Defne Suman babasını yazdı

Retur Seyahat Acentesi Başkanı Kemal Suman’ın kızı Defne Suman www.defnesumanblogs.com adlı bloğunda babasınan ardından iki yazı yazdı

İSTANBUL- Turizm sektörünün kaybettiği sevilen ve deneyimli turizmcilerinden, Retur Seyahat Acentesi Yönetim Kurulu Başkanı KemalSuman’ın kızı Defne Suman www.defnesumanblogs.com adlı bloğunda babasınan ardından iki yazı yazdı. “Babam için yazdığım iki yazı var. Dostları okurlarsa mutlu olurum” dediği yazıları yayınlıyoruz.

CENAZEDEN KALANLAR

Babamı gömdük.
Ben zannederdim ki insan böyle duygusal bir travma geçirdiğinde etrafında olup bitenin farkında olmaz, bir sis perdesi kaplar her yeri. Hiç de öyle olmuyormuş Aksine her bir an, her bir söz, her bir kucaklaşma kristal netliğinde insanın benliğine işliyormuş. Kalabalık cenazelerde merhum kişinin ailesi taziyeleri kabul ederken, onca insanla konuşuyor, onca kişiyle sarılışıyor, şimdi o kalabalığa girsem beni kimse farketmez diye düşünürdüm ben eskiden. Hiç de öyle değilmiş.
Babamın Teşvikiye camiinden kaldırılan cenazesi çok kalabalıktı. Yüzlerce insan gelmiş. Çocukluğumdan beri görmediğim yüzler, bir bakışta acımı anlayan gözler, daima yanımda bildiğim dostlarım, sevgili öğrencilerim ve tanımadığım yüzlerce insan. Her birinin gelip bana sarılmasını istiyorum. Sarılan her ismi zihnim sünger gibi çekiyor, sarılmaya, sarmalanmaya çok ihtiyacım var. Önümden sıra sıra insanlar geçip elimi sıkar, başsağlığı dilerlerken gözlerim sarılabileceğim birilerini arıyor. Kalabalığın arasından bir öğrencimi görürsem ona el ediyorum, gelsin de sarılayım diye, aradan sıraya alıyorum.
Bundan sonra gittiğim cenazelerde kalabalıktan beni kimse farketmez filan demeyeceğim, ölen kişinin yakınına gidip kocaman sarılacağım.
Sonra şu sözler…Başın sağolsun, Nur içinde Yatsın, Allah Rahmet Eylesin. Allahım ne mühimmiş bu sözleri duymak! İnsanların ağızlarının içine bakıyorum, Başın Sağolsun desinler diye. Anlamından geçtim, başka bir şeylerin sembolü oluyor o söz. Namaste gibi bir şey oluyor. Yüreğindeki acıyı kendi yüreğimden tanıyorum, filan gibi bir anlamı oluyor. En azından benim için. Ve sonra Allah Rahmet Eylesin. Ödüm kopuyor, elimi sıkanlardan, gelip sarılanlardan biri Allah Rahmet eylesin demeyi unutacak, ya da ağzına yakıştırmayacak diye. Söylesin, herkes söylesin istiyorum. Ne kadar çok ağızdan çıkar da havaya karışırsa o söz, babam daha çabuk Allahın rahmetine kavuşacak. Öyle mi değil mi, bilmiyorum. O sırada öyle hissediyorum.
Bundan sonra her cenazede Başın Sağolsun ve Allah Rahmet Eylesin’leri cömertce telaffuz edeceğim.
Sonra mezarlığa gittik. Babam gömülecek. Babam değil ya o, babamın bedeni. Babam gitti kimbilir nerede? Nereye gittiği insanevladının en katmerli esrarı. Ne bilim, ne din, ne de ermişler verebilir sorumun cevabını. Biz canlılara da zaten bilmemek düşer. Bilsek denge bozulur. Babam şimdi nerede? Bilmiyorum. Mezarı kazmışlar. Tabutu yaklaştırıyorlar. “Oğlu girsin” diyor kalabalıktan biri. Ben önümdeki adamlara omuz atarak mezarın kenarına kadar geliyorum. İstemiyorlar yaklaşmamı. Biliyorum, kadın kısmı yaklaşmaz. Ben görmek, o ölü bedene yakından bakmak istiyorum. Toprağın altına gömülenin babam olmadığını gözlerimle görmem gerek. Babam toprağın altına girmek hiç istemezdi. “Yakın beni” derdi. “Küllerimi Bodrum’dan, Boğaz’dan denize saçın”. O beden sen değilsin ki baba. Biz de yakamadık o bedeni zaten. Gelenekselden şaşamadık. Kendi adıma konuşayım en azından, benim o geleneksele ihtiyacım vardı. Allah Rahmet eylesinleri duymaya, temiz yüzlü duru sesli imamın yanında durup dua etmeye, sonra ziyaret edeceğim bir mezar taşına…
