Bir bakanlık, bürokrasi ve siyaset

Musa Alioğlu

Türkiye’de siyaset kurumunun bürokrasi ile ilişkisine yönelik olarak verilebilecek birçok örnek vardır. Son günlerde basın yayın organlarında yer alan bazı haber başlıklarında bürokrasinin de siyasetle iç içe girdiğini görüyoruz. Seçilmişlerin atanmışlar üzerindeki tahakkümü veya atanmışların seçilmişlere biat etmesinin mazisi çok eskilere dayanır. Cumhuriyet döneminde siyasi yapı ve siyasetçilerin kamu kurumları üzerindeki etkisini iyice anlayabilmek için bakanlıklara yapılan atamaların nitelik ve niceliğine bakmalı.

Bu nedenle çok köklü bir geçmişi olan Ulaştırma Bakanlığı makamına baştan beri yapılan atamaları örnek alacağız.

Cumhuriyet’in ilanı ve tek parti yönetimi döneminde, parti ve devlet kavramının birlikte mütalaa edildiği kesin bir gerçek. 1939’da ilk bakan olarak atanan CHP’li Ali Çetinkaya’dan sonra 11 yılda 6 bakan daha görev yapmış bu partiden. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle Ulaştırma Bakanı olarak atanan A.Tevfik İleri’nin bu makamda sadece üç ay kaldığını ve 1960 ihtilaline kadarki 10 yıllık sürede de 7 bakanın daha görev yaptığını ve nedendir bilinmez en çok 24 ay görevde kaldıklarını görüyoruz. Askeri dönemde biri 7 ay, diğeri de 11 ay olmak üzere iki bakan görev yapmış. Daha sonra Adalet Partili bakanın 7 aylık görev süresinden sonra 1962-63 yıllarında bu makama Yeni Türkiye Partili iki bakan oturur. 63-64’te yine bir AP’li bakandan sonra bir CHP’li bakan iş başına gelmiştir. Devamında bakanlık makamına Adalet Parti’li 7 ayrı bakan gelir. Ardından AP ve CHP’li bakanlar halef-selef olarak makama otururlar. 12 Eylül döneminde asker kökenli iki bakandan sonra Anavatan Partisi iktidarında Ulaştırma Bakanlığı görevinde 6 bakan görev alır.

Doğru Yol Partili üç bakandan sonra bir tarafsız bağımsız bakan kısa bir dönem görev yapar ve koltuğa sırasıyla DYP’li iki bakan gelir. Refah Partili bakanın ayrılmasıyla bir tarafsız-bağımsız bakan göreve atanır. Milliyetçi Hareket Partili iki bakandan sonra, yine bir bağımsız bakan bu göreve atanır. Daha sonra 2002 yılından sonra AK Parti dönemi başlar. İki dönem görev yapan Binali Yıldırım’dan sonra bağımsız bakanlar olarak İsmet Yılmaz ve Habip Soluk göreve atanır. Tekrar Binali Yıldırım’ın gelmesinden sonra Lütfi Elvan bakanlık makamına oturur. Feridun Bilgin’in bağımsız bakanlığından sonra, Yıldırım dördüncü kez bakan olur. Ahmet Arslan ise parlamenter sistemin son bakanı olur. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde bakanlığa Mehmet Cahit Turhan ve ardından da şimdiki bakan Adil Karaismailoğlu atanır. Yani 80 yılda bu koltuk tam 78 kez el değiştirir. Nahit Menteşe iki kez, Binali Yıldırım ise dört kez bakan olan iki istisna olarak tarihe geçer. Bakanlar ortalama olarak bir yıl görev yapmış oluyorlar demek mümkün. Bu kadar çok bakanın çok kısa sürelerle görev yaptığı bu bakanlıkta istikrarlı ve kesintisiz iş yapabilmek mümkündür mü diye sormadan edemiyoruz. Bakanların değişmesiyle üst yönetimlerin de çoğu kez değiştiğini görmek de kaçınılmaz bir durumdur. Bakanlıklar siyasi makamlar olarak politik istek ve taleplere açıktır. Önceleri en yüksek devlet memurluğu makamı olan müsteşarlık makamlarının yerini şimdilerde memur olmayan bakan yardımcılıkları alınca, siyasi olarak daha rahat hareket etme şansını elde ettiler.

