İSTANBUL- S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi yeni bir sergiye ev sahipliği yapıyor. 'Karşıdan Karşıya/ MÖ 3. Binde Kiklad Adaları ve Batı Anadolu' adlı sergi bugün Kültür ve Bakanı Ertuğrul Günay'ın ve Yunanistan Kültür Bakanı Pavlos Yeroulanos'un katılımıyla açılıyor. Müze müdürü Nazan Ölçer, "Umarım bu sergi iki ülkenin ilişkilerini başka boyutlara çekmesine yardımcı olur" diyor
Bir önceki sergisinde İstanbul’un sekiz bin yıllık tarihini irdelen Sakıp Sabancı Müzesi bu kez Ege adaları ve Batı Anadolu kıyıları kültürünün beş bin yıl öncesini anlatan bir sergiyle karşımızda. Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü ve aynı zamanda Nicholas Chr. Stampolis’le birlikte serginin eş küratörü olan Nazan Ölçer son hazırlıklar aşamasında sorularımızı cevapladı.
Nazan Hanım hiç bir şeyi tesadüflerle yapmazsınız, bu sergi nasıl ortaya çıktı?
Müzeler dünyasının içindeyseniz ilginç koleksiyonlar da size yol gösteriyor. Bu sergi de biraz öyle başladı. Yunanistan’daki Goulandris Vakfı Kiklad Sanat Müzesi’yle ilişkilerimiz vardı. Yunanistan’la bu kadar yakın komşuluğa rağmen kültür alışverişimiz müzeler söz konusu olduğunda sınırlı kaldı. Kiklad Müzesi Müdürü Nicholas Chr. Stampolidis’le birlikte ‘Kiklad kültürünün, 20. Yüzyılda büyük sanatçıları etkilemiş, sanat üretimine yön vermiş 5-6 bin yıllık zamansız heykellerinden yola çıkan bir sergi’ diye başladık. Batı Anadolu sahiline son derece yakın, Mikanos, Naksos, Santorini gibi adaların dahil olduğu Kiklad takım adalarının tarihteki önemi pek bilinmez.
Son halini nasıl buldu?
Sonra sadece Kiklad Adaları’ndan gelecek sergiyle bir şeylerin eksik kalacağını Batı Anadolu’da o tarihte ne olup bittiğini bilmenin gerekli olduğunu düşündüm. Ve serginin birdenbire çerçevesi değişti. Ve tabii karşı tarafı da ikna etmem gerekti. MÖ 3. Binden, yazılı hiç bir kaynağın olmadığı beş bin yıl öncesinden söz ediyoruz.
O dönemde ilişkiler daha yoğun anlaşılan...
İki yaka arasında yoğun bir gidiş geliş olduğu şüphesiz. Ama ötesi bilinmiyor. Öykünün geri kalanını anlatmak için de Urla, İzmir Limantepe gibi yerlerde büyük kazılar yapan Türk Arkeolog dostlarımıza başvurduk. Onun dışında başka kazı yerlerinde de Kiklad kültürüne ait çok fazla eser çıkıyor. Yeni kazılarımızdan her biri aslında düşündüğümüzden çok daha eskiye giden bir uygarlığın da izlerini gösteriyor bize Çatalhöyük gibi.
İşi yine zorlaştırmışsınız?
Evet, o bölgenin kültürünü araştırmak için iki ülkenin uzmanlarını buluşturmak gerekiyordu. İlginçtir ki belki birbirlerini isim olarak bilseler de bugüne dek ortak bir proje yapmaları ve araştırmaların sonucunu paylaşarak yeni bir şey üretmeleri söz konusu olmamış. İlişkiyi bu sergi başlattı. Anadolu’nun dahil edilmesi projeyi zorlaştırdı tabii ki. Bu bir müzeden sergi alıp getirmeye benzemiyor. Ciddi bir araştırma isteyen bir çalışma.
Yaptığınız disiplinler arası bir düzenleme diyebiliriz...
Evet düzenleme ama biz öyküyü de anlatıyoruz. Gelen eserleri duvara asmak, vitrine yerleştirmek ve iki tane bilgi panosuyla işi bitirmek gibi bir sergi hiç bir zaman yapmadım. Müzelerin bir eğitim aracı olduğunu da unutmamak gerekiyor. Aydınlatmasından sunumuna gelişen müze tekniklerinden yararlanmak da söz konusu. Galiba bizim de ayrıcalığımız bu. Bu sergide beni en sevindiren husus aralık ayının sonunda iki tarafın arkeologları bir araya geldi, sergiye konuyla ilgili koyabilecekleri malzemelerin ne olacağını tartıştı. Bu çok heyecan verici bir gündü. Eserin bir parçası karşı adalardan çok benzeri de Anadolu’daki kazılardan çıkmış. Sonuçta yakın komşuluğa rağmen bir araya gelememiş bilim insanları bu projede yol ve ufuk açıcı bir çalışmayı gerçekleştirdi.
Sergi düzenlemesi de çok etkileyici kim yaptı?
