu, Marmara SKAL, TÖSHİD, İSPAD, otel sahipleri ile yöneticileri, seyahat acenteleri, rehberler olmak üzere herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Ayrıca rahatsızlığım süresince haberler yapan ve beni arayan turizm sektörünün tüm yayın organlarına, sivil toplum kuruluşlarının diğer temsilcilerine şükranlarımı sunuyorum.
Rahatsızlığımı mümkün olduğunca duyurmak istemedim.
Çünkü canımla uğraşırken “Ne oldu?” şeklindeki sorulara karşımda iyi niyetle beni arayanlara anlatmak gibi bir zorlukla karşı karşıya kaldım.
Hani derler ya… “İçi seni, dışı beni yakar…”
Herkes beni “güler yüzle” görmeye alışkın iken başka türlü olmam mümkün değildi.
Gene de duyuldu…
Ziyarete gelen gazeteci arkadaşlarım hastalığımı iyi niyetle haber yaptılar ve duyurdular.
Onun arkasında “Bize neden haber vermedin?” şeklinde sitemler aldım.
Çaresiz, onlara cevap vermek zorunda kaldım.
Arkasından ziyaretler sürdü gitti…
Bu arada sağlığım açısından neler çektiğimi ben bilirim.
Beni ziyaret eden, telefonla arayan veya haber bırakan tüm arkadaşlarıma sonsuz sevgilerimi iletiyorum.
Aslında insanın başına bir şey gelince çevresinde buluşan kalabalık o kişiye moral veriyor.
O sıkıntılı dönemde sizlerden moral kazandım, tekrar teşekkür ediyorum.

İLK KRİZ HİNDİSTAN’DA GELDİ
Başıma gelen olayın ilk işaretini Hindistan’ın Yeni Delhi kentine Türk-Hindistan Konseyi ile birlikte gittiğimde almıştım. Satte 2011 Turizm Fuarı’nda sancılandım ve üç gün otel odasında yattım. O süre içinde Türk turizminin duayenlerinden Orion Tur’un sahibi Ersan Atsür’ün verdiği ilaçlarla ayağa kalktım.
İkinci alarmı Erzurum’da Kudaka’nın bölgesel turizm toplantısında yaşadım. Atatürk Üniversitesi’nde beni tedavi eden doktor hanım “İstanbul’a gidince kalp kontrolü yaptırın” dedi.
Dediğini yaptım. Siyami Ersek Kalp Cerrahi Merkezi’nde yaptırdığım kan tahlili ve EKG’de hiçbir şey çıkmadı. Kardiyolog “Mide kontrolü yaptırın” dedi.
Sağlık planlamasını yaparken Türkiye Sağlık Turizmini Geliştirme Konseyi-THTDC ile Amerika’nın Şikago kentinde düzenlenen Dünya Medikal Kongresi’ne gittim. 60’a yakın doktor ve turizmcinin yanında iken bir sıkıntı çekmedim.
Sonra ise Los Angeles’te buluştuğumuz 25’e yakın seyahat acentesi ve otel yöneticisi ile New York, Houston, Şikago, Washington’da workshoplara katıldık.
Amerika’da kaldığım 10 gün boyunca hiçbir sıkıntı çekmedim. Ancak Kurban Bayramı’nda Türkiye’ye döndüğümde gripten yatağa düştüm. Griple birlikte aynı ağrılar başladı. Bu kez ayağa kalktığımda kontrole gitmeye karar verdim.

KARDİYOLOG: KALBİNE ÇOK İYİ BAKIYORSUN
Kuzenimin kalp kontrolleri ile birlikte ikinci kez Siyami Ersek’e gittim. Kontroller sonucu bir şey bulunamadı.
Kardiyolog “Kalbine çok iyi bakıyorsun” deyince “Peki hocam karın ağrılarım nedir?” diye sordum. “Midene baktır” dedi.
Bu ikinci öneriyi düşünürken 25 Aralık gününe sancılarla girdim. Sırtımdan başlayan ağrılar, göğsümden aşağıya ve kasıklarıma doğru iniyordu. Rengim sararmıştı. Aynı zamanda tuvalete çıkamıyordum. Eşim ilaç verdi “Bana mısın!” demedi. Geçer düşüncesiyle gece geç saatlere kadar yattığım yeri bilemedim. Kıvrandım durdum.
Sonunda eşim ve oğlum beni saat 01.00 sıralarında Altunizade’de Başkent Hastanesi Acili Servisi’ne götürdüler. Eşim aynı hastanede sigorta emeklisine bakıldığını ve bir arkadaşının babasının bakımdan memnun olduğunu söyledi.
İki genç doktor film çektiler tahliller yaptılar ve o güne kadar ilk kez duyduğum sürpriz teşhisi koydular: “Safra kesenizde bir şeyler var. Sizi yatırmamız ve hemen ameliyat etmemiz lazım” dediler.

