Yine havanda su döğüyoruz. Yine bir sonuç çıkmayacağını bile bile çekişiyoruz, itişiyoruz,bir araba laf ediyoruz.
Zaman bugün dünyanın en büyük değeri. O kadar ki, paradan bile önemli sayılıyor. Zamanı iyi kullanırsak, para da gelir, imkan da artar, mesafe de alınır. Lafla peynir gemisinin yürümediğini eskiler hep söylerdi. Eskiye bakan, kulak asan kim? Durduk yerde lafla Türkiye’yi bile yenileştirmediler mi?
Çözüm bekleyen çok meselemiz var. Bunlar lafla, sistem değiştirmekle, başkan olmakla hallolmuyor ki…
Öyle olsa,bütün dünya başkanlık sistemine geçer,tek adamın ağzından çıkanla iyiyi, güzeli, değeri yakalardı.Neyse şimdi bunları konuşmanın tartışmanın zamanı geçti. At ve Üsküdar hikayesini az dinlemedik. Onun için biz, çözüm bekleyen sorunlarımıza geçelim.
Önce enerji meselesinin üzerinde duralım. Çok pahalıya mal ettiğimiz elektriğin bedelini Türkiye’nin dörtte üçü ödüyor. Gerisi kaçak kullanıyor. Kaçak elektriğin bedelini de,bizlere yani dörtte üç nüfusa yüklüyorlar. Böyle şey olur mu? Bunu süratle halletmek ve bu yüzden devletin aldığı yarayı onarmak zorundayız. Ayrıca enerjiyi kendi kaynaklarımızdan sağlamak için ne mümkünse yapmalıyız. Rüzgar enerjisi mi, güneş enerjisi mi, nüklear santral mi, hangisinden daha güçlü şekilde sağlayacaksak enerjiyi, ona yüklenmeliyiz. Öyle dağları taşları delerek, vasıfsız kömür elde etmekle ucuz ve yeterli enerji sağlanamıyor artık. Dünya güneş enerjisi tarlalarıyla kaplanıyor. Dağlar rüzgar enerjisi için fırıldaklarla donanıyor. Yapacak başka bir şey yok. İğneyle kuyu kazmaktansa, dünya ne yapıyorsa,teknoloji nereye gidiyorsa onu takip etmeliyiz. Aksi halde hazinenin çoğunu, enerji için yabancılara ödemeye devam ederiz.
Bir diğer kötü yönetim sonucu da, çoğumuzun izlemediği TRT’ye ödediğimiz paralardır. Biz niye TRT’ye para ödeyelim ki? Özel televizyonlar 300-500 kişilik kadrolarla harikalar yaratırlarken, TRT’nin binlerce personelinin maaşı ve kurumun israf ölçülerine varan masrafı,neden bizim ceplerimizden çıksın? Kim ne hakla böylesine gereksiz bir hizmet için,elini ceplerimize uzatıyor? Çok istiyorlarsa, TRT’yi kim izliyorsa o versin vergisini.Ama izlemeyenlerin yakalarından lütfen ellerini çeksinler.İzleyici sayısının artmasını ve herkesin gönül rızasıyla vergi vermesini istiyorlarsa,önce tarafsız yayıncılığa dikkat etsinler,sonra yasaların kendilerine yüklediği sorumluluğa uysunlar, iktidarların borozanı olmaktan ve seçim propogandalarında bile taraf tutmaktan vazgeçsinler,programlarını da iyileştirsinler. Belki milletin tümü, o zaman izler TRT’yi.
Sağlık hizmetlerinde köklü olmasa bile, hayli iyileştirmeler var. Kim ne derse desin,aile hekimliği müessesesi ve sağlık ocakları oturdu. Halk memnun, doktoruna da gidebiliyor, ilacını da rahat alabiliyor artık. Evet muayene ve ilaç ücretleri yine arttırıldı ama, buna da şükür diyelim. Çünkü dünyadaki en pahalı
hizmet sağlık hizmetleridir. Eskiden kan aldırmak hem pahalı ve hem de zor bir işti.Şimdi sağlık ocakları bile kan alıyor ve sonucunu vatandaşa ister internetten, ister şahsi müracaatla bir gün arayla verebiliyor. Doktorların görüşlerine itibar etmeden sağlık reformu yapılamaz.Ama görüyoruz ki,kısmi iyileştirmeler yapılabiliyor. Bunları da takdir etmek lazım.
