Gavur.. Müslüman olmayanlar için toplumun cahil kesimlerinde söylenen son derece çirkin ve kaba bir sözcük…
Yine toplumda inatçı, kaba ve acımasızlar için de kullanılmaktadır.
Bu sözcük bazı deyimlere de girmiştir.
Örneğin bir şeyi boşa harcayanlar için gavur ettin denir. Onun dışında gavurca, gavur icadı, gavur ölüsü, gavur eziyeti, gavur inadı, gavurlaşmak, gavur orucu, gavur ölüsü, gavura kızıp oruç yemek gibi sözlerle bir şeyler anlatılmak istenmiştir.
Doğu Anadolu’da Erzurum’da da nedense bir dağa gavur dağı ismi verilmiştir.
9 Eylül de emperyalist güçlerin öne sürdüğü, desteklediği Yunanlıların denize döküldüğü İzmir için de bu sözcüğü bazılarının kullanmış olması da çok çirkindir. İzmir’e neden gavur İzmir denmiş ve bu yakıştırmanı nereden geldiğine açıklık getirmek sanırım yerinde olacaktır.
XIV. Yüzyılın başlarında Büyük Menderes’ ten başlayarak Tire, Ayasuluk ve Birgi bölgesindeki Aydınoğulları tarafından bu sözcüğün ilk defa kullanıldığı söylenmiştir.
Orta Çağ’da Avrupa’dan Kudüs’e giden haçlı ordularının yolu üzerinde Smyrna (İzmir) bulunuyordu. Haçlılar Kadifekale’de konakladıklarında orada yaşayan Rumlar tarafından misafir edilerek yedirilip içirilmişlerdi. Bu yüzden Aydınoğlları İzmir için gavur sözcüğünü kullanmıştır.
Yine de belirtmek isterim; bu iddia tam olarak aydınlığa kavuşamamıştır.
XIX. Yüzyılda Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun İzmir Başkonsolosu 1873’de Viyana(ya gizli gönderdiği bir raporda İzmir vilayeti yaşamında Türklerin önemli rollerinin olmadığını belirtmiştir. Oysa o yıllarda İzmir’in nüfusu 155.00 olup; 75.00 Rum, 45.00 Türk, 15.00 Katolik, ,6.00 Ermeni, ve 3.00 de diğer yabancılar burada yaşıyorlardı.
Çoğunlukla kırsal kesimde yaşayan, hayvancılık ve tarımla geçinen Türkler o yıllarda İzmir’in ticari yaşamında etkili olamamışlardı. Böyle olunca da İzmir’e yerleşen yabancılar ile Osmanlı tabasındaki gayrimüslimler ticaret ve komisyonculukta öne çıkmışlardı.
Ayrıca Tanzimat ve Islahat fermanının getirdiği haklardan yararlanan yabancılar kendi hukuklarına bağlı kalmışlardı.
Örneğin herhangi bir suç işlediklerinde kendi konsolosluklarına yargılanıyorlardı. O dönemde İzmir’de başta Fransa ve İtalya olmak üzere batılı devletlerinin Osmanlıya etkili konsoloslukları vardı. Bazen bunlar öylesine ileri gitmişlerdi ki, kendilerinin ters düşen valileri bile değiştirtebiliyorlardı. Kısacası İzmir’in yönetimde söz sahibiydiler.
İzmir valilerinden Ahmet Rasim Paşa, Mehmet Hurşit Paşa, Naşşit Paşa ve Abdulrrahman Nurettin Paşa da onların gazabına uğrayarak görevlerinden alınmışlardı. Soner Yalçın’ın “Efendi” isimli kitabından öğrendiğimize göre; bu dönemde İzmir’de Evliyazadeler, Yemişçizadeler, Kapanizadeler, Osmanizadeler, Şerifzadeler, Caferizadeler, Uşşakizadeler, Mususlluzadeler, Kilimcizadeler, Tuzcuzadeler, Helvacızadeler, ve Giritlizadeler gibi Türk zengin aileleri yaşıyor ve ticareti yabancılarla birlikte ellerinde tutuyorlardı. Bu aileler daha çok Tilkilik (Dönertaş) ve Karşıyaka semtlerinde yaşıyorlardı. Bu ailelerden bazılarının İspanyadan sürülmüş Safarad Yahudileri, Buldan ve Konya’dan geldikleri, birbirleriyle akrabalık ilişkileri olduğunu belirtilmiştir. İzmir’deki yabancıların egemen olmasının bir başka nedeni de Osmanlının yanlış tutumunda aranmalıdır.
Osmanlı yalnızca İstanbul dışında; Anadolu ve diğer yerlerin sosyal ve ekonomisine yeterince ilgi göstermemiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren bu sorunlar çözülmeye çalışılmıştır.
XIX. Yüzyılın ikinci yarısında İzmir’in farklı bir yaşamı vardı. Üst tabakada yaşayanların evleri çini sobalarla ısıtılıyor, çeşitli batılı araçlarla aydınlatılıyordu. İnsanlar banyolarda yıkanıyordu. Bu tür yaşam o günlerin Anadolu’su ile taban tabana zıttı. Salonlardaki takımlar, yemek masaları, duvarları kaplayan büyük aynalar, duvar saatleri ile batılı bir yaşam sürülüyordu. Özellikle piyano sesleri hemen her evden duyuluyordu.
Yabancı şirketler başta olmak üzere şehirde çeşitli batılı kulüpler vardı. İzmir sosyetesi batıda olduğu gibi at yarışlarında bir araya geliyordu. Türkler daha çok Kadifekale çevresinde, yabancılar ise deniz kenarlarında ve Karşıyaka’da yaşıyorlardı. İzmir’de ticaret yapan yabancı ve Türk aileleri yakınlardaki Aydın Manisa gibi yerlerdeki incir üzüm gibi ürünleri toplayarak ihracat yapıyorlardı. Aile bireyleri Avrupa’da eğitim görüyor ve çoğu da zaman zaman oralara gidiyorlardı.
Kısacası Batının bütün olanaklarından yararlanarak yaşıyorlardı. Yaşam farklarından ötürü İzmir’e gavur ismi bu yüzden verilmiştir.