Bu sergide yine İstanbul sergisini yapan mimar Boris Micka ve ekibiyle çalışıyoruz. O dönemin günlük yaşamını anlatan, sergiyi anlaşılır kılacak tüm duvarları kaplayan bu görseller tabii ki hayali çizimler değil, buluntuların bizi götürdüğü ve bilim dünyasının kabul ettiği çizimler. Sadece kap kacakla değil her şeyi doğal çerçevesi ve insani boyutuyla da anlatmaya çalıştık. Ege üzerine pek çok şiir yazılmıştır. Destanlar, efsaneler vardır. Edebiyatta bu sergide bir ölçüde devreye giriyor. Yunanistan’nın ve Türkiye’nin büyük şairleri Elitis’ten Ritsos’tan, Melih Cevdet Anday’dan, Oktay Rıfat’tan Ege’yle, denizle ilgili dizeler, özdeyişler var.
Sergide yer alan parçalar hangi müzelerden geliyor?
Yunanistan’dan iki büyük müzeden geliyor. Kiklad Sanatı Müzesi ve Ulusal Arkeoloji Müzesi. Türkiye’den de 15 müzeden toplam 340 eser var. Tabii ki en büyük parçalar, bütün heykeller özel bir müze olan Kiklad Müzesinden. Özel koleksiyonlar hevesle ve sanat aşkıyla kırık parçalarla ilgilenmezler, bütün eser alırlar. Ama özel koleksiyoncu aldığı eserle ilgili bilimsel bilgiye sahip değildir. Zaten çoğu zaman yasa dışı kazılardan geldiği için satan kişi bunu anlatmaz.
İşte bu sergide bizdeki kazılardan çıkan küçük parçalar bu verileri sağladı. Yunanistan’daki Arkeoloji Müzesi’ndeki eserler de hepsi kazılardan çıkan eserlerdir. Anadolu’dan gelenler ise, bakir diyebileceğim kazılardan henüz çıkmış eserler. Ama tabii ki MÖ 3. bin yılından bahsediyoruz bunlar toprağın en alt tabakasında. Bunları bir bütün halinde hasarsız çıkarma şansınız çok az. onun için bizim eserlerimiz sayıca çok ama küçük parçalar ve aralarında kırılmışları da var. Ama bir buluntu bazen büyük bir ufuk açar, buradaki parçalar da öyle...
Serginin en heyecan verici kısmı da burası galiba?
Evet, sergide yer alan bir çok parça kazı başkanlarının izniyle ilk defa sergileniyor. Uzun zaman arkeoloji dünyası klasik arkeolojinin cazibesinin etkisi altındaydı. Yunan ve Roma döneminin heykel sanatı, mimarisi batılı araştırmacıların hep gözünü kamaştırmıştır. Daha sade ve basit gördükleri buluntuları yeteri kadar değerlendirememişlerdir. Müze depolarında bu kültürlere ait olabilecek ya da köprü görevi görecek araştırmalar yapıldı.
Sizce iki ülkenin arkeologlarının ortak çalışması devam edecek mi?
Bu öncü bir çalışma, ardından devamı gelecektir. Çünkü artık dünyamızda kimse kendi kalıpları içinde yaşayamıyor. Bütün bu teknolojinin gelişmesi insanlara bazı kolaylıkları sağlıyor ama daha geniş çerçevede uluslararası çalışma dediğimiz şeyler böyle olmalıdır.
Sergide yer alan teknenin nasıl bir öyküsü var?
O dönemin bütün ilişkileri teknelerle yapılıyor. Ve Kiklad adaları ile Batı Anadolu arasındaki tüm ilişkiyi sağlayan teknelere ait yegane görüntü ‘Kiklad tavaları’ olarak adlandırılan seramiklerden birinin üzerinde yer alıyordu. Küreklerle çekilen, ahşap, çivi kullanılmayan, halatlarla bağlanan Kiklad teknelerinin bir örneği, Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi (ANKÜSAM) tarafından ‘teknelerle ne kadar mesafe gidilir’i denemek amacıyla yapılmış. Limantepe’de duran bu teknenin getirilmesi hayallerimden biriydi. Cidden denenmiş ve kullanılmış bir tekneydi. Bu yaz da yine kullanılacak, bir Yunan adasına gidecek. İzmir’den ekleme yapılmış tırlarla geldi ve 11 saat süren cefadan sonra müzenin alt bahçesinden üst salona girdi. Bunun için öndeki cam cephe de kaldırıldı. Duvarlarımızdan bir kısmını feda ettik. Salonda çağdaş bir enstalasyon gibi duruyor. Bu tekne bize anlatılanların hepsini anlaşılır kılıyor.
Yanı başımızdaki Yunan adalarının Kiklad adaları diye adlandırıldığını bilmezdik bu güne dek değil mi?
Bizans’ın bin yıl başkenti olmuş bir kentte yaşıyoruz. Onun geçmişi ile ilgili doğru dürüst bir sergiyi bile geçen yıl yapabildik. İnsanlar geldilerse okudularsa bu kentin uzun geçmişini de öğrenmişlerdir. Bizim de uzak durmuşluğumuz var. Ege bir barış denizi olmalı, kıta sahanlığı gibi sorunlar yüzünden savaş uçakları semalarda dolaşmamalı. Umarım bu sergi iki ülkenin ilişkilerini başka boyutlara çekmesine yardımcı olur.
Karşıdan Karşıya/ Across
MÖ 3.binde Kiklad Adaları ve Batı Anadolu/ The Cyclades and Western Anatolia During the 3rd Millenium BC
24 Mayıs-28 Ağustos 2011
MÜGE AKGÜN-RADİKAL