İSTANBUL- Muharrem, hürmet edilen anlamına gelir. Allah'ın ayı olarak nitelendirilen Muharrem ayı bolluk ve bereketin işaretidir. Peki, Muharrem ayı ne zaman? Aşure Günü hangi güne denk geliyor? İşte Muharrem ayının fazileti ve bu ayda yapılabilecek ibadetler...
Muharrem ayı 31 Ağustos Cuma günü başlıyor. Hicri Yılbaşı kabul edilen Muharrem ayı Müslümanlar için mübarek kabul edilen aylardandır. Aşure günü de Muharrem ayı içerisinde yer alır. Muharrem ayı ve faziletleri ile ilgili Diyanetİşleri Başkanlığı tarafından derlenen bilgilerde merak edilen soruların yanıtları da yer alıyor.
MUHARREM AYININ ÖNEMİ
Resûlullah (s.a.s.) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Ramazan’dan sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı olan Muharrem’de tutulan oruçtur. Farz namazlardan sonra en faziletli namaz da gece namazıdır.”
Muharrem’in onuncu günü âşûrâ günüdür. Bu gün oruç tutmak da bazı âlimlere göre sünnettir. Zira Resûlullah (s.a.s.), âşûrâ gününde oruç tutmuş ve bunu müslümanlara tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine’ye gelince, yahudilerin âşûrâ gününde oruç tuttuklarını görmüş ve “Bu gün niçin oruç tutuyorsunuz?” diye sormuştu. “Bu, hayırlı bir gündür. Allah, o günde Benî İsrâil’i düşmanlarından kurtardı. (Şükür olarak) Hz. Mûsâ o gün oruç tuttu.” dediklerinde Resûlullah da (s.a.s.) “Ben Mûsâ’ya sizden daha layığım (yakınım).” buyurup o gün oruç tuttu ve müslümanlara da tutmalarını tavsiye etti.
Hz. Peygamberin (s.a.s.) bu günde oruç tutulmasını teşvik eden başka hadisleri de vardır. Bir hadiste, “Âşûrâ günü orucunun önceki yılın günahlarına keffâret olacağını zannederim.” buyurmuştur. Başka bir hadiste de âşûrâ orucuna işaret ederek “Ramazan orucundan sonra en fazîletli oruç Allah’ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur.”buyurmuştur.
Hz. Peygamberin (s.a.s.) yahudilere muhalefet için ertesi sene âşûrâ orucunu Muharrem’in dokuzuncu günü de tutacağını söylemesi; bu orucun Muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu veya onuncu ve on birinci günlerinde tutulmasının daha doğru olacağına işaret etmektedir.
Şu da bilinmelidir ki, Ramazan orucu farz kılınınca Hz. Peygamber (s.a.s.), isteyenlerin âşûrâ orucu tutup isteyenlerin tutmayabileceğini belirtmiştir.
MUHARREM AYINA ÖZGÜ BİR NAMAZ VE ORUÇ VAR MIDIR?
Mübarek gün ve gecelerde farz, vacip hükmünde bağlayıcı özel bir ibadet şekli yoktur. Sahih kaynaklarda Muharrem ayına özel bir nafile namazın olduğuna dair herhangi bir rivayet mevcut değildir.
Mübarek gün ve gecelerde kaza namazları olanların öncelikle kaza namazlarını kılmaları uygun olur. Ayrıca Kur’an okumak ve anlamak, dinî eserlerden istifade etmek, zikir ve salavatla meşgul olmak da unutulmamalıdır.
Muharrem ayı içerisinde oruç tutmak ise, müstehabtır. Bu ayın başında, sonunda veya ortasında yani 13, 14, 15’inci günlerinde ya da 9, 10 veya 10 ve 11’inci günlerinde oruç tutulabilir.
Resûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır: “Ramazan orucu dışında en faziletli oruç, Allah’ın ayı Muharremde tutulan oruçtur. Farzlar dışında en faziletli namaz da gece namazıdır.”
Muharrem ayının onuncu gününe de, âşûrâ günü denmektedir. Resûlullah (s.a.s.), “Âşûrâ günü orucunun önceki yılın (küçük) günahlarına keffâret olacağını umarım.” (Tirmizî, Savm, 48) buyurarak, ümmetine bu günde oruç tutmayı tavsiye etmişlerdir. Âşûrâ günü oruç tutmakla ilgili olarak İbn Abbâs (r.a.) şöyle anlatıyor: “Resûlullah (s.a.s.) Medine’ye gelince, Yahûdilerin âşûre günü oruç tuttuklarını gördü. Onlara, ‘Bu da ne (niçin oruç tutuyorsunuz)?’ diye sordu. ‘Bu, salih (hayırlı) bir gündür. Allah, o günde İsrâiloğullarını düşmanlarından kurtardı. (Şükür olarak) Mûsâ o gün oruç tuttu.’ dediler. Resûlullah (s.a.s.) da, ‘Ben Mûsâ’ya sizden daha yakınım’ buyurup o gün oruç tuttu ve müslümanlara da tutmalarını tavsiye etti.”