OTELLERİMİZ UCUZ KALDI
Özel hastanelerde olanları biliyordum. İşin maliyetini sordum. Eşim muhasebeye gitti. Sigorta emeklisine indirimli sadece oda fiyatı 285 lira dediler. Böyle bir rahatsızlık en az 10 günde tedavi edilirdi. Yani kuru bir oda 2.850 lira.
Aklıma turizm sektörü ile 4 ve 5 yıldızlı otellerin oda fiyatları geldi. Bunun yanında o lüks servis veren değerli tesisler bedavaya satılıyorlardı. Üzüldüm.

BU FİYATA HİLTON’DA YATARDIM.
Üzerine tedavi ek masrafları gelince rakam şiştikçe şişerdi.
Yıllarca sigorta primi ödemiştim. İlk kez hastane ve ameliyatla tanışacaktım. Sağlık Bakanlığı’nın “özel hastaneler sigortalılara ücretsiz” açıklamaları aklıma geldi. Her şey yalandı…
Devlet hastanesine yollandık.
Önce Polis Hastanesi’ne uğradık. Sıkıntımı söyledim. “Biz de yeterli cihaz yok. “Ultrason ve Emar olan yere gidin. Haydarpaşa Numune ile Göztepe en kapsamlı olanı…” dediler.
Eşime “Sağlık Bakanlığı’nın Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne gidelim” dedim.
Elimde Başkent’in verdiği tahlillerle Medeniyet Üniversitesi'ne bağlı Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin acil servisine girdik.

DEVLET HASTANESİNİN SİSTEMLİ BAKIMI İLE KENDİME GELDİM
O yoğunluğa rağmen sabaha karşı doktorların ilgisiyle karşılaşmaktan memnun oldum.
Hemen kan aldılar. Rahatsızlığımın acil olduğunu tespit ettiler. Binanın 6’cı katında bulunan acil cerrahi servisine yatırdılar. Yani durumum kritikti.
Yatar yatmaz doktorlar ve hemşireler gelerek ilk kontrolleri yaptılar. Serum takılarak yatağa uzandıktan bir süre sonra ağrılar dindi.
Gecenin bir vaktinde tekrar doktorlar, hemşireler geldi. Yeni kontrolleri yaptılar.
Sonrasında bir devlet hastanesinden beklemediğim şekilde beni hayretlere düşüren sistemli bir bakım başladı. Hastalar uyuyor, yatıyor. Ama doktorlar, hemşireler uyumuyordu. Ben uyurken kanlar alınıyor, tahliller yapılıyor ve dosyam hazırlanıyor. Vücudumla ilgili tüm bilgiler anında dosyama giriyordu.
Sabah 06.30’da kahvaltı dağıtımı ile uyandık. Bana kahvaltı yoktu. Serumla besleniyordum. Bu beslenme üç gün boyunca sürdü.Ama giderek kendime geliyordum.
Bu arada odalar koridorlar ilaçlı sularla temizlenerek pırıl pırıl yapılıyordu. Temizlikçiler girerek duvarlara kadar sildiler. Çarşaflar değiştirilip yataklar yapıldı.
Saat 07.00’de hemşireler viziteye çıkarak hastaları kontrol ettiler. Ardından sorumlu doktorlar gelerek sıkıntılarımızı sordular. O zaman hastalığımın adını ilk kez işittim.

DOKTORLAR “MEKANİK İLTER” DEDİ
“Mekanik İlter” olmuştum. Ama ne anlama geldiğini bilmiyordum. Tahminim vücudun mekanik sisteminin bozukluğu idi.. Kısaca özetlenirse bağırsaklarımda ve safra kesemde taş vardı. Yani taşlar bağırsak yoluna dağılmıştı. Bağırsak yolunu tıkıyordu.
Taşlar arkada bulunan karaciğere baskı yapmış ve enzimlerin bozulmasına neden olmuştu. Kan değerlerim safra ve karaciğer ölçülerine göre yüksekti. Safradaki bu dengesizlik sarılık yapmış ve vücudumun dengesini allak bullak etmişti.
Bu gibi rahatsızlıklar sırt ve karın ağrıları, kaşıntı, mide bulantısı, kusma, kabızlık, halsizlik. Sebepsiz öksürük ile kendini gösteriyordu. Bende bunların hepsi başlamıştı.
Daha sonra Acil Cerrahi Bölümü’nün başkanı ile 12’ye yakın genç doktor odaya girdi. Odada 4 hasta idik. Hepimizin dosyalarını incelediler. Benim başımda iken ilk teşhisi yapan doktor hocasına tanılarla ilgili bilgi veriyordu. Yapılacak işlemler dizisi üzerinde konuştular ve tedavi yönteminin yorumunun yapılacağını bildirerek ayrıldılar. Genç doktorların güler yüzleri içime su serpmişti.
Her gün kan alınıyor, tahliller yapılıyordu. Röntgenler çekildi. Ultrason alındı ve emar çekildi. Artık her şey ortaya çıkmıştı. Şimdi ameliyat yöntemi üzerine konuşuluyordu. Endoskopi ve laparoskopiden bahsedildi.Sonra ortaya çok özel bir yöntem çıktı. Çok nadir yapılan endoskopi yöntemi ile bağırsağa girme işlemi gündeme geldi. Bunu ilk kez ameliyat masasında öğrendim.

