İngiliz kült film serisinde James Bond'a ilk kez hayat veren isim olan dünyaca ünlü İskoç aktör Sean Connery 90 yaşında yaşamını yitirdi.
Herkes onu “Bond… James Bond” repliğiyle hatırlar.
Anılarımda ise birlikte geçirdiğimiz bir kaç hafta ve Atatürk Havalimanı’nda yaşadığımz bir kaç saat ile yolcu edişim var. Ölümünü duyunca içim burkuldu doğrusu…
Özde o dev adına rağmen mütevazi, samimi ve çana yakın biriydi. Ama inatçıydı…
Allah rahmet etsin, koca James Bond…
Gelelim hikayeme…
1974 yılı… Hürriyet’te acar bir muhabir olarak görev yapıyorum. Polis-adliye başta olmak üzere her habere gidiyorum. Aynı zamanda rahmet Oktay Şengüler ile nöbetleşe Atatürk havalimanı muhabirliği yapıyordum. Ama bazen şehir görevlerimde oluyordu. Sean Connery ile birlikte olduğum anı bunlardan biriydi.
Ünlü yazar Agatha Christie’nin romanından esinlenerek hazırlanan “Şark Ekspresinde Cinayet” (Murder on the Orient Express) filminin başlangıcı Türkiye'de geçiyor. İlk sahneler, İstanbul Anadolu yakasındaki Salacak iskelesinde çekiliyordu.
Türk sinemasından bazı oyuncular da figüran olarak yer almışlardı. Nubar Terziyan, Vanessa Redgrave'e tespih satmaya çalışan satıcı olarak çok kısa bir süre gözüküyordu.
Bu sahne artık günümüzde Salacak İskelesi'nin ve semtin bir bölümünün 1970'lerdeki halini gösteren bir belge niteliği de taşıyor.
Bana da filmin çekimin izlemem haber yapmam görevi verildi…
Artık gece gündüz Salacak’taydım.
Benim gibi genç bir bir gazeteci için heyecan vericiydi. Ütopya olan ünlü sanatçılarla birlikteydim.
Bir şehir hatları vapuru iskeleye bağlıydı.
İngiliz sinemasının devleri… Sean Connery, Vanessa Redgrave… Yönetmen Sidney Lumet yönetmiştir. Görüntü yönetmeni Geoffrey Unsworth'tur. Filmde çok geniş bir oyuncu kadrosu rol alıyordu.
Bir de İngiltere Kraliçesi Margareth’in kocası ve filmin fotoğraf editor Lord Snowdon vardı.
Çekim boyunca bunlarla birlikte oldum. Bana İstanbul için yüzlerce soru sordular. Sohbet ettik. Sette ikram edilen yemekleri birlikte paylaştık. Özellikle Sean Connery her yemeğe oturuşta beni yanına çağırır ve sohbet ederdik. Lord Snowdon bana fotoğraf teknikleri hakkında bilgler verirdi. Hatta Londra’ya gidersem kendisine uğramamı bile söyledi…
İşte genç bir gazeteci için filmin içinde film olabilecek nitelikte anılar yaşadım.
O gün Atatürk Havalimanı nöbetindeydim.
Havalumanı çalışanları “James Bond” burada dediler…
Heyecanlanmıştım.
“Nerede?” diye sordum.
“Transit salonda gazete okuyor” dediler.
Hemen gittim. Beni görünce şaşırdı. Biraz sohbet etti.
Film ekibinin gittiğini ve kendisinin biraz İstanbul’u dolaştığını söyledi.
“Gel bakalım Türklerin ünlü içkisi bir rakı alalım” dedi.
Birlikte free Shop’a gittik. Litrelik bir rakı aldı.
Sonra yine terminaldeki koltuklardan birine oturduk.
Çevremizde herkes James Bond’u, yani Sean Connery’ı merak edip ilgiyle bakıyordu. Benim onunla samimiyetime ise şaşırıyorlardı…
Sean Connery “Ozkan iki bardak bulabilir misin?” diye sordu.
Adımı “Ö” harfinin noktaları olmadan söylüyordu.
Turizm bürosunun dahili telefonundan Oleyis lokantasına telefon ettim. Bir süre sonra şef Şaban şık bir tepsi içinde rakı için çerez, buz, su ve bardakları getirdi.
Sean Connery, bardakları doldurdu. Benim bardağımı az koydurdum. O ise bardağını tamamen doldurdu ve su, buz katmadı.
“Biraz su kat çarpar” dedim.
“Biz İskoçlar viskiyi yapmak ve o lezzeti bulmak için çok uğraşırız. Viskiye başka bir şey katılırsa lezzeti bozulur. Rakıya da bir şey katarsak lezzeti bozulur. Sek içmek tadını almamı sağlıyor” dedi ve yudumlamaya başladı.
Çok hızlı içiyordu. Bir süre sonra bardağı bıraktı. Şişeden içmeye başladı.
İçtikçe kafayı buluyordu. Rakı çarpmaya başlamıştı.
Ona “rakının şişede durduğu gibi durmadığı” şeklinde söylemleri anlattım.
Artık beni duymuyordu. Şişenin dibine yaklaştığında olduğu yerde sızdı…
British Airways, İngiliz Havayolları ile Londra’ya gidecekti.
Tam o sırada yolcuların uçağa çağrıldığı anonsu başladı.
British Airways, görevlileri gelip uçağa gidilmesi gerektiğini söylediler.
Bütün yolcular binmişti ve uçak neredeyse kapılarını kapatacaktı.
Ama kolay mı?
Koca James Bond’u rakı devirmiş ve sızmıştı.
British Airways, görevlisi arkadaşlar “Ne yapacağız?” darken, onlara “Taşıyacağız” dedim.
Allah rahmet etsin. Pasaport Polisle Amiri Sami İpek vardı. Ondan rica ettim ve izin aldım. James Bond’u iki terminal hamalı yardımıyla uçağa taşıyacaktık.
Önce iki hamalla havalimanında uçaklara yol gösteren ‘Follow me’ aracına bindirdik. Uçağın merdivenlerini iki hamal yardımıyla çıktık. Sean Connery’I uçağın ilk sırasındaki koltuğa bütün yolcuların şaşkın bakışları arasında oturttuktan sonra nefes aldık.
Uçağın pilotları bile merdivan başından itibaren James Bond’un taşınmasını hayretle izlemişlerdi.
“Ne oldu?” diye sorduklarında “Türk rakısı çarptı” dediğimde epey gülmüşlerdi.
Her tehlikeyi göze alıp, havalarda uçuşan, kurşunları tutan, rakiplerini altüst eden koca James Bond, Türk rakısına yenilmişti…
Sean Connery, İstanbul’da sızmıştı. Londra’da ne zaman ayıldı bilemem.
Ama hep anılarmda hep önemli bir yeri oldu.
Rakı arkadaşımın tüm filmlerini izledim.
Sean Connery 90 yaşında öldü haberi içimi bir tuhaf yaptı…
Bir efsane daha gitti… Allah rahmet etsin..
Güle güle Bond... James Bond...