Bahtsız Aycı

Sefa İnan

Çok kötü geçen bir haftanın ardından ne yazılabilir ki. Ülke sorunlarını mı yazayım. Turizm mi? Yoksa seçimle gelen legal bir hükümete karşı yapılan ve askerle, polisi karsı karsıya getiren antidemokratik darbe girişimi mi?

Yok, yok antidemokratik darbe girişiminin komutanları yerine koğuşlarından neden kaldırılıp tam teçhizat kuşandırılıp nereye ve ne için gittiklerini tam olarak bilemeyen emir kulu günahsız erlerimizi mi?

Bunları yazmayıp, askerlik görevine yolladığı evlatlarını, arkadaşlarını, kardeşlerini “En büyük asker bizim asker” diye uğurlayan, bizlerin yataklarımızda rahat yatabilmemiz için gece gündüz illegal örgütlerle savaşarak şehit düşen günahsız erlerimizin yarı çıplak yerlere yatırılıp, aşağılanarak palaska ile dövülmesini mi? Bu vatanın yani bizim evlatlarımız olan askerimizle polisimizin karşı karşıya gelmesini mi?

Suçu sadece çatışma ortamından geçmek olan günahsız ve ne olduğundan habersiz vatandaşlarımızın hayatlarını kaybedişlerini mi? Gezi parkı olaylarında bizim malımız olan polis araçlarına tekme atanlar gibi, yine bizim malımız olan tanklarımıza tekme ve taş atanları mı? Ülkemizin bu duruma gelmesine sebep olan diğer etkenleri mi?

Yok, Yok yazmayacağım. Yazarsam yazasım gelir. Ne satırlar biter nede sayfalar… Ben en iyisi, buranın havacılık portalı olduğunu unutmadan havacılık yazayım.

Ancak başlıktaki yazdığım Bahtsız AYCI konusuna geçmeden önce sizlere bizzat yaşadığım bir darbe olayını, yeri gelmişken anlatayım. 12 Eylül 1980 günü ben THY’nin B-727 uçağı ile hatırladığım kadarı ile ya Bağdat ya da Dhahran (tam hatırlayamadım) uçuşu dönüşünde yaşadığım bir anımı paylaşmak istiyorum.

Bir zamanlar THY yatı seferi bol olan bir şirketimizdi. Asker kökenli kaptanların THY’de üst yönetici olduğu dönemlerde, onlar ne derse o olurdu. Genel müdür Pilot, Genel müdür yardımcıları pilot, Başkanlar bile asker kökenli pilot olunca, uçuş ekipleri çok ayrıcalıklıydı. Yatı seferleri her zaman cazip olmuştur. Gidilen yerde bir iki gün kalmak ve oraları doya doya gezmeyi kim istemez ki?

İşte bu tür yatı görevlerinden biriydi. Ben o zamanlar lisanslı uçucu teknisyendim. B707-B727- DC10- B737 ve A310 larda yüzlerce kez uçuş görevlerine gitmişimdir. O zamanlar uçucu teknisyenler hep kokpitte gider gelirdik. Ekipler bizi, bizler ise onları ismen tanır ve görev dışında da sıklıkla görüştüğümüz insanlardı.

Neyse konumuzdan kopmayayım. Bağdat veya Dhahran da geçen 2 tam gün yatıdan sonra İstanbul’a dönmek için havalimanına geldik. Uçağın yakıtını alıp gerekli son kontrolleri yaptıktan sonra İstanbul’a doğru havalandık. Tabii ki yine kokpitteyim ve dostça, arkadaşça sohbet ortamı var. İstanbul kuleyle irtibat kurduk. İyi akşamlar faslı bittikten sonra, Kuledeki arkadaşımız bize şu anda askerler havalimanında ve darbe yapıldı dedi. Uçağımız B727 olduğundan Kokpitte tam 4 kişiyiz. Bir anda hepimiz şaşkınlıkla birbirimize baktık. Kaptanımız kule görevlisine şaka yapmıyorsunuz değil mi dedi. Kuledeki kontrolör arkadaş, hayır kaptanım bu gerçek ve şu anda havada olan tek THY uçağısınız dedi.

Aramızda konuşmaya başladık. Neyin ne olduğunu, bizi nelerin beklediğini tabii ki, bilemiyorduk. Şahsen 27 Mayıs 1960 darbesini de her ne kadar 9 yaşında bir çocukken görmüş olsam da hafızamda pek de güzel şeyler canlanmadı.

