Yaz gelince İngiltere Londra’da Hyde Park’ta bin bir etkinlik olur, bir tarafta ata binenler, bir tarafta, Türkiye’de insanın başını derde sokacak siyasi içerikli nutuk atanlar, bir tarafta, bikinisiyle güneşlenenler, bir tarafta, koşanlar, çocuklarıyla piknik yapanlar ve konserler.
Aynı şey Amerika New York’ta da Central Park’ta yaşanır. At arabasıyla tur atanlar, Parkın içinde koşanlar, piknik yapanlar, güneşlenenler veya parkın bir köşesindeki New Metropolitan Müzesi’nde kendini tarihin zenginliklerine gömenler. Aynı şey, Fransa’da Paris’te de Hollanda’da Amsterdam’da da mümkündür, geniş parklar yazın halkı bekler.
Maalesef İstanbul’un merkezinde böyle bir parkımız yok. Bir Gezi Parkı var, o da sözü geçen şehirlerdeki parkların inanın, tuvaletlerinden bile küçük, üstelik bunu bile yok etmek isteyen bir zihniyetle boğuşuyoruz. Bunun en büyük sıkıntısını, halk her gün çekiyorlar.
Son yıllarda, şehir içinde olmasa da şehrin kenarlarında böyle yeşil alanlara kavuşmaya başladık; bunlardan biri Kemerburgaz Kent Ormanı.
Mukaddes Akça dostumun aracılığıyla, Kemerburgaz Kent Ormanı içinde oluşturan YBY Woods Yaşam ve Etkinlik Alanı’nı, kurulduğu ilk günden beri izliyorum. YBY Etkinlik alanını Pelin Ulusoy Tepret kurdu.
Bizim ülkemizde genel olarak zenginlerimiz, rahatını bozup, başkaları için bir şey yapmayı pek sevmezler. Türkiye’nin en zengin adamlarına bakın, isimlerine, ihaleler ve vurgunlar dışında hiçbir yerde rastlamazsınız. Kendi düğünleri değilse ne bir sosyal faaliyete öncü olurlar, ne ülke için bir sanat girişimi hazırlarlar, ne bir hastane-okul kurmaya çalışırlar, ne bir kütüphane açarlar, ama halka en galiz küfürleri etmeyi de çok iyi bilirler.
Bunun istisnası aileler de vardır: Örneğin Rahmi Koç ve Koç Ailesi, ülkeye pek çok müze, okul, hastane kazandırıp, sanatı ödüllendirmek, kütüphane açmak için çırpınıp durur.
Örneğin Eczacıbaşı Ailesi ve özel olarak Oya Eczacıbaşı, İstanbul’a bir Modern Sanat müzesi kazandırmayı başardı.
Rahmetli Sakıp Sabancı, kendi evini İstanbul’un en güzel müzelerinden biri yaptı.
İşte iş adamı Yılmaz Ulusoy’un kızı Pelin Ulusoy Tepret de Kemerburgaz Kent Ormanı içindeki bir alanı, böyle bir etkinlik alanı kurdu, insanların, bahçe içinde, uygar bir ortamda, bir iki saat müzik dinlemesine olanak tanıdı. Burada geçen yıl Nilüfer, bu yıl ise, iki caz konseri izledim. Caz konserlerinin ilkinde aynı zamanda mimar-mühendis olan Selen Beytekin ve ustası Fatih Erkoç, diğerinde ise solist Nevin Hetmanek ile Flapper Swing orkestrası vardı. Cazın kendi vatanı Amerika’da popülaritesini yitirdiği düşünülünce, iki konserin de başarılı olduğunu ve seyirci topladığını söylemek mümkün.
Hollandalı kemancı Andre Rieu’nun kendi memleketi Maastricht’e müzik sayesinde nasıl bir ‘altın yumurtlayan tavuk’ kazandırdığını hep anlatırım; Rieu bu şehirde yaz aylarında bir konser geleneği başlattı, ilk başlarda halk itiraz etmişti, şimdi tüm şehir yaz boyu, dünyanın her yerinden konserleri izlemeye gelenlerle dolup taşıyor, konserler hem sanatçılar için hem de Hollandalı esnaf için para basıyor. YouTube’de bir bakın, böyle eğlenceli bir ortamı Türkiye’de gerçekleştirmeniz çok zor, çünkü her olaya ideolojik bakan, sığ politikalar peşimizi bırakmıyor.
Ama hiç olmazsa, Pelin Ulusoy Tepret gibi, vole vurmak değil, fazlasını harcayarak İstanbul’a bir şeyler kazandırmaya çalışan kadınlarımız var.
Türkiye’nin ikinci kurucusu İsmet İnönü, cumhuriyeti sorduklarında, “İki devrim çok önemlidir ve milletin kalbine öyle işlenmiştir ki, söküp atmak mümkün değildir, biri kadın hakları, öteki de harf devrimidir” derdi.
Öncü kadınlarımız, İnönü’nün bu sözlerinin canlı kanıtıdır; öteki kanıt da bu yazının yazıldığı harflerdir zaten.