Ara dönemler dediğimiz seçim öncesi 3 ay süreyle bağımsız olarak bakan olan İsmet Yılmaz ve Habip Soluk politikaya atılarak milletvekili oldular. Hatta İsmet Yılmaz tekrar başka bakanlıklar yaptı.

Her milletvekilinin gönlünden bakanlık yattığı gibi, her bürokratın gönünde de siyaset yapmak yatmaktadır. Bilinir ki, bu bürokratların atamasında bakanın ve hükümetin oluru ve onayı olduğundan, aynı görüşten olmaları da kaçınılmazdır.

Son döneme baktığımızda önceleri bir orta halli bir bürokrat olan Binali Yıldırım nasıl ki, önce milletvekili sonra da uzun süre bakanlık yaptıysa, yine aynı şekilde DLH Genel Müdürü Ahmet Arslan önce milletvekili, ardından da bakan olduysa diğer bürokratlar da aynı şekilde siyasi kulvara geçip, koşmaya başlamışlardır.

Bir örnek vermek gerekirse Orhan Birdal hava trafik kontrolorlüğünden DHMİ’nin Genel Müdürlüğü’ne kadar yükseldikten sonra AK Parti’den milletvekili adaylığını denemiş fakat başarılı olamamıştır. Kurum dışından gelip SHGM’ye Genel Müdür yapılan Ali Arıduru’yu o makama getiren irade listelere bike almamıştır.

Bu şekilde şansını deneyen bürokratlar için de ipi göğüsleyenlerin sayısı azdır.

Tüm bunlara rağmen görevden ayrılan ve siyaset arenasına atılan bürokratlar da var. Şimdilerde Türkiye’de yeni parti kurma furyası yaşanıyor. Partisiyle yolu ayrılanlar veya gidişatı beğenmeyip bir şeyler yapmak isteyenler peş peşe parti açıyor. MHP’den ayrılanlar İyi Parti, AK Parti’den ayrılanlar Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) ile Gelişim Partisi adı altında örgütlendi. DSP’den ayrılan Mustafa Sarıgül’ün Türkiye Değişim Hareketi ve ardından CHP’li Muharrem İnce’nin Memleket Hareketi gün sayıyor.

Rıfat Serdaroğlu’nun Çoban Hareketi adıyla başlayıp Doğru Parti adını alan partisi ve diğerleri siyasete renk kattı.

Önce siyasi rengini belli edip, bürokrasi basamaklarını tırmanan, sonra ayrılıp tekrar faal siyasete soyunanların yanı sıra, şimdiye kadar siyasi bir etkinliği olmayanlar da siyasete giriyor. Örnek vermek gerekirse bir dönem THY’de üst noktaya gelen Yönetim Kurulu Başkanı Candan Karlıtekin, DEVA Partisi Yönetim Kurulu’na girdi. Yine daha önce SHGM Genel Müdür Yardımcılığı yapan Oktay Erdağı, Doğru Parti’nın Genel Başkan Yardımcısı olurken. SHGM’de Daire Başkanlığı yapan Nigar Çelik’te Erdağı’nın yardımcılığına getirildi. Diğer partilerde de bürokrasiden ayrılanları zamanla göreceğiz. Bu partilerde görev alanların, ilk hedefi milletvekili olmak, ardından da partisi iş başına gelinse de bakan olabilmektir dersem yanlış olmaz.

Siyasetin böyle çekici bir yüzü var ve birçok kişi bunun cazibesine kapılmakta.

Amacı hizmet olan herkesin bu isteğini makul görüyor ve başarılar diliyoruz.

Mutlu yarınlar Türkiye’m.

İran’a uçak ambargosu kalkar mı?

