Meslek kimliği nasıl korunacak?

Özkan Altıntaş

Son yıllarda Türkiye’nin birçok meslek dalı erozyona uğradı. Önüne gelen yalan söylüyor ve kendini bir meslek dalının temsilcisi olarak tanıtıyor. Karşısındaki insanlar ise onun kalıbına kıyafetini aldanarak ‘öyle’ olduğunu sanıyorlar. Hatta daha ileri giderek ‘itibar’ bile gösteriyorlar. Sahte kimlikli diyeceğimiz kişiler ise bu davranıştan güç alarak karşısındaki insanı çeşitli taleplerle istismar etmeye başlıyorlar.
İstismar edilen kişiler bir süre sonra uyanıyorlar ama iş işten geçmiş oluyor. Bu gibi olaylara en çok çanak tutanlar ise ne yazık ki turizm sektöründe çok yaygın olarak bulunuyor. Sorarsan herkes “turizmciyim’ diyor.
TUROYD Başkanı Ali Can Aksu ve yönetimi meslek kimliğini korumak adına büyük mücadele veriyorlar. Turizmci kimliğine bazı kriterler getirilmesi için çabalıyorlar. Çünkü okullarda yıllarca dirsek çürütüp, turizme giren eğitimli kesimin farklı olması gerektiğini belirtiyorlar. Turizmdeki kaliteyi “eğitim” ve kategorize edilmiş yöneticilerin yükselteceğini belirtiyorlar. Kısacası, önünü gelenin turizmci olmadığını ve Mevlana’nın dediği gibi dergahtan geçmeleri gerektiğini söylüyorlar.

Bu “sahte meslek” olayında ikinci yaygın meslek ise gazetecilik… Önüne gelen “gazeteciyim” diyor. Şimdi 10 dolar veren domain alıyor ve üç kuruş verip site kuruyor. Dünyanın kendisini izlediğini sanıyor. Eline bir fotoğraf makinesi alan veya tablet, hatta cep telefonu ile fotoğraf çekerek ortada dolaşıyorlar ve anında gazeteci olabiliyorlar. Yediriyor da... Kimi görse ulusal basında yer alan ve binbir emekle muhabirlerin oluşturduğu haberleri gösterip "Bak bu haberi benden aldılar. Herkes beni okuyor" diyorlar...
Hatta ipin ucunu kaçıranlar kendilerinin bazı köşe yazarları olduğunu bile söyleyip, kapıdaki saf PR elemanlarının basın kaydına ünlü bir köşe yazarının adını yazıp toplantılara giriyorlar.
Biraz 'olmaz' diyerek engellemeye kalkışan ve direnen olsa cazgırlık yapıyorlar...
Hatta daha ileri giderek kendilerine azıcık bile olsa kıymet vermeyen kişileri tehdit ederek “Yazarım ha…” diyorlar. Bu durum karşısında istismar edilen kişi korkuyor ve onlara kenarında da olsa itibar göstermek zorunda kalıyor.

Bu sahte kimlikli gazetecilere en çık itibar gösteren kesim ise ne olduğu belirsiz PR şirketleri oluyor. Basın toplantılarında bile müşterinin gözünü boyamak için ‘kuru kalabalık’ olmasını göz alarak bu gibi kimseleri baş köşelere oturtuyorlar. Bu gibi PR şirketleri “sahte gazetecileri” müşterilerine sunarak onları aldatıyorlar. Tabii böyle PR şirketlerinin de ömrü kısa oluyor.

Bu kadar yıllık gazeteciliğimde en uzun Hürriyet’te olmak üzere Milliyet, Star, Türkiye, Cumhuriyet, TRT gibi kurumlarda görev aldım. Fenerbahçe Kulübü’nün gazetesini yayınladım. Erem Tanıtım ile sektörel yayınları hayata geçirdim. Daha sonra ise kendi sektörel yayınlarımı yaptım ve şimdi online olarak yayıncılığı sürdürüyorum.

Bu arada bazı PR şirketlerinde Medya Sorumlusu olarak görev yaptım. Bunları sayarsak Cen Aians’ta görev yaparken Koç Holding, Has Holding, Cıngıllıoğlu Holding, Eczacıbaşı Holding, Yapı ve Kredi Bankası, Galatasaray Spor Kulübü gibi kuruluşlarla çalıştım. Message İletişim döneminde ise Doğuş Holding, Teknik Yapı, Dahiatsu, Toyota gibi kuruluşlarla çalıştım.

PR döneminde bizim en önemli görevimiz, müşteriye etkinlikler sonrası “cover page” dediğimiz raporu sunmaktı. Bu rapor bizim çalıştığımızı ve yaptığımız işin ne kadar değerli olduğunu gösteren en önemli işti. Çünkü müşteri “Tamam paraları harcadık, siz bana ne veriniz, ne kazandırdınız?” diye sorardı. Bizde müşterinin yapılan etkinlikte verdiğimiz performansı takip edeceğini bildiğimizden “cover page” dosyası için azami özen gösterirdik.