ERCP İÇİN AMELİYATHANEYE YOLLANDIM
Herkes “endoskopi kolay” diyordu. Ama bu bildiğimiz endoskopi değildi. Sonra adını öğrendim.
Bana ERCP yapılacaktı. Hazırlıklar başladı. Bir hemşire geldi ve ameliyat malzemelerini almak üzere nüfus kağıdımın fotokopisinin alınacağını söyledi. Nüfus kağıdımı verdim bir daha gelmedi ve kayboldu. Sonraki günlerde ise hiç bulamadım. Bu kadar düzenli çalışan bir sistemde ilk aksaklığı böylece yaşadım. Hastaneden ayrıldığımın ikinci günü nüfus kağıdımın koridorda yerde bulunduğu bildirildi.
Yeşil ameliyat gömleğini giydim ve içinde çıplak kaldım. Sedye ile binanın en alt katına indirdiler. Ameliyathane uzay merkezi gibiydi. Bir sürü doktor odalara girip çıkıyor ve koşuşturuyor. Ortadaki merkez ise servislerle irtibatı sağlıyordu. Beni bir odaya aldılar. Köşede bilgisayar ekranları, televizyon ekranları vardı. Yukarıdan büyük bir cihaz üzerime geliyor, yandan gözleri kör edecek düzeyde ışıklar yanıyordu.

STENT TAKILACAK HASTA SEN MİSİN?
Ameliyat yatağına uzandığımda yanıma gelen ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden gelen profesör olduğunu öğrendiğim doktor yanıma gelerek “Stent takılacak hasta sen misin?” dedi. “Stent” lafını ilk kez orada duydum ve şaşırdım.
Daha sonra odaya hocasının nezaretinde ameliyatımı yapacak olan Cerrahpaşa’dan Göztepe’ye atanan Uzman Doktor Barış Bayraktar ile Dr.Salih Bölük girdi. Onlara Fatma Katkan asistanlık yapıyordu.
Sol yanıma yatırdılar, başımın altına sünger bir yastık konuldu. Sağ koluma içinde ilaçlar bulunan serum cihazı takıldı. Boğazımı uyuşturmak için sprey sıkıldı.
Ardından acı dolu dakikalar başladı.
Ucunda ışıklar yanan kocaman bir boruyu ağzımdan içeri soktular. Endoskopi olanlar “Uyutuyorlar bir şey duymuyorsunuz” demişlerdi.
Hiçte öyle değildi. Kocaman şeyin boğazımdan içeri girdikten sonra midemi sollayarak bağırsaklarıma doğru yol alışı sırasında bütün vücudum ter içinde kaldı. Sanki içime doğru kocaman bir Ferrari otomobil farlarını yakarak dalmıştı. Yan gözle karşımda duran televizyon ekranına bakıyor ve içimde yol alan boruyu izliyordum. Bir yandan odada bulunan cihazların ısısını azaltmak için yukarıda çalışan vantilatörlerin rüzgârıyla donuyordum.
Borunun içersinden uzanan tellerin kumandasını tutan hoca ile öğrencisi çalışmaya başladı. Arada bir bana “yan dur”, “biraz dön” gibi komutlar veriyorlardı. Beni neden uyutmadıklarını o zaman anladım. Ama bu işin göz açıkken yapılması insana büyük acı veriyordu.
Soğuktan kendimi korumak için üzerimdeki gömleği çekiştirirken doktorlar işe girişti. İçimde sanki maç yapılıyordu. “Sağda duruyor”, “pompala”, “balonu şişir”,“karardı yeniden açalım”, “biraz daha girelim” gibi bağrışlar duyuyordum. Balon bağırsaklarımın bazı bölgelerinde şiştiğinde karnımda büyük acı duyuyordum.