Bir ara kaptanımız bize dönüp acaba Atina’ya divert etsek mi diye laf attı. Pilotlarımız, neyse İstanbul’a inelim bakalım diyerek inişe geçip Atatürk havalimanına teker koyduk. Park ettiğimizde bir ön kapıya birde arka kapıya askeri Jeep ler gelmiş ve elleri thompson lu askerler bizi bekliyordu. Şaşkın, şaşkın birbirlerine anlamsız bakışlarla bakan yolcularımızı indirdikten sonra ekip arabası bizi aldı ve askeri jeep lerin eşliğinde terminalin önüne getirdi. İndik ve görevli Albayın yanına çıkartıldık. Albay ile bizim pilotlar bayağı samimi oldular. Nede olsa hepsi askerdi. Albay bize nereye gideceğimizi sordu bizde ev adreslerini söyledik. Her birimize bir araç tahsis etti ve boynumuza, “Görevli“ yazan imzalı mühürlü bir kart geçirdi. Şimdi artık güven içinde her tarafa gidebilirsiniz dedi.

Biz resmi elbiseli olarak askeri araçlara bindik ve evlerimizin yolunu tuttuk. Sabaha karsıydı sanırım. Ortalarda kimse yok. Caddeler, köşeler, kavşaklar hep tutulmuş. Evlerde soluk ışıklar perde arkasında görebildiğim kadarı ile insan siluetleri şaşkın, şaşkın etrafa bakıyorlardı. Tabii ki altımızdaki araç Askeri olduğundan bizi kontrol eden olmadı.

O zamanlar Fatih Sofular ’da oturuyoruz. Bu arada araç komutanı Çavuşa eve gitmeden önce fırına uğrayabilir miyiz dedim.

Çavuş bana dönerek, boynunuzdaki kartla her yere gidebilirsiniz. Halkın gıda sorununu çözecek tedbirler her semtte alındı dedi. Kusura bakmayın bana oyalanma hemen geri gel dediler diyerek boynumdaki kartı gösterdi ve siz rahatça dolaşabilirsiniz dedi. Çok iyi organize oldukları ve her şeyi düşündükleri belli diye içimden geçirdim. Neyse uzatmayayım. Eve geldik. Gün yeni ağarıyordu. Evin kapısında durduk ve Çavuş askeri Jeep’in brandalı kapısını açtı ve bana buyurun dediğinde bir de baktım ki tüm mahalle camlara çıkmış.

Üstümde resmi elbise, apolet ve sırma olunca sanırım beni de darbe ekibinden sanmış olmalılar. Eve girdim eksiklikleri söylediler ve evdeki eksiklikleri nasıl tamamlayabilirim diye sokağa çıkmaya hazırlanıyordum ki, apartmandaki komsular evi bastı. Ne oldu? Nasıl oldu? Ne olacak? Bir dolu soru. Aslında ben onlardan öğrenmek isterken ben sorgulanır olmuştum. Neyse, onlar anlattı ben dinledim ve sokağa çıkarak dolaşmaya başladım. Sivil kıyafetli bir Allah’ın kulu yok. Askerler her sokağın başında. Tanklar, askeri araçlar ortalarda. Tabii ki bana şaşkın şaşkın bakıyorlar ve gözleri boynumda asılı olan karta bakarak ses çıkartmıyorlardı. Gençlik işte eller cepte Fatih-Fındıkzade hatta Topkapı’ya kadar tek başıma yürüdüm.

Bunları neden anlatıyorum dersiniz? Bunları 1980 yılında yapılan darbenin çok önceden hazırlanmış ve titizlikle sorunsuz yürütülen girişimi ile 15 Temmuz da yaşadığımız ve kimin ne yaptığını bilmediği, organize bile olmaktan aciz, darmadağın bir girişime cesaret edebilecek akıl yoksunluğunu gözler önüne sermek içindir.

Bu nasıl bir akıl yoksunluğudur? Bu ne acemiliktir? Karsınızda seçimle gelmiş bir hükümet var ve 1980 yılındaki darbedeki koşullar yok iken neyin darbesini yapıyorsunuz?

1980 de THY’deki işimden gece saat 23.00 dan sonra dönerken etrafımı çevirenler ve solcu musun yoksa sağcımısın diye sorgulayan sokak çeteleri vardı. . Bu durumdan kurtulmak yani dayak yememek için akla karayı seçerdim. İşçiyiz biz, ne sağı ne solu der ve bu saatte ekmek parası için sokaklardayız. Diyerek dayak yemeden kendimi eve zor atardım. O günkü ülke koşulları darbeyi gerekli kılıyor muydu yoksa kılmıyor muydu bu hala tartışılan bir konu. Ancak bugünkü koşullarda darbelik bir durum yoktu. Demokratik ülkelerde zaten darbenin lafı bile edilmemeli. Seçimle gelen seçimle gitmeli.

