Misafirler / Lagaluga Tur (26)

Ateş Nesin

Kapıyı açan karım beni ilk kez öpmedi. Bakışları bir noktada takılı, dalgın dalgın "Yarın akşam baban bize geliyor" dedi.
İlk şaşkınlığın etkisiyle "Sen iyi misin, bir şeyin yok ya, hasta filan değilsin değil mi?" diye sordum. Soruma yanıt verme gereğini bile duymadan, "Arkadaşlarını da yemeğe davet etmiş," diye sürdürdü konuşmasını. Sesim titreyerek hayretle, "Nasıl öğrendin, kim söyledi bunu sana?" diyebildim sadece. "Sanki kimselerin duymamasını istercesine  kulağıma usulcana fısıldadı" dedi karım.  Bütün bunların ne anlama geldiğini düşünmeye fırsat bile bulamadan "Peki öyleyse, şimdiden hazırlığa başlayalım" dedim. "Gelenler acaba kaç kişiymiş" diye tam soracakken de, "Tüm dostlarını çağırmış. Gelebilen herkes gelecekmiş, baban öyle söyledi" dedi. "İyi ama bu küçücük eve,  yemek masasına nasıl sığacaklar" dememe kalmadan, eşim "Baban bu konuda merak etmememiz gerektiğini, davetlilerin  masa dahil her yere rahatlıkla sığabileceklerini söyledi. Evin açık adresini de vermiş. Geldiklerinde öyle kalkıp zırt pırt kapı açmaya  gerek yokmuş, onlar  içeriye kapının zilini çalmadan  rahatlıkla girip çıkabilirler, kendi başlarına hareket edebilirlermiş.

-Hemen git gerekli olan her şeyi bugünden almaya başla, ancak yetiştirirsin. Mezeleri, içkileri bol al, dedim karıma

-Hiç öyle hazır şeyler  olur mu, çok ayıp. Bütün yemekleri ben özene bezene ellerimle hazırlamalıyım. Hepsi ev yapımı olmalı. Baban biliyorsun balığı çok sever, ızgarasını  yapmalıyım ona. Mutlaka  dereotlu zeytinyağlı bakla da pişirmeliyim, diye cevap verdi bana.  

-Çok iyi olur, çok iyi olur, teşekkür ederim...

Ben de  evde öncelikle yapılması gereken işlerin peşinde koşmaya başladım.Babamın görünce bozulacağını bildiğim için,  kedimizin evin giriş kapısının yanında bulunan hazır mama koyduğumuz kabını ortalıktan yok ettim. Ardından arka odada birikmiş günü geçmiş gazetelerin bazılarını sağa sola gelişüzel serpiştirdim. Tozlu kitaplığımdan rastgele aldığım bir kaç kitabın da sayfalarının aralarına okunuyorlarmış izlenimini  verebilmek için ayraç koyarak,  oraya buraya, sehpaların üstlerine, koltuklara, aklıma gelen her yere yüzükoyun bıraktım.

Aklıma birden banyo geldi. Babam yıllar önce evimize geldiğinde, benden tarak istemişti de, ben kendisine saç fırçasını uzatınca sinirlenmiş," Sen ne biçim adamsın, erkek adamın cebinde hiç tarağı olmaz mı,  saçını taramıyor musun yahu?" demişti. Hemen banyoya girip, lavabodaki aynanın önüne bir tarak koydum. Sağlığında da;  tıraş sonrası üzerimden buram buram kokular yayıldığını duyunca  "Sen karı mısın ki kokular sürünüyorsun" diyen babamdan bir kez daha fırça yememek için, oradaki tüm kokuları limon kolonyası şişesi dışında yok ettim.

Hazırlıklarımız büyük bir hızla ilerliyordu. Karımla ben küçüçük evin içerisinde deliler gibi dönüp duruyorduk. Sonunda ikimiz de  yorgun, bitap bir halde olduğumuz yere düşüp kaldık.

Bütün bu koşuşturmaca olup biterken;  zamanlardan gündüz müydü,  gece miydi,  bulunduğumuz mekân yok muydu, var mıydı, bütün bu olanlar  kocaman bir düş, yoksa erişilmez bir yalan mıydı? Hiçbir şey bilemiyordum doğrusu...

***

Tüm hazırlıklarımız artık tamamlanmıştı. En ince  ayrıntılara varıncaya kadar  gerekli  özeni fazlasıyla göstermiş, evimizin içerisini  olağanüstü abartılı dekoruyla  adeta bir tiyatro sahnesine dönüştürmüştük.