JOY STİCK’LE “POMPALA”, “ŞİŞİR” ARASINDA KALDIM
Bir ara elinde joy stickle televizyonun karşısında oyun oynayan çocuklar aklıma geldi. Ekranda otomobil yarıştıran çocuklar gibiydi. Hem ellerindeki telle oynuyorlar, hem de boğazımdan içeri giren boruyu yönetiyorlardı. Doktorların yaptıkları çalışma ona benziyordu. Ama benim için hiç keyif verici değildi.
Doktorlar “pompala şişir” diye bağırdıklarında karnım içindeki balon acıyla birlikte şişiyor ve ekrandaki bağırsak yolum ışığın görüntüsüyle ortaya çıkıyordu. Bağırsak yoluma dağılan taşları görmeye başladım. Doktorlar taşları görünce borunun içinden uzanan elektrik süpürgesine benzeyen cihazın ucunu yaklaştırıyor ve onu yakalıyorlardı. “Pompala”, “temizle” yöntemiyle bu acım yaklaşık bir saat sürdü. Doktor Barış Bayraktar arada bir sırtımı okşuyor ve “Şimdi bitiyor” diye teselli ediyordu. Operasyon ilerledikçe gaz çıkarıyordum. Boğazımdan sular fışkırıyordu. Vücudum acıdan zangır zangır sallanıyordu. Asistan Fatma beni tutuyordu.
En çok acıyı cihazın uzanamadığı bölüm olan safra kesesine yaklaşıldığında duydum. Doktor Barış Bayraktar “Safra kesesinden taşlar dökülüyor onları toplayalım” dedi. Ancak cihaz bir türlü uzanmıyordu. Hocası “Birlikte girelim” dedi. Kumandayı ele alan hoca ile öğrencisi orada bulunan taşları da temizledikten sonra operasyon başladı. Kılavuz telin gidip gelip stenti yerleştirdiğini görüyordum. Balonu şişirip söndürerek yolu iyice açtıktan sonra yerine yerleşen stent açılarak barsak yolunu gerdi. Doktorlar “Ohhh! Bitti” dedi. Hoca ve öğrencisi sırtımı sıvazlayarak “Geçmiş olsun” dediler.

BAYAĞI DAYANIKLI BİR HASTAYMIŞSIN
Ağzımdan boruyu çıkardıklarında üzerimden bir kamyon geçmiş gibiydim. Ameliyat kıyafetimin ıslanmadık noktası kalmamıştı. Bitkinlikten parmaklarımı kımıldatamıyordum.
Doktor Barış Bayraktar “Bayağı dayanıklı bir hastaymışsın” dedi. Bende “Bir de bana sor” dedim. O da “Bize de sor” dedi.
Ameliyathaneden çıkarak sedye ile odaya giderken rüyada gibiydim. Üzerimden büyük bir yük kalktığını fark ediyordum. Yatağa yatar yatmaz yorgunluktan gözlerimi kapadım.
O arada kanımı almışlar ve serum bağlamışlar farkında bile değildim.
Sadece ameliyathaneden çıkarken kapıda eşimi ve kuzenimi gördüğümü hatırlıyorum.
Sonraki günlerde taşların yarattığı sarılığın giderilmesi için kan değerlerimi normale getiren tedavi yapıldı. İlaçlar, serumlarla dolu bir dönem geçirdim. Koridorda yürüyerek kendimi normal yaşama döndürmeye çalıştım. Sulu gıdalarla beslendim.

YILBAŞINI HASTANEDE KUTLADIM
Yılbaşı gecesi pencereden Çamlıca tepesine uzanan alanda patlayan havayi fişeklerini izledim. Sonraki günlerde bir an önce iyileşmeyi bekledim.
3 Ocak 2012 günü doktorlar “Bugün seni taburcu ediyoruz” dediklerinde benden mutlu insan yoktu. 10 günlük hastane maceram bitiyordu.
Eve vardığımda kendimi çok özlediğim banyoya attım ve üzerimde bir tabaka gibi hissettiğim hastalık havasını attım.
Şimdi 10 gün sonra kontrole gideceğim ve laparoskopi yapılıp yapılmayacağına karar verecekler.
Olsun dedim. Acılarım dindi ya…
Son dönemde yiyeceklerime dikkat ediyordum. Artık daha dikkatli olacaktım.
Safra kesesindeki taşların oluşmasında en önemli etkenin hormonlu ve gdo’lu gıdalar olduğunu öğrendim. Vücuda yüklenen böyle gıdalarda bulunan kimyasalları eritemeyen vücudun safra gibi bir yerlerde depoladığını öğrendim.
Herkesin doğal gıdalara dönmesi gerekiyor.
Zaten mis gibi kokan domatesi, salatalığı özledim.