İran’a 1979 Şubat Devrimi’nden sonra ABD tarafından uygulanan ambargonun Temmuz 2015’te imzalanan nükleer anlaşmayla kaldırılması iki ülke açısından yeni bir dönemin başlangıcı olmuştu. Amerika’da Obama ve İran’da da Hasan Ruhani’nin iş başına gelmesi ilişkilerin yumuşamasına ve böyle ciddi bir adımın atılmasına sebep olmuş, bu durum dünya kamuoyunda da  büyük bir memnuniyetle karşılanmıştı. 
Tarih Eylül 2018’i gösterirken Amerikan Hazine Bakanlığı, Boeing ve Airbus şirketlerinin İran İslam Cumhuriyeti’ne uçak satışına izin verildiğini açıklayarak gelişmenin en önemli adımını atmıştı.
Bu iki şirketin İran’a 200’e yakın uçak ve yedek parça satışı İran’da sevinçle karşılanmıştı. Hatta Airbus’tan teslim alınan üç uçağın biri İran hava sahasına girip, İmam Rıza Türbesi’nin üstünden geçerek tavaf ziyaretinde bulunmuştu.
İran tarafı çok sevinçliydi. Çünkü, ABD'li Boeing şirketiyle 2016'da ülkenin ulusal havayolu şirketi İran Air için 80 uçak, 2017'de de Aseman Havayolları için 30 uçak almak için 20 milyar dolarlık bir anlaşma imzalamıştı.
Tahran yönetimi ayrıca Fransız Airbus ile de 2016'da 100 uçak için 19 milyar dolarlık anlaşma imzalamıştı. Her şey çok iyi giderken ABD’de seçimi kazanan Donald Trump’ın nükleer anlaşmadan çekildiğini açıklamasının ardından, ABD Hazine Bakanı Steven Mnuchin, Boeing ile Airbus'ın, İranlı şirketlere uçak satma lisanslarının iptal edildiğini duyurdu. Bir aksilik olmasaydı Boeing 2018’de Airbus ise 2019’da teslimata başlayacaktı.
Ortak Kapsamlı Eylem Planı adı verilen nükleer anlaşmanın yürürlüğe girdiği Ocak 2016’dan sonra İran Air, Airbus'a 118, İtalyan ATR şirketine de 40 kısa menzilli bölgesel uçak siparişi vermişti. Şirket daha sonra Boeing’le de 100 yolcu uçağı için anlaşmaya vardı. Hatta, ABD'nin tek taraflı yaptırımları nedeniyle Tahran yönetimi sipariş edilen uçakların finansmanını sağlayacak banka bile bulmakta zorlanıyordu. İran Air’in yanı sıra İranlı Kish Air’e 10 adet Boeing 737, Aseman Airlines’la da 3 milyar dolarlık Boeing 737 anlaşması imzalamıştı. 
İranlı şirketler yoğun ABD ambargosu nedeniyle ellerindeki uçakları zorluklara rağmen yine de uçurmayı başarıyor. 
Şah Rıza Pehlevi döneminde İran Air’in Boeing’e ortak olduğu iddia edilir. Halen filodaki Boeing 747-200’lerin 70’lerin sonunda satın alındığı ve 40 yıldır öyle veya böyle kullanıldığını biliyoruz. Bazı uçakları satışa çıkaran İran Air’in hangi uçakları sattığı belli değil. Şurası acı bir gerçek ki, İran yeni uçak alamadığı için kaza riskinin artmasıyla son 40 yılda 200'ü aşkın uçak kazasında 2 binden fazla insan hayatını kaybetmiştir. 
Şimdi Joe Biden’ın Amerika’da  başkan seçilmesi İran için bir ümit ışığı doğurdu. Başkan Biden’in nükleer anlaşmaya geri dönmeye olumlu baktığı söylenmekte. Ayrıca, Trump’ın yürürlüğe soktuğu 17 kararı iptal eden kararnameleri hemen imzaladığı da biliniyor. Bu durum İran’a uçak satışının önünü açar mı bilinmez. Bilinen şu ki, Boeing’in daralan piyasada İran gibi bir müşteriye kapısını yeniden açmaya hazır beklediği kesin belli. ABD yönetiminin böyle karar alması, İran ile askeri alandaki gerginliği de azaltabilir.
Başta İran Air olmak üzere, çok dikkat çeken ve AB yaptırımlarına muhattap olan Mahan Air ve diğer şirketler de ambargonun kalkmasını beklemektedir. 
80 milyonluk nüfusu ve diasporadaki gücüyle İran havacılığı bu yaptırımların kalkmasıyla bölgede ve pazarda önemli bir oyuncu olmaya adaydır. Dengeleri değiltirecek bu uçak satışları Airbus için de önemli bir pazarın kapısını açacaktır. 
Uçaklarındaki bazı parçalar ABD malı olduğu için onlar da ambargoya tabii. 
Tahran İmam Humeyni  Havalimanı’nda bir kaç ay içinde yeni Boeing ve Airbus uçakları görürsek şaşırmayalım. İran halkının daha güvenli uçaklara binmesi herkes kadar onların da asli hakkıdır.