Biz dosyayı verdikten sonra müşteriye brifing verir, etkinliğe çağırdığımız kişilerin ne kadar önemli ve etkin kişiler olduğu hakkında detaylı bilgilendirme yapardık. Yani sadece cover page yetmezdi.
“Tamam geldiler, yazdılar, bunlar kim? Ne kadar etkililer?” diye sorarlardı. Yani günümüzde online medyada kılık değiştirerek gündemi oluşturan “influence”, yani “erişim ve etkileşim” sorgulanırdı. Bunun arkasında “yazan kişinin” sektördeki etkinliği ve eriştiği doğru kitle araştırılırdı. Çünkü bir kurum adına yapılan ve büyük paralar harcanan her etkinlik “doğru hedef kitleye, en kısa sürede ve en etkin şekilde” ulaşmayı hedefleyerek, satış ve pazarlama, yanında kurumu itibar kazandırmalıydı. Bu etkiyi sağlayacak olan ise sektördeki kaliteli kalemlerin işiydi. Bizde bu nedenle seçici olurduk.

Günümüzde bu iş ayağa düştü… Birileri etkinliğe çağırılıyor. Yediriliyor, içiriliyor. Sonra ne yazdılar, ne faydaları oldu? Bu kişiler kimdi? Diye araştıran yok. Yani "saldım çayıra mevlam kayıra" misali PR çalışmaları yapılıyor.

Halkla İlişkiler Derneği’nin bir genel kurulu sonrası yeni yönetimini tebrik ettikten sonra bu konuda bir yazı yazmıştım. Sevgili Figen Töksü, “Özkan bey çok ağır yazmışsınız?” demişti. Ben de “Yalan mı?” diye sormuştum. Çaresiz bir şekilde görüşüme katılmıştı. Çünkü Figen Töksü, Halkla İlişkiler mesleğini, sevgili dostların Alaattin Asna, Ergüder Tırnova’dan sonra en düzeyli sürdüren değerli arkadaşlarımdan biridir. Birilerinin bu sektörün kalitesini korumaları gerekiyordu.

Gazetecilik hayatımda yaşadığım bir olayla bu konuyu noktalıyorum:
Hürriyet gazetesine bağlı Gazete gazetesinin İstihbarat Şefi idim. Okuyuculardan biri telefon etti “Benim dükkanıma maliyeci olduğunu söyleyen kişiler geldi. Zorla bir gazeteye abone yaptılar. Benden para istediler. Ben de maliye korkusu içinde verdim. Bunlar gazeteci mi?” diye sordu.
O sıralarda bir takım siyah giyimli kişilerin esnafın kapısını çalıp kendilerine maliyeci süsü vererek fotokopi şeklindeki “maliye” başlıklı bültenlere abone yaptıklarını duyuyorduk. Telefondaki adam aynı kişilerin ertesi gün alt sokaktaki esnafa geleceklerini bildirdi.
Bizde Mali Polis Müdürü Cevdet Saral’a olayı bildirdik. Tabii, mali polis ertesi gün bu adamları topladı ve emniyete götürdü. Bizim muhabir polisin duvarın dibine dizdiği siyah giyimli, kravatlı sahte maliyeci 6-7 kişiyi bir güzel fotoğrafladı…
Gazete gazetesi genel yayını müdürü rahmetli Orhan Olcay ile masa başında “Kravatlı eşkiyalar” diye başlık attık. Ertesi gün sahte gazetenin patronu gazeteye geldi ve karşıma oturdu. “Biz ettik, siz yapmayın. Çocukları kurtarın” dedi. Bize bir daha yapmayacakları için söz verdi. Adamlar deşifre olmuştu. Artık o sahada at oynatamayacaklardı. Mali Şube Müdürü Cevdet Saral ile konuştum ve esnafın paralarını iade edeceklerini, esnafın şikayetten vazgeçtiğini söyledim. Nitekim de öyle oldu. Adamlar serbest kaldı ve bir daha ortada görünmediler.

İşte birilerinin gazetecilik meslek kimliğine sahip çıkması gerekiyor. Bunu gazetecilik dernekleri, sendikaları, birlikleri…. Kim varsa yapmalıdır.
Hatta kolluk kuvvetleri de yapmalıdır. Sahte kimlik taşımak ve beyan etmek bir suçtur. Polis üniforması, subay üniforması taşıyan, bakanım diyen yakalanıyor ve ceza alıyorsa, bunlarda almalıdır. 
Hükumet sahte basın kartı ve kimlik taşıyanları birer birer silerken,  bunları da yakalamalıdır.

Artık Türkiye’de herkes kendi işini yapmalı ve herkes birbirinin işine burnunu sokmamalıdır.
Bu arada kurumları yönetenler artık aldatılan değil, dikkat eden ve korkmadan görevlerini yapanlar olmalıdır.
Yoksa turizm, PR, gazetecilik gibi meslekler erozyona uğruyorsa bunun sorumlusu bu sektörleri yönetenlerdir.
Bizce kurumları yönetenler, işbirliği kurdukları PR şirketlerine hesap sormak zorundalar.