Eşimle büyük bir gerilim içersinde babam ve  diğer konukları beklemeye koyulduk.  Ayşegül," Şu telefonu da  fişten çekelim, ceplerimizi de kapayalım, zamansız çalıp misafirlerimizi rahatsız etmesinler. Ha bir de perdeleri de kapatmayı sakın unutmayalım, dışarıya ışık sızmasın" dedi.  Haklıydı. Normal koşullarda çok işe yarayan bu teknoloji ürünü cihazlar hiç beklenmedik zamanlarda "zıır zıır" diye çalıp gecenin geç saatlerinde gelenlerin huzurunu kaçırabilirdi. 

Gün batımından kısa bir süre sonra  kapı çaldı. Açmaya giderken biraz heyecandan, biraz da galiba korkudan olsa gerek iki ayağım birbirine dolanmaya başladı.Yavaşcana kapıyı açtım. Karşımda gepegenç, dipdiri bir Aziz Nesin duruyordu. "Merhaba oğlum" dedi "İlk ben geldiğim için haberli olsun diye kapıyı çaldım, ama diğerleri çalmayacak" diye devam etti. Oğlum mu ? Ne oğlumuydu? Allah'tan yakınımda bir ayna yoktu da, bakmak gafletine düşüp bu olağanüstü güzel büyüyü bozmak yanılgısına düşmedim.. "Canım Babacığım" diye sarılmak için iki kolumu açıp ona doğru yürüdüm.Ama bu çabam boşa gitti. İkinci hamlemde de hüsrana uğradım. İki kolum da havada, boşlukta asılı kaldılar.. Babam, "Uğraşma boşuna, olmaz" dedi, "Bana sarılamazsınız, ancak beni görebilir, sesimi duyabilirsiniz" "Hem sonra ben size hep söylemez miydim, sevdiklerinizi benim yaptığım gibi hep uzaktan sevin, sululuk yapmayın diye, öğrenemediniz bir türlü gitti".

***

Babamı aramıza alıp salona doğru yürüdük. Hemen yıkanmak istediğini söyleyip   banyoya girdi. Eşimle karşılıklı  orta yerde öylecene kalakalmıştık. Sessizliği bozmak için bir ara  şaşkınlıkla,"Muslukları açık unutmuşsun banyoda şakır şakır sular akıyor, koş kapat" dediğimde karım, "Sen ne diyorsun ayol, içeride baban var ya" deyip beni kendime getirdi. 

Banyodan çıkan babam  koltuklardan birinin içine gömülerek oturdu. Karımdan istediği bir bardak soğuk suyu içerken de, bize önce hal hatır sormaya ardından diğer sorularını sıralamaya başladı:

-Kızım nasılsın ?

-Teşekkür ederim  babacığım, sizi gördüm daha iyi oldum.

-Ateş oğlum sen  neler yapıyorsun bakalım, işlerin nasıl ? 

-Eh işte, deyip sustum karşısında

-Ne demek eh işte, adam gibi cevap versene bana.

Beceriksizlikten yapamıyorum diyemezdim babama,

-Turizm zayıf, dedim, Allah'tan Ayşegül de ben de emekli olduk da idare ediyoruz.

-Hayret, ben senin öldükten sonra emekli olacağını sanıyordum deyip, kıs kıs gülmeye başladı.

Babamın soruları sürüyordu. O  buralarda olup biten her bir şeyden haberdardı mutlaka. Kendisine cevap verirken açık sözlü olmam,asla kıvırmamam gerektiğini biliyordum. Benim hep çeviri yapmamı isteyen babam,

-Çeviri yapıyor musun? dedi

-Hayır, ama yazıyorum...

-Ne yazıyorsun?

-Şey... Mini fıkralar, yani taşlama yazıları. İki de kitabım çıktı.

Benim için çok önemli olan son kitabım " Babam Aziz Nesin" in başına gelenler beni fazlasıyla yıprattığından  babamı üzmemek için kendisine bu kitaptan hiç sözetmedim. O da bana kitapla ilgili   hiçbir şey sormadı

-Bari  para kazanabiliyor musun?

-Ne gezer, bedavaya yazıyorum, deyince babam  köpürdü:

-Bedavaya  yazılır mı oğlum, sen enayi misin? Hayatında hiç mi hiç örnek almadın beni be evladım. Yıllarca,  o binlerce sayfa tutan yazıları ne diye yazdığımı sanıyorsunuz siz benim ? Sizlere bakayım, evimi geçindirebileyim diye... Yoksa oturur, tüm yaşamım boyunca  keyfime göre şiirler, oyunlar yazardım ben...