Bu organizasyon eksikliği ile ve halkla bütünleşmeden darbe yapmanın mümkün olamayacağını nasıl düşünemezler. İnanılmaz bir saçma, sapan darbe girişimini TV karsısından saatlerce izledim. Sanırım akıl tutulması bu olsa gerek. Zaten beklenen oldu ve birkaç saat içinde darbe girişimi tüm ülke insanımızı üzüntüye boğan sahnelerle bitti. Umarım ve dilerim ki bu son olur. Bu anlamsız darbe girişimde hayatını kaybeden 161 demokrasi şehidimize Allah’tan rahmet diliyorum. İktidarı ile Muhalefeti ile ortak değerlerde buluşabildiğimizi görmek bile ilerisi için umut verici.

Şimdide gelelim “Bahtsız Aycı” konumuza

İlker Bey gerçekten çok şanssız dönemler geçiriyor. Eleştiriyi sevdiğini söyleyen İlker Beyimizi bu kadar zaman şöyle bir güzel eleştiremedim. Hataları olmadı mı? Tabii ki oldu. Ancak THY’nin eski yönetim kurulu başkanı Hamdi Topçu kadar değil. Hamdi Topçu ile İlker Aycı arasındaki en büyük fark birinin itici diğerinin ise sempatik yapılı olması. Bu çok önemlidir.

Çalışan kişi, karsısında asık suratlı, kendini önemli biri sanan antipatik görünümlü birine ısınamaz. Aycı vücut dilini ve çalışanların psikolojisine göre davranmayı iyi biliyor. Zaman zaman, Teknisyen kıyafeti, işçi kıyafeti falan giyerek (her ne kadar Show yapıyorsa da) çalışanlar tarafından diğerine göre çok daha fazla seviliyor. Teknik A.Ş nin 5000TL Brüt prim alma olayında bana genel kurulda verdiği sözü tutmak için, paydaşlarla ve yönetim kurulu ile görüşmesi ve işi kotarması bile, çalışanlar nezdinde Aycı’ya çok puan aldırdı.

Hamdi Topçu verimsizlik iddiasıyla kıyım yapıyordu, İlker Bey de yapıyor. Verimsizlik iddiası, genelde asılsızdır. Yasalarımızın, işçi çıkarımı ve geri dönüşü konusundaki “tavşan kaç tazı tut” şeklinde yürütülen maddesi, işçiyi atmak için işverene yol gösterirken, işçinin mahkemeyi kazanıp geri dönüşü kazandığında işe başlatmayıp, bunun yerine ekstra tazminat verilmesine olanak sağlıyor. Kısaca, işverene sen onu at ben ona geriye dönüş vereyim ama sen yine almak istemezsen 4 maaş daha tazminat öde güle güle gitsin diyor.

İşçiye ödenecek bu ekstra tazminatı da şirketin bu tür durumlarda kullanabileceği sigortadan ödediği için, değme işverenin keyfine… Bu dün de böyleydi. Bugün de böyle. Şimdiye kadar binlerce verimsizlik adı altında savunmalar istendi ve savunmalar doğru dürüst okunmadan, sorgulanmadan işçiler çıkartıldı. Çalışanlar mahkemeyi kazanmış olsa da işe başlatılmadı.

Taksit, taksit atamaları ile meşhur İlker beyimiz, bu hükümete yönelik darbe girişiminden sonra biraz daha adama kıyacak gibi görünüyor.

Hamdi Topçu’nun sendikal yapıya düşman yaklaşımı, THY’deki sendikal yapıyı yıktı. İlker Bey, bu yıkık sendikal yapı ile hem THY’de hem de Teknik A.Ş deki son toplu iş sözleşmelerinde başarılı olduydu. Bir nevi hazıra kondu.

Tabii ki, işverenin toplu iş sözleşmesine başarılı olması işçinin kaybı anlamına geliyor. Yıldırım hızı ile kotarılan, toplu iş sözleşmelerine karşı çıkacak ne sendika, ne dernek ve nede toplum var. Bu kadar boş sahada, İlker beyimiz bırakında istediği gibi top cevirsin değil mi ama…

Şimdi de gelelim İlker beyi zor duruma düşüren bahtına

İlker Bey, yönetim kurulu başkanı olduğundan beri başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir.

THY’nin 2015 yılı dönemindeki yaptığı kâr Hamdi Topçu yönetiminindi. Her ne kadar İlker Aycı, 2015 de THY yönetim kurulu üyesi ise de yine de zaferler başkanlara mal edilir.

İlker Bey yönetim kurulu başkanı olduğundan bu yana Rusya krizi yaşandığından turizm de çöküş yaşandı. Tam Rusya ile barışıldı ve turist akını başlayacak denildiğinde tüm dünyada terör saldırıları ve bilhassa Atatürk havalimanındaki bombalı terör bir kez daha THY’yi sıkıntıya soktu. Tam onu da atlattık derken şimdi ülkede yaşanan darbe teşebbüsünün artçı sarsıntıları bizleri bekliyor.