Neyse dedim ya sen değilsin ki o beden baba. Gittim mezarın dibine kadar baktım. Beyaz kefene sarmışlar. Ayak bilekleri ve başının tepesinden büzgülü beyaz bir torba. İnsanla alakası yok. Babamla da alakası yok. Tabuttan yavaş yavaş kazdıkları mezara indirecekler. Bir karmaşa. Her kafadan bir ses çıkıyor. “Oğlu girsin” diyor birisi. Selim’i öne itiyorlar. Selim, canım benim, hala çocuk gibi güzel bir genç adam. Çok genç, çok hazırlıksız. Ben girsem diye düşünüyorum mezara. Selim girmesin, ben gireyim. Selim daha çok küçük. Selim inmiş o arada.
Babacığım, o sırada bizi gördün mü bilmiyorum, gülebileceğin bir yerdeysen gülmüşsündür inşallah. Kuzenlerimiz de atladılar mezardan içeri. O cansız gövdenin etrafında bir itiş kakış, bir kargaşa. Ben bu kuzenleri tanımıyorum. İkinci göbekmiş. İki kardeş. İkisi de çok iyi niyetli. İkisi de mezarın içinde olmak istiyorlar, sen çık ben kalayım diyor biri, hayır sen çık ben kalayım diyor diğeri. Senin terk ettiğin dünyevi bedeninin ayak ucunda bunlar itişiyor, baş ucunda Selim duruyor. Ben bir kez daha o kuzenlerin ikisini de mezardan çıkarıp kendim atlamak istiyorum. Temiz yüzlü, duru sesli imamdan çekindiğim için yapmıyorum. Selim baş ucunda, ben ayak ucunda durup yerleştirsek o bedeni daha iyi olurdu sanki Bir de dokunurdum, o cansız şeyin sen olmadığını iyice anlardım. Neyse, sonra Selim’e sordum. Dedim “babam gibi miydi dokunduğun beden?” Alakası yokmuş, kaskatı ve şişmiş bir kere. Sen yumuşak ve sıcaktın, incecik ayak bileklerin yağlı vidalar gibi ekleminde dönerdi. Elektriği kesilmiş o beden sen değilsin belli. Belki ayak bileklerini döndüren elektrik, o nereye gitti? Kaynağına herhalde.
İmamın sesi çok güzel. Güneş çok sıcak. Ben onun yanında ellerimi açtım, o okudu ben dua ettim. Hiç ağlamadım. Kendimi tuttuğumdan değil, içimden gelmedi. Bu dünyanın acıları hakikatı bilmediğimiz için derler ya, o anda bir anlar gibi oldum. Babamın gittiği yeri bilmediğime göre onun için ağlayamazdım. Kendim için ağlamak da o anda içimden gelmedi.
Akşam evde dua oldu. Nasıl sevindim! Herkes gelsin istedim. İstemişim yani. Dua başlayınca fark ettim. Keşke insanlara gelin, muhakkak gelin deseydim. Sordular çünkü, bize ihtiyacın var mı, akşam eve gelelim mi? Nasıl isterseniz, dedim, yol uzun, zahmet etmeyin dedim. Gittiğim bir cenazede bana birisi bu sözleri söylerse, dinlemeyeceğim. Ne olursa olsun, akşam o eve gideceğim. Dua varsa da yoksa da. Bizim bahçeye masalar kurmuşlar, her masada akrabalar, dostlar oturuyor. Ben çölde susuz kalmış gibi, daha çok insan gelsin istiyorum. Yine aynı şey. Ne kadar çok insan beraber dua edersek babamın ruhu o kadar çabuk huzura erecek.
