Prof.Dr.Toktamış Ateş Vefa'dan arkadaşımdı

Özkan Altıntaş

Vefa Lisesi'nde aynı sınıfta okumadım, ama okul arkadaşımdı. Prof. Dr.Toktamış Ateş’i kaybettik
Prof. Dr.Toktamış Ateş’in annesi Fikret Ateş Vefa Lisesi’nde Edebiyat öğretmenimdi ve beni çok severdi. Babası dönemin Türkiyat Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ahmet Ateş’te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Sanat Tarihi öğrenimi gördüğüm sırada Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde sertifika eğitimi görürken öğretmenim oldu.
Yani “Ateş” ailesi eğitim yaşamımda önemli yer tutuyor.
İyi bir edebiyatçı olan Fikret Ateş, iyi bir Türkiyatçı olan babası Ahmet Ateş ve Vefa Lisesi'nden okul arkadaşım siyaset bilimcisi Toktamış Ateş…
Hepsi ‘de akademisyen olarak Türk insanlarına bir çok şey vermeye çalıştılar.
Son Ateş’te gitti.
Hepsine Allah’tan rahmet diliyorum.
Prof. Dr.Toktamış Ateş’le aynı sınıfta okumadık ama Vefa Lisesi’nde eğitim gördüğüm sırada bir çok kez birlikte olduk.
Daha sonra ise Hürriyet gazetesinde görev yaptığım sırada bir çok kez birlikte olduk. Annesi ve babası ile ilgili öğrencilik anılarımı dinlemekten hoşlanırdı
Hele sınıf arkadaşım Kemal Sunal’ın edebiyat dersinden sürekli sıfır alması ve annesinin gözünde sınıfın en “hergele” öğrencisi olarak bilinmesine ise gülerdi.
Nitekim Vefa Lisesi’nde tipinden dolayı o dönremde çok ünlü olan eşkiya Koçero’ya benzediği için “Koçero Kemal” diye çağırdığımız Kemal Sunal’ın oynadığı her filminde Vefa Lisesi’nde birlikte yaşadığımız bir çok anekdotun yer aldığını gördük. Hatta Rıfat Ilgaz’ın ünlü “Hababam Sınıfı”nda bir çok sahnenin Vefa Lisesi’nde yaşadıklarımızla tıpa tıp uyuyordu.
Toktamış Ateş'i anarken Edebiyat öğretmenimiz Fikret Ateş’le ilgili bir anımızı anlatayım.
Vefa Lisesi’nde 6 Edebiyat B sınıfındayız. Yıl 1964…
Edebiyat öğretmenimiz  Fikret Ateş sınıfa girdi ve “Kağıtları çıkarın yazılı yapacağım”dedi.
Herkesi bir telâş aldı. Hazırlıksız yakalanmışlardı.
Benim korkum yoktu.
Öğretmenim Fikret Ateş bana doğru bakarak “Sen dışarı çık… Senin sınava ihtiyacın yok. Bunlar kadar akılsız değilsin. Sen zaten biliyorsun” dedi.
Doğru söylüyordu; Türk edebiyatı, tasavvuf edebiyatı, Avrupa edebiyatı ve şiirler konusunda 80 kişilik sınıfta tüm soruları doğru cevaplandıran tek kişiydim.
”Dışarı çık ama dalga geçme, müdüre görünmeden bir yerlerde otur” dedi.
Sınıftan çıkarken Fikret Ateş öğretmen tahtaya “Güneş balçıkla sıvanmaz” sözünü yazarak “Bundan ne anlıyorsunuz? Bir dosya kağıdına anladığınızı yazın” dediğini gördüm.
Daha önceki sınavda edebiyat öğretmenim Fikret Ateş kompozisyon ödevi olarak başka bir cümle vermişti. O cümle üzerine bir sayfa yazıp 10 almıştım...
Bugünkü durumumuzda o gün tahtaya yazılan cümledeki gibi yaşıyoruz
"Güneş balçıkla sıvanmaz" diyoruz.
Sıvanmadı...
İşin acısı yavaş yavaş çıkıyor..
Ama üzülmemek elde değil...
Edebiyat dersinden çıkınca canım sıkıldı. Aslında dersler daha eğlenceliydi.
Bende 6 Edebiyat A’nın sınıfına daldım.
Ne ders olduğunu bilmiyordum. Ama kürsüde herkesin “Mösyö” lâkabını taktıkları öğretmeni görünce Fransızca dersine girdiğimi anladım. Ben İngilizcede olduğum için Mosyö beni tanımıyordu.
Sınıfa girdiğimi ve orta sıralarda bir yere oturduğumu bile fark etmedi. Çünkü gözlükleri şişe dibi gibiydi ve kürsüden pek uzağı göremiyordu.