Bir suçlu gibi sesimi çıkarmadan başım önümde onu dinliyordum. Babam her zaman olduğu gibi yerden göğe haklıydı. Ben şu yaşıma gelinceye kadar, bu dünyada nasıl yaşanılacağını bir türlü öğrenememiştim. Ödün verilmemesi gereken yerlerde bol keseden çevreme ödün dağıtmış, çekip gidilmesi gereken durumlarda olduğum yerlerde  çakılıp kalmıştım.

Babam sürpriz yaparak, aniden,  hiç de beklemediğim birisinden, ablamdan söz etmeye başladı.

-Oya'yla sık sık beraberiz, dedi.  Durmadan ellerime sarılıp benden özür diliyor. Ben de kendisine özür dilememesini, zamanında benim çıkardığım, söndürülmesi mümkün olmayan alev alev o yangını  sizin söndürebilmenizin asla mümkün olmadığını söyleyip teselli ediyorum kendisini. Babam sözlerine içini çekerek devam etti:

-Oysa ben ablanızın hayattayken okuyup, çok önemli   bir devlet adamı , ya da dünyaca ünlü bir piyanist filan olmasını arzu etmiştim.

Birden en korktuğum şey  başıma geldi,

- Nesin Vakfı ne âlemde peki, Ahmet ne yapıyor ? diye  sormaya başladı. İşte babamdan her an beklediğim böyle bir soru kaşısında kendimi mahvolmuş, çökmüş  hissettim. Böyle yaman  bir soruyu  kemküm ederek geçiştirmemin olası olmadığını biliyordum Bana uzun saatler gibi gelen o kısacık zaman parçası içerisinde babama neler söyleyebileceklerimi tam düşünürken,  Allah'tan imdatıma eve doluşmaya başlayan misafirler yetişti.

***

Kapıdan aynı anda içeriye giren davetlilerin aşağı yukarı hepsini çok iyi tanıyordum. Kıdemli olanlara diğerleri önden geçsinler diye yol veriyorlardı. Bu kıdem anladığım kadarıyla yaşa ve üne göre değil, gidiş sırasına göre  hesaplanıyordu.Gelenlerin hepsi filinta gibi delikanlılarla, bakımlı çok genç yaşlardaki  hanımlardı .Babamın yaşamı boyunca  tanıyıp, sevdiği, beraber acılar çektiği, sevinçlerini, mutluluklarını paylaştığı, hatta zaman zaman kavgalar ettiği  tüm dostlarıydı.

Herkes bulduğu  bir yere  kıvrılıp oturmaya başladı.Yer bulamayanlar da, yemek masasının altına, pencere kenarlarına. avizenin üstlerine ve gözlerine kestirdikleri evin içindeki diğer yerlere yerleştiler. 

Misafirlerimiz aralarında çok hızlı konuşuyorlar, ama söyledikleri her söz tane tane anlaşılır bir şekilde çıkıyordu ağızlarından. Kimse kimsenin sözünü araya girip kesmiyordu. Gelenleren biri bir ara  karımla beni işaret edip , 

-Yahu Aziz,  bu beyle, hanımefendi kim,  henüz tanıştırmadın bize, diye sorunca,  Babam,

-Oğlumla gelinim, diye cevap verdi.  Yine konuklardan  başka  bir çift tebessüm ederek, bizi soran adama bilgiç bilgiç dönüp,

-Nasıl tanımazsın dedi, Ali Nesin'le Portekizli eşi!

-Hayır o benim en büyük oğlum Ateş ile karısı Ayşegül deyip, yanlışı hemen düzeltti babam

Türkiye'nin, dünyanın durumu, politika, sanat ve edebiyat ile kendi özel yaşantılarıyla ilgili  her bir şeyi bol bol konuşup tartıştılar  tüm gece boyunca aralarında. Konuklardan birisi, babamın sürekli ısrarlarına rağmen, anılarını ölmeden önce  yazmadan gittiği için  pişmanlığını dile getirdi. Bir diğeri de, sağlığında tamamlayamadan yarım bıraktığı  kitaplarının  sürekli üzüntüsünü yaşadığını söyledi. Bir başkası da, ölümünden hemen sonra bir gece yarısı ziyarete gittiği çocuklarının kendisini tanıyamadıklarını hüzünlü bir şekilde anlattı. Çok ünlü bir yazarımız da; sağlığında, kendisini deliler gibi sevdiğini, onsuz bir an bile yaşayamayacağını göz yaşları içerisinde yineleyen  eşinin,  yatak odalarında, başuçlarında duran fotoğrafları  kaldırdığından yakındı, durdu gece boyunca 