O ara babamın ruhu huzura eremiyor derdindeyim. Gözüm kapıda, benim arkadaşlarımdan gelenler olunca çok seviniyorum. Bizim masa kalabalıklaşıyor. Kimse ağlamıyor diye de mutluyum. Sakin sakin uğurlayalım babamı. Dua başlarken yerleşiyorum, ben hareketsiz durursam, dinginlik etrafıma da yayılacak. Bunu derslerden biliyorum. İşe yarıyor yine. Hepimiz bırakıyoruz kendimizi duaya. Yine aynı imam, temiz yüzlü, duru sesli. Yasin okuyor. Yasin okunurken ne niyet edersek olurmuş. Babama huzur, bizlere hakikat ile hayali ayıretme gücü versin diye Allah’a dua ediyorum. Yasin’den sonra keşke ilahiler de söylese temiz yüzlü imamımız diye düşünüyorum. Hep beraber ilahi söylemeye çok ihtiyacım var. Kısacık bir ilahi söylüyoruz. Yanımda Aylin’in sesini duyuyorum. Bütün ilahileri melodisi ile biliyor. Aylin’in yanımdaki varlığı bana çok iyi geliyor. Babamın kırkı geldiğinde Aylin ilahiler söyler, bize de söyletir diye düşünüyor, rahatlıyorum.
Duadan sonra yemek yiyoruz, rahatız, gülüyoruz. Hayat devam ediyor, ettiği yere kadar işte. Hayal ile hakikati ayırdedebilmek…ne iyi olurdu! Şimdilik hayali hayat sanarak yola devam.
Sonraki günler bilgisayara ve telefonuma yapışmış olarak yaşıyorum. Gelen her mesaja, facebookdaki, blogdaki, posta kutumdaki her bir nota, yoruma yine çölde su bulmuş gibi saldırıyorum. Yetmiyor. Daha çok, daha çok mesajlar gelsin istiyorum. Telefonum durmadan çalıyor. Açacak, konuşacak gücüm yok ama yine de çalsın istiyorum. Dostların isimleri yansın, sönsün ekranda. Mesajlar yağsın. Bloğumu bütün dünya okusun.
Öyle bir haldeyim.
Bir dostumun yakını ölürse eğer, mesajlara boğacağım onu bundan sonra…
Ve ne çok insanın yakını ölmüş. Haberim bile yokmuş. Ne çok babalar ölmüş etrafımda. Ne çok analar, kardeşler, evlatlar ölmüş dostlarımın, öğrencilerimin, okurlarımın ailelerinde. Hepsini duymak istiyorum. Ölümsüz hane yokmuş meğer, herkes bana hikayesini anlatsın istiyorum.
Senin baban nasıl öldü? Kaç yaşındaydın? Ne hissettin? Anlatın bana. Bu acının bana has olmadığınu tekrar tekrar duyayım sizlerden. Köksüzlük diyorlar, öksüzlük diyorlar, onu daha çok hissedeceksin, çok şeyler öğreneceksin, bu da sana yepyeni şeyler armağan edecek, diyorlar. Biliyorlar. Babalarını kaybetmiş evlatlar yazıyor bunları bana.
Ama bir yandan ben de biliyorum, onlar da biliyorlar, acım sadece bana has. Acımda yalnızım. Benim babam, benim babam çünkü. Kaybettiğim bağın eşi benzeri yok. İkimiz arasındaki bağ kendine has, biricik ve eşsizdi. O bağın eskikliğini hissedişimde yapayalnızım. Her birimiz orada yapayalnızız.
O yüzden gece olunca tek başıma kalmak istiyorum. Karanlık odamda sırt üstü yatmak ve o yalnız yerde salınmak. Ancak oradayken ağlamak.
Hayatımda ilk defa bir temel taşı kaybediyorum. Çok sevdiğim babaannem, dedem, nenem, koca halam da öldüler. Ama onlar ben doğduğumda yaşlıydılar, zaten geçici gözüye bakmışım onlara. Çok sevdiğim bir teyzem öldü. Ve bir kaç yakın dostum. Yüreğim yandı her bir cenazede. Hayat onlarsız biraz eksik, biraz aksak devam edip rayına girdi sonra.
Şimdi Portland’da her zamanki kahvemdeyim. Albina Press. Sabah erken her zaman yaptığım şeyleri yaptım. Kendi yogam, sonra ders, sonra kahve ve yazı. Şeyler aynı ama hayat değil. O yüzden alışmaya çalışmıyorum. Çünkü biliyorum hayat eski rayına girmeyecek. Hayat makas attı. Alışmak değil, yeniden başlamak lazım. Yeni bir hayata. Temiz ve taze. Daha yumuşak belki, daha anlayışlı. İnsanlara ne kadar çok ihtiyacım olduğunu daha iyi bilerek.
Daha çok severek…
Lukas ve Teyzesi

