Şarkıcı Gülşen’i sahne dışında hiç yakından gördünüz mü?
Ben gördüm, Bebek sahilinde yürürken, önümden bir kaç kez geçti fark etmedim bile, bilmem kaçıncıda biri uyarınca baktım, güneş gözlüklerinin altında, kısacık boyuyla mini minnacık bir kadın.
Ancak bu minik kadının sahnede nasıl devleştiğini hayranları biliyorlar.
Biz de bu ‘dev’ halini verdiği cesur mesajlarla ve LGBT bayrağı açtığında öğrenmiştik.
Bu şarkıcımız, epeydir bazılarını kızdırıyordu.
Canlı yayında yanlışlıklı biri çıplak çıkar diye Eurovision Şarkı Yarışması’nın yasaklandığı, kadınlar mayolarla spor yapıyorlar diye jimnastik yarışmalarının artık yayınlanmadığı, ekranda en ufak kadın görüntüsünün sansürlendiği, LGBT haklarının ‘cezalandırılması gereken bir sapıklık’ sayıldığı bir konjonktürde Gülşen cesurca bazı şeyleri savunuyordu.
Sahneye, istediği türde giysilerle çıkıyordu, LGBT bayrakları sallıyordu, İstanbul Sözleşmesi’ni savunuyordu, kadın vücuduyla ilgili tasarrufun kadınların kendilerine ait olduğunu söylüyordu.
Tüm bunlar, Gülşen’in aleyhine çetele tutanlar için atılan çentikler oldu.
Ve son ‘Genellemesi’, kendisine diş bileyenlere aradıkları kozu verdi.
Gülşen’in tutuklanması, sadece bu ufak tefek kadının cezalandırılması anlamına gelmiyor; onun gibi cesurca davranacak herkese gözdağı veriyor.
Ülkenin her alanda geri gittiği, insanların artan fiyatlar karşısında açlık çektiği, işsizliğin kol gezdiği, eğitimin yerlerde süründüğü, basit bir hastalık için insanların günlerce sıra beklediği, buna karşılık bir tarafından iktidara yamananların ise, milyonluk boşanma davalarını konu olduğu, ayetlerle alay edenlerin ödüllendirildiği bir konjonktürde, yapılan yanlışları dile getirmek isteyen varsa, onlara sopa gösteriyor.
“Konuşmayın!”
“Konuşursanız, Gülşen gibi olursunuz!”
Ama görüyoruz ki, tutuklamalar da işe yaramıyor ve insanlar, maçlarda avazı çıktıkları kadar bağırıyorlar, polisler arasında cezaevine getirilen mini minnacık ‘Cesur şarkıcıyı’ alkışlarla hücresine uğurluyorlar.
xxx
Kitapları dünya çapında on milyonlarca satan İsrailli tarihçi Prof. Yuval Noah Hariri’nin, demokrasiyle ilgili bazı sözleri sosyal medyada dolaşıyor. Hariri, demokrasiyi tanımlarken, şöyle diyor:
“Demokrasi narin bir çiçek gibidir. Yeşermesi için bazı şeylere ihtiyaç vardır. O şeylerden birisi, halkın farklı kesimleri arasındaki güvendir. Bu güveni yok eder, bir de farklı kesimlerin yaralarını kaşıyarak halkı bölerseniz, orada demokrasi olmaz!”
Hariri’ye göre, ‘Narin bir çiçek’ olan demokrasiyi yaşatamazsanız, etraf birbirinden farklı otların yetiştiği bir cangıla döner ve ortada demokrasi kalmaz.
Maalesef şu anda böyle bir ortamda yaşıyor gibiyiz.
Bütün dünya ekonomik sorunlar karşısında tek bir formül uygularken, nedendir bilinmez, Türkiye herkesin tersine, hiç olmayan bir formülde inat ediyor, yanlış tedavi edilen kanser gibi ekonomik sıkıntılar da büyüdükçe büyüyor.
Suriye’de iç savaş bittiği halde, Türkiye kimilerine göre 10 milyonu bulan Suriyeli’nin geri dönmesi için hiç bir formül üretmiyor, tersine onların gizli gizli vatandaş yapıldığını duyuyoruz.
Bütün dünya, durup dururken Ukrayna’ya saldırıp, insanlığı bir ateş çemberine sokan Putin’i lanetlerken, buradan farklı sesler yükseliyor.
Dünya bilime, araştırmaya, eğitime daha fazla kaynak ayırmaya çabalarken, Türkiye’de Diyanet’in bütçesi büyüdükçe büyüyor.
Türkiye’deki tutuklu insan sayısı, nüfusa oranlanınca, dünya rekorları kırılıyor.
‘İnsanların yaşam biçimine karışmayız’ diye yola çıkanlar, her gün bir festivali, konseri yasaklıyor, içki içilmesin diye zam üstüne zam yağdırılıyor.
Tüm bunları dile getiren de, mini minnacık bir şarkıcı bile olsa ‘devleşiyor’ ve ‘konuşmasın’ diye korkutulmaya çalışılıyor.