Sivas katliamı sonrası İstanbul'a dönüşünde  karımla bana," Çocuklar  bunlar daha hiçbir şey değil, bu günler  iyi günlerimiz" diyen babamın  konuklara dönüp yüksek sesle, "En çok üzüldüğüm de; ülkem için söylediğim her olumsuz söz  doğru çıkıyor,  olumlu dileklerimden biri bile gerçekleşmiyor" demesi oldu 

Kısa bir süre için de olsa yıllar sonra geriye dönmenin heyecanı, yüksek dozdaki konuşmaların etkisi ile olsa gerek, hiç kimse karımın özene bezene hazırladığı o mis gibi güzelim yiyeceklere, içeceklere elini sürmemişti. Her şey masanın üzerinde hazırlandığı  gibi kalmıştı.

***

Güneşin doğmasına çok az bir zaman kala evimizde yoğun bir hareket başladı. Herkes birbiriyle vedalaşıyordu. Konuklarımızın gitme zamanı gelmişti. Söylediklerine göre, gün ışığı üstlerine doğmadan yola çıkmaları gerekiyormuş. Hepsi birden aynı anda ayağa kalkıp, geldikleri gibi  kapıdan  sırayla çıkıp gittiler. 

Babamın konukları gitmiş, evden ayrılma sırası kendisine gelmişti. Yıllar önce yola çıkarken  vedalaşma fırsatını bulamadığımız babamla bu defaki ayrılığımızın bir öncekinden  çok daha zor olacağı kesindi.

Babam gitmek için oturduğu yerden ayağa kalkıp önce kedimiz Afacan'ın sırtını okşadı. Afacan da "Seni nasıl da kandırdık ama" dercesine  onun suratına bakarak şımarı şımarık miyavlıyordu. Babam sokak kapısına doğru   ağır ağır ilerlemeye başladı. Karşımda birden, öne doğru hafif eğik vücuduyla  80 yaşındaki Aziz Nesin'i yeniden görür gibi oldum. Karımın sağ elimle tuttuğum sol  elini tüm gücümle sıkıyordum.  Gözleri dolu dolu olan karım" Baba her zaman bekleriz" derken, ben de "Baba arayı bu kadar uzatma ama" diye arkasından ekledim.

Son adımını dışarıya atmadan önce,  aniden duran babam başını hafifçe geriye doğru çevirdi:

-Benden bu kadar çocuklar, sıra şimdi sizde. Artık siz bana  geleceksiniz, bekliyorum, dedi.

***

Her tarafım zangır zangır titriyordu. "Deprem, deprem oluyor" diye  bağırmaya başladım. Gözlerimi açtığımda "Hadi artık uyan, öğlen oldu. Kahvaltı sofrası  hâlâ  seni bekliyor" diyen başucumdaki karım  beni omuzumdan tutmuş sallayıp duruyordu...

Ateş Nesin

*Yukarıdaki öykü oyunlaştırılacaktır


***

İdeal sonuç

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Hedefimiz 50 milyon turist" demiş

Şuna bi zahmet hep birlikte omuz verelim de, 50 milyonu 70 milyona çıkartıp, ülke nüfusuna eşitliyelim!

***

Dikmese de olur

Ağaç kesen turizmci iki katını dikecekmiş

Bizimkiler bindikleri ağacı kestiklerinden cezalarını zaten katbekat peşinen ödüyorlar!

***

Olmadı

ETS Grup Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ersoy, " Her şey dahil Türkiye'nin şansı" demiş

Ne kadar ayıp ama...

Bazı tur operatörleri ile otellerin şansını tüm ülkenin şansı yaptınız gitti birader!

***

Çok gerekli ya...

Antalya'nın Manavgat ilçesinde Külliye Camisi'ni gezdiren turist rehberleri, turistlere namaz kılınışını uygulamalı gösteriyormuş

Turistler yatıp kalkıp dua etsinler ki...

Ülkelerinde böyle bir uygulama yok!

***

Laf ola...

Ölüm uykumuzdaki düşlerin çökmesiyle başlar...