FAREWELL TO MY BABA

My father is dead.
I am staring at this sentence that I have just typed.
My father is dead.
This is my own father whom I am taking about. Not the father of a character from my novel.
My father.
“Come on,” says a voice in me. “There is NO way!”
The voice in me has been telling this since yesterday.
My brother, my mom, my friends, newspapers, they all claim the opposite but the voice in me does not stop.
“Come on, there is no way. There must be a mistake. My father, the Arab Kemal, who is always active, funny, social, who is always full of life… How can you think of him and death together in one sentence?”
No, the more I write the more I lose the connection with reality. These lines that I am typing must be from a story that I am writing. Soon I will send him the story and he will make one of his comments,
“Oh, you are so mean again Defnosh, you killed the poor father at the end of the story.”
No.
My father is waiting for me at the airport right now. He is wearing a dark blue Lacoste t-shirt which is showing his belly a bit and underneath he has his loose jeans with side pockets. He is sweating and hating it. He is huffing and puffing as he dries his forehead with a tissue.
I am all alone on a plane and travelling across the north pole.
My father is waiting for me at Istanbul airport.
While he is a waiting he is chatting with a friend whom he ran into at the airport. When I come out of the sliding doors he will stop the conversation and will look at me with a smile on his face. I will worry about the smile. Is he laughing at my hair, my eyebrows or at something I’m wearing? He is going to wrap his arm around me and we will walk outside. As if I have been there the whole time, as if we have been chatting for the last couple of hours, he will say,
“I am building this new bike Defnosh. It is turning out something magnificent. Wait until you see it. You are going to lose your mind!”
Then all of a sudden he will stop and ask in a serious tone,
“You did bring my lemon peppers didn’t you?”
As if Lawry’s lemon peppers are the most original thing one can receive as a gift from America.
“So how is your Greek now? Are you able to translate the lyrics of my favorite songs? You know I have been waiting to sing with my dear Eleftheria in the car.”
How on earth will I land at an airport where my father is not waiting for me?
May this flight never end.
May it roam over the poles until the time I am ready to land into a world in which my father does not exist anymore.
*
-“Defnosh, supergirl?”
-“Yes Baba?”
-“Do you remember I once brought you a bicycle from Greece? Nobody else had bikes back then. Only you had one.”
-“Yes?”
-“Remember I was teaching you how to ride it in the garden. As you were riding it I was holding you from behind so that you don’t fall.”
-“Yes?”
-“Then one day I let you go. You did not notice, you just kept on pedalling. I watched you as you pedaled along. Do you remember? It is going to be just like that my dear daugther. You will keep on going without noticing. I will alway watch you from afar. Okay?”
….
-“Okay?”
-“OK.”
-“Good girl. Now get out of that plane and carry on. You’ll see that you won’t fall. Trust your dear father.”
*
I landed and my dad were right, I did not fall.
I will carry on Baba. With your voice in my ears telling me that happiness is hidden in the funny, little, sweet moments of life, I will push the pedals forward.
This world will always be missing something without you but don’t worry about us.
In the path you took may you walk smoothly in peace and may you arrive to the heavens.
We are fine here.
May you travel well my dear Babish.