 Bilançolar çok kötü, doluluk oranları genelde düşük. İkinci üç aylık veriler ilk üç aylık verileri bile aratacak görünmekte. Bir yandan THY büyük boyutta sponsorluklarla yolcu artışı sağlamaya çalışsa da elinde olmayan sorunlar nedeniyle sponsorluklara verilen paralar istenileni vermekten çok uzak kalıyor. Ülkemizin İç ve dış sorunları direk olarak sivil havacılığımıza yansıyor.

Bir dolu sponsorluk ve reklam ücretleri öde sonra da bu istenmeyen olaylar olsun. Bu nedenle aşağıda sunacağım ve ilk altı ayı rekor zararla kapatacağını düşündüğüm THY üçüncü çeyrekte zararını biraz azaltacağını düşünsem de sene sonunda karlı kapatacağını sanmıyorum. Bu, bahtsızlık değil de, nedir yani… Keşke bu zararlarda İlker Bey şöyle doya doya eleştirebilsem. Ancak bu haksızlık olurdu. Çünkü onun elinde olmayan bir dolu etken var. Bu etkenler devam ettiği müddetçe İlker Aycı ağzı ile kuş tutsa yine de havacılığımızda ve turizmde gidişat iyileştiremez.

THY Haziran ayı trafik verileri açıklandı. Böylece yılın ilk yarısı THY ne uçtu, hangi dolulukla uçtu ve hangi noktalara ne kadar uçtu görüyoruz.

Performansı iyi veya kötü değerlendireceğiz ancak geçen senenin ilk altı aylık verileri ile yeni verilerin karşılaştırmalı tablosuna bir göz atalım

Görüleceği üzere ilk 3 ayda gördüğümüz tablo aynen devam ediyor. Bu tablo ile THY’nin kar etmesi mümkün görünmüyor.

İkinci çeyrek yani ilk 6 aylık finansal raporlarını bir ay içinde açıklandığında karşılaşacağımız manzara ilk çeyrek zararın hemen hemen 2 katına yaklaşan bir zarardan söz edebiliriz. Bu vergi öncesi zarar rakamının da 2,5 milyar TL civarında olması beni şaşırtmayacaktır.

Dolulukların bu kadar düştüğü destinasyonlarda THY büyümeye devam ediyor. Ortalama %15 civarında arz edilen koltuk kilometresinde artış var.

Vardır bir bildikleri deyip geçmek gerekir sanırım.

6 aylık finansal sonuçlar açıklandığında ne bildiklerini daha iyi göreceğiz.

Bu arada THY’nin Skytrax 2016 verilerinde yine Business Class, Özel Yolcu salonu, En iyi Business Class yolcu salonu ikramı dallarında Avrupa’nın en iyi havayolu oldu. Kutlarım.

Ancak, Skytrax’ın özel bir şirket olduğunu unutmamak lazım. Babalarının hayrına bu puanları vermiyorlar. Şahsen ben ve benim gibi bir çok kişi yolculuklarında ilk baktıkları veri olarak ücret ve uçuş emniyeti demektedir. Güzel bir yemek için havayolu seçenine hiç rastlamadım. Sonuçta hiçbir ikram, kaliteli bir Restoran’ın yerini alamaz. Uçağa binmeden önce en fazla bir veya iki saatimin geçeceği yolcu salonunun lüksü ve ikramı içinde havayolu seçmekte bana saçma gelir.

Uçuşlarda rahat olayım diye ne koltuğuna nede ikramına bakarım. ( uzun uçuşlarda koltuk aralığı önemli olabilir) Bu nedenle skytrax verileri ben ve benim gibi düşünenleri pek ilgilendirmez. Bu tür birincilikler sadece ikram ve konfor içermiyor. Bazı şirketlerde güvenlik ve uçuş emniyeti sıralaması yapıyor. Şirketin kaza ve kırımlarını irdeleyip sıralama yapıyor. AirlineRating.com ve Jacdec gibi kuruluşların güvenlik içerikli sıralamasında ise THY maalesef çok diplerde yer alıyor.

Şimdi biz AirlineRating-JACDEC gibi güvenlik sıralaması yapan kuruluşları önemsemeyip Lüks ve konfor içerikli verileri ile ünlü Skytrax ı önemser ve bu verileri THY’nin resmi sitesine koyarsak birileri de bu sefer AirlineRating ve JACDEC verilerini bize hatırlatır. Bu nedenle ben ne Skytrax a nede AirlineRating, JACDEC gibi kuruluşların verilerini önemsemem. Parayı veren düdüğü çalar mantığında sıralama yapan bu kuruluşlarla övünmek veya üzülmeye gerek yoktur.

http://airlinehaber.com