Sadece eleştirmekle, kızmakla faydalı bir noktaya varılamıyor. İyiyle kötüyü, gerekli ve gereksizi, faydalı ve zararlı şeyleri ayırmak gerek. Millet bu ayırımı yapabilse mesele yok. Ya körü körüne iktidarı destekliyor yada yapılan herşeyi karalıyor. Bunun ortasını bulamıyoruz bir türlü.
Ekonominin iyi gitmediğini söylemeden önce, şu Suriyeli mültecilerin üzerinde durmalıyım. Dünyanın en merhametli milleti biz olabiliriz. Savaştan kaçan insanlara kucak açabiliriz. Ama milyonlarca kişiyi sorgusuz sualsiz ve kimliksiz ülkeye sokarsak, bunun her türlü sıkıntısını yaşamaya hazır olmalıyız. Suriyelilere öyle imkanlar tanıdık ki, imkansız,dar gelirli ve yoksul insanlarımız’’ keşke Suriyeli olsaydık’’diyorlar. Milyarlarca dolarımız Suriyeli mültecilere gidiyor. Dünya bizim merhametimizi alkışlamıyor, enayiliğimize gülüyor. En güçlü devletler bile, mültecileri ülkelerine sokmazken, Türkiye mülteci üssü ve karargahı haline getiriliyor. Bu olmaz işte. Bütün yurttaşlarımın hali vakti yerinde olacak ki, mültecilerin korunmasını hoş karşılayabilsin. Onlar aç ve yoksulken, mültecilerin her ihtiyacını fazlasıyla karşılamak, doğru bir
hareket olmadığı gibi, bunun ağır faturasını da yakında ödeyeceğiz.
Kendi nüfusumuz yetmiyormuş gibi, 4 milyondan fazla mültecinin bakım, eğitim ve beslenme kamburunu da sırtımıza yüklersek,ekonominin iyiye gittiği veya gideceği iddialarına kargalar bile güler. Üstelik de ordumuz harp halinde. Terörle, iç ve dış düşmanlarla boğuşuyor, bu işe trilyonlar sarfediyoruz. Ekonomist olmaya gerek yok. Bakkal defteri bile, böyle durumlarda iflası gösterir. Hem gırtlağa kadar borca gireceksin, hem turizmin ve ihracatın boğazını sıkacaksın, üretimi arttırmak yerine ithalatı arttıracaksın. Üstelik de savaşacak, mermiler füzeler yağdıracaksın düşmanın üzerine. Ondan sonra da kalkıp, ekonomimiz iyileşiyor diyeceksin. Bu söyleme ve iddiaya inananı bulmak zor.
Devleti idare etmek.öyle sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Ama Olağanüstü Hal kanunuyla idare etmenin bir zorluğu yok. Kim kafa kaldırırsa, kim eleştirirse,kim demokratik haklarını kullanmaya kalkarsa, sür üstüne Toma’yı, sık gözüne biber gazını. O da yetmezse yakalayıp tık içeri. Böyle şey olmaz. Artık bu OHAL kanununa son vermek zorundayız.
Arapsaçına dönen ve faydasız nesiller üretmeye odaklanan eğitim sistemimizi gözden geçirmek gerek. Gençlerimize özen göstermeli ve önem vermeliyiz. Bir de tarım politikamızı hiç ihmal etmemeliyiz. Hayvanların yiyeceği samanı bile yeterince üretemiyor, ithal ediyoruz. Dünyanın en pahalı etini yiyoruz. Tarım kredilerini, konuyla ilgisi olmayanlara kaptırıyoruz. Arazilerimizin çoğu boş duruyor, doğru dürüst işlenemiyor. Batı bölgesindeki köylülerimiz ekmek yapmayı unuttular adeta. Onlar da, bizim gibi Migros’tan, Kipa’dan, Şok’tan, BİM’den, A 101’den alışveriş ediyorlar. Dikkat edin, tarım alanlarımızın ortasına fabrikalar, siteler, evler yapılıyor. Eskisi gibi, tarımdan verim sağlayamıyoruz. Bunun da çaresine bakmalı,ekilmemiş boş tarım alanı bırakmamalı, köylünün daha fazla şehirleşmesine prim vermemeliyiz. Özetle köy ekonomilerine bir çeki düzen vermek zorundayız. Bunlar geçici değil, köklü reform bekleyen sorunlardır.
Aslında daha pekçok sorunumuz var ama, şimdilik yer darlığından sadece bunlara değinebildim. İleride bu konuları işlemeye devam edeceğim.