Ben dostlarımı ruhumla severim.

Özkan Altıntaş

Geçtiğimiz hafta olanları düşündüm.
İnsanların özeleştiriye açık olmayışları karşısında davranışlarını düşündüm.
Herkesin “nalıncı keseri” gibi kendine yontma gayreti içinde olduğunu gördüm.
Menfaat çarkının çirkin girdabının insanları nasıl esir ettiğini ve tek taraflı düşünme gayreti içinde olduklarını gördüm.
Gazetecilik hayatıma başlamamda önemli yeri olan rahmetli Nezih Demirkent’in söylemleri aklıma geldi.
“Bir yöneticinin en büyük gücü eleştiriye açık olmasıdır” demişti.
Yani demokrasinin temel ilacı olan eleştiriyle gelen kalite…
Toplumun çok sesliliğinin getirdiği kalite…
Her zaman söylerim:
Birileri benim hatalarımı söylese de düzeltme fırsatı verse…
Ama insanlarımız öyle değil…
Hele birileri bazı koltuklara oturduğu zaman, oranın sıcaklığının esiri oluyor.
Ne eleştiri dinliyor, ne de kendini yeniliyor.
Kabullenici olamıyor, bildiğini okuyor..
Halbuki çağımız "değişim" çağı...
Ne diyelim…
İnsan bu tornadan çıkmış değil ki…
Tam bunları düşünürken sevgili arkadaşım Erdoğan Demir ‘in mailini aldım ve bu yazımı gündemde olan dünyanın hayran olduğu erdem kişinin deyişleriyle tamamlamak istedim.
İnsan okudukça ders alıyor, okudukça daha iyi anlıyor…
Onun yazdıkları öyle derin ki….
Hayran olmamak elde değil…
İçimdeki duyguları özetleyen bu deyişi hep birlikte paylaşalım:

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
----
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.
----
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.
----
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
----
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
----
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.
----
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
----
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.
----
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.
----
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
----
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
----
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.
----
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.
----
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.
----
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
"lezzet" kattığını öğrendim.
----
Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
----
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...

MEVLANA