Oturduğum sırada yanımda Koçero Kemal (Sunal), arkamda Ayı Yaşar (Güner), güreşçi Fuat, mümessil İsmet, mümessil yardımcısı mazlum Cihat vardı.
Onlara edebiyat dersinden beni Fikret hocanın çıkardığını anlatırken Mösyö'nün sesini duyduk
”Çıkarın kitapları. Yeni dersi okuyacağız” dedi.
Hiç kimse hangi dersi okuyacağını bilmiyordu.
Mösyö kalın camlı gözlükleri arasından sınıfı süzdü ve beni gözüne kestirerek “Sen oku” dedi.
Neye uğradığımı şaşırmıştım. Ben Fransızca bilmiyordum. Kitabım yoktu ve neyin okunacağını da bilmiyordum.
Birden arkalardan bir kitap uçarak önüme getirildi ve “İşte bu konu" diye bir sayfa açtılar. Herkese eğlence çıkmıştı. Benim ne yapacağımı merak ediyorlardı.
Yabancı şarkı sözlerine merakım vardı.
Anlamını bilmeden İspanyolca, Fransızca şarkı sözlerini okurken telaffuzunu da öğreniyordum.
Ama o günden sonra önüme koyulan o kitabın sayfasında ne yazdığını hiç unutmadım.
Açılan sayfadaki konu 1697 yılında yayımlanan Fransız yazar Charles Perrault’un “La Barbe Bleue” (Mavi Sakal) adlı hikayesiydi.
Çaresiz "Kaşını gözünü yarar hallederim" diyerek başladım “La Barbe Bleue” adlı kikâyeyi okumaya.
Bütün sınıf okuyamayacağımı sanıp, dalga geçmek için ne yapacağımı merakla bekliyordu.
Ama ben okudukça şaşkınlıkları arttı.
Sayfanın sonuna doğru gelirken Mösyö’nün sesini duydum.
”Yeter! Aferin! İyi çalışmışsın. Numaranı söyle! Sana 10 vereceğim.”
Bu kez şaşırmak sırası bana gelmişti. Demek ki doğru okumuştum. Ama ben Fransızca öğrencisi değildim ve öğretmenin not defterinde ne adım ne de numaram vardı.
Koçero Kemal (Sunal) hemen atladı “Benim numaramı söyle. Benim Fransızcam sıfır belki kurtarırım”dedi.
Arkadan Ayı Yaşar (Güner) atladı “Benim numaramı söyle…”dedi.
Alacağım 10 numara bir anda sınıfta açık artırmaya çıkmıştı.
Şişe dibi gibi gözlükleri yüzünden ne olduğunu anlamayan Mösyö önündeki not defterinin sayfaların çevirip benim cevabımı bekliyordu.
"Hadi numaranı söyle evladım..." diyordu.
En sonunda kararımı verdim.
”Kim öğle yemeğini ısmarlarsa onun numarasını söyleyeceğim” dedim.
Sonunda ihale Ayı Yaşar’da kaldı.
Ama ihaleye giren herkese Çemberlitaş’taki Dede’nin yerinde kuru fasulye pilav ısmarlamak zorunda kaldı. Benim sayemde aldığı 10 numara ile bir türlü başaramadığı Fransızca’dan sınıfı geçti.
Yaşar Güner iş hayatında İspanya ile avize taşları ithalatı yaparak Meksika’ya avize satan bir atölye kurdu. Okulda öğrenemediği çat pat Fransızca ile uluslar arası çalıştı. Ama bir gün genç yaşta kalbi durunca hepimizi üzdü.
Felsefe öğretmenimiz sayesinden tiyatro ve sinema dünyasında ünlü olan Kemal Sunal’ın da kalbi Trabzon uçağında durdu.
Mümessil yardımcısı Cihat uluslar arası çalışan bir geminin kaptanı oldu.
Mümessil İsmet ekonomist oldu.
Güreşçi Fuat ise Boğaz’daki sahil güvenlik gemilerinin kaptanı oldu.
Şimdi ise bu anıların bir köşesinde duran Prof. Dr. Toktamış Ateş’i kaybettik.
Prof.Dr.Toktamış Ateş İktisat Fakültesi'nde okurken bende Hukuk Fakültesi'nde okuyordum.
İki üniversitenin altında bulunan pinpong oynayanları seyrettiğimiz salonda görüşürdük.
Turan Emeksiz yemekhanesinde ise yemek yerken beraber olurduk.
Sonra gazetecilik yaşamımda bir çok kez birlikte olduk.
Önemli bir bilim adamıydı.
Allah rahmet etsin.