BABAMA VEDA

Babam öldü.
Yüzüme ışığı vuran beyaz ekrandan bana bakan bu cümleye bakıyorum. Boş boş.
Babam öldü.
Benim babam bu bahsettiğim. Yazdığım romandan bir karakterin babası değil. Benimki.
“Hadi canım” diyor içimdeki ses.
“Ne alaka?”
İçimdeki o ses dün sabahtan beri aynı şeyi söylüyor bana.
Kardeşim, annem, dostlarım, gazeteler, televizyonlar aksini tekrarlıyorlar, benim içimdeki ses susmuyor.
“Hadi canım, ne alaka? Bir yanlışlık olmalı. Benim babam kim ölmek kim?”
Kanlı, canlı, komik, herkese kendini sevdiren, ortamların aranan yüzü, Arap Kemali?
Hayır, yazdıkça gerçekliğini büsbütün yitiriyor, yazıp yazıp babama gönderdiğim hikayelerden birinin parçası oluyor bu ölüm.
“Ulan namussuz, zavallı babayı öldürmüşsün yine hikayede!” diye yorum yazacak.
Hayır.
Babam havaalanında beni bekliyor. Hafif göbeğini ortaya çıkarmış lacivert bir Lacoste tişört giymiş, altında yandan cepli bol bir kot pantolon. Terliyor. Terlemekten nefret ediyor. Öfleye pöfleye alnında parlayan terleri siliyor.
Ben kutupların üzerinden dönen bir uçağın içinde, tek başımayım.
Babam havaalanında uçağımın İstanbul’a inmesini bekliyor. Beklerken eş dost birilerine raslamış yine, kapılar iki yana açılıp ben dışarı çıkınca, bir dakika deyip sohbeti kesecek, durup bana bakacak, sonra bir şeylerime gülecek. Ben saçıma, kaşıma, kıyafetime mi gülüyor diye dertleneceğim. Sarılıp yürüyeceğiz. Sanki uzun yollardan gelmemişim gibi, sanki biraz önce konuşuyormuşuz da kesilmiş gibi, kaldığımız yerden son tasarımı bisikleti anlatmaya girişecek.
“Öyle bir bisiklet yapıyorum ki aklın hayalin durur. Muazzam bir şey.”
Sonra birden ,
“Limonlu biberlerimi getirdin değil mi?” diye soracak sanki Amerika’nın en çarpıcı özelliği sarmısaksız limonlu kara biber üretmesiymiş gibi bir ciddiyetle.
“Şarkı sözü tercüme edecek kadar Yunanca öğrendin mi artık? Hadi ama artık arabada giderken Elefteria ile şarkı söylemek istiyorum. ”
Babamın beni beklemediği bir havaalanına nasıl ineceğim ben şimdi?
Bu uçak hiç durmasın. Ben babamsız dünyaya inmeye hazır oluncaya kadar kutupların üzerinde böyle dönsün dursun.
*
“Defnoş, süper kız…”
“Ne var babiş?”
“Hani sana bisiklet getirmiştim hatırlıyor musun? Başka kimsenin bisikleti yoktu, bir tek senin vardı.”
Evet?
“Hani bahçede sana bisiklete binmeyi öğretiyordum. Sen pedal çeviriyordun, ben düşme diye selesinden tutuyordum bisikleti.”
“Evet?”
“Sonra bir gün bıraktım, sen farkında bile olmadın pedalları çevirmeye devam ettin. Ben arkandan baktım….Aynı öyle olacak kızım. Hiç farketmeden kendi kendine gideceksin. Ben sana hep uzaklardan bakacağım. Tamam mı?”
“……”
“Tamam mı?”
“Tamam.”
“Aferin. Hadi in şimdi o uçaktan, yola devam et. Bak görürsün, düşmeyeceksin. Babacığına güven.”
*
İndim, düşmedim, buradayım işte Babiş.
Hayatın komik, hafif, tatlı ayrıntılarında yaşandığını bana öğreten sesin kulaklarımda sonuna kadar pedallara basacağım.
Bu dünya sensiz hep biraz eksik kalacak ama sen bizi merak etme.
Çıktığın yolculukta için rahat, yolun açık, mekanın cennet olsun.
Biz, hepimiz iyiyiz.
Sana uğurlar olsun.

Manşetler

British Museum'a şimdiye kadarki en değerli bağışı yapıldı
THY transit yolcularını İstanbul'da ücretsiz gezdiriyor
Antalya’nın 25 yıl sonraki iklim krizi 'Kıyamet' filminde
Esas Holding'ten Pegasus'ta hisse satışı
THY, AJet'in sermayesini 15 milyar lira artırdı
Sabiha Gökçen CEO'su Alp Er Tunga Ersoy istifa etti
Asya-Pasifik Bölgesi’nde en başarılı kadın girişimci seçildi
Karadeniz’de 20 bin mersin balığı çiple izleniyor
İş Bankası ilk turizm şubesini Antalya’da açtı
Suudi Arabistan turizme 500 milyar dolar akıtacak