2019 AŞURE GÜNÜ NE ZAMAN?
Muharrem ayının onuncu günü olarak kabul edilen Aşure Günü bu sene 9 Eylü lPazartesi gününe denk geliyor.
KERBELA OLAYI VE MATEM ORUCU
Muharrem ayı Allah-ü Teâlâ’nın ‘Haram Aylar’ olarak savaşı yasakladığı dört mübarek ay olan Zilkade, Zilhicce ve Recep aylarından biridir.(Tevbe Suresi: 36)
Peygamber Efendimiz (s.a.a.) bu ay için “Şehrullahi’l-Muharrem – Allah’ın ayı” yani İlahi bereket ve feyzin, Rabbani ihsan ve keremin coştuğu ve bollaştığı bir aydır demiştir.
Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdu, “Ramazandan sonra en faziletli oruç Allah’ın ayı Muharrem ayındaki oruçtur. Farzdan sonra en faziletli namaz ise geceleyin kılınan namazdır. (Müslim, II. 821.)
Muharrem ayının en önemli hadisesi şüphesiz Muharremin onunda cennet gençlerinin efendisi olan İmamı Hüseyin’in şehit edildiği gündür.
İmam Hüseyin’in 30 bin kişilik Yezit’in şer ordusuna karşı 72 Ehl-i Beyt yareni ile hakkı savunduğu gündür.
İmam Hüseyin’in (as) İslam adına Allah öyle emrettiği için canını, kanını Kerbela’da feda ettiği gün İslam âleminin büyük bir matem günüdür.
Bazı çevreler, bugün tutulan matemi ve İmam Hüseyin’in yasına ağlamayı eleştire dursunlar, İmam Hüseyin’e (as) ağlamak ve onun mübarek kabrini ziyaret etmek büyük fazilettir. Kıyamet günü bütün gözler ağlayacak, Hüseyin’e ağlayan göz hariç. Onlar gülümseyerek müjdelenecekler.” (Biharu’l–Envar, c.44, s.293)
İmam Hüseyin’e ağlarken aynı zamanda geçmişten ders alarak gelecekte doğruyu bulmak lazımdır.
Sakife’de başlayan kabilecilik makam mevki hırsı Basra’da Cemel Vakası Hz. Ali’nin karşısında Talha, Zübeyir ve Hz. Peygamberin hanımı Hz. Ayşe’yi karşı karşıya getiriyor.Yapılan bu savaşta 10 bin kişi ölüyor.
Bir yıl sonra ise Suriye’de Sıffın denilen yerde Ebu Süfyan’ın oğlu Şam Valisi muaviye ile Hz. Ali’nin ordusu tam dört ay savaşıyor ve 70 bin Müslüman da bu savaşta ölüyor.
Yine Kerbela’dan üç yıl sonra tarihte Harre Vakası olarak anılan, Muaviye´nin oğluYezit’in emriyle Mekke’yi kuşatarak yağmalanması on binlerce sahabenin ölümüne sebep olur.
Hâlbuki Allah ve Peygamberi dinlense böylemi olurdu. “Ey Ehl-i Beyt! Yüce Allah sizden, her türlü günahı, haramı, fenalığı, çirkinliği, basitliği uzaklaştırmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab: 33)
Tathir ayetinin (Ahzab-33) nazil olmasıyla birlikte kızı Hz. Fatıma’yı, Hz. İmam Ali’yi, Hz. İmam Hasan ve Hüseyin’i abasının altına alarak Ehl-i Beyt’ini tanıtan Peygamberimiz ailesini “Hamse-i Âl-i Abâ“ (abanın altındaki beşli) diye ifade etmiştir.
“De ki (Muhammedim), Ben peygamberliğimi tebliğime karşılık sizden, Ehl-i Beytim’i sevmenizden başka hiçbir ücret istemiyorum.” (Şura: 23)
Bu ayet-i kerime Hz. Fatıma, Hz. İmam Ali, Hz. İmam Hasan ve Hüseyin’i ve onların pak soyunu sevmek hususunda nazil olan Meveddet ayetidir.
Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Rabbimin huzuruna varmam yakındır. Bu, sizinle son görüşmem olabilir! Benden sonra ayrılığa düşüp eski cahiliye dönemi gibi birbirinizin boynunu vurmamanız ve sapkınlığa düşmemeniz için kendilerine sımsıkı sarıldığınız takdirde ebediyete kadar birlik içerisinde sizi tutacak iki emanet bırakıp gidiyorum size. Biri Allah’ın kitabı (Kur’an-ı Kerim) diğeri de soyumdan olan Ehl-i Beyt’imdir. Bunlar Kevser Havuzunun başında Bana gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar!”
Peygamber Efendimiz veda haccı dönüşü Mekke çıkışındaki Gadir Hum denen yerde sahabeyi toplayıp Kuran’ın Maide 67. suresindeki
“Ey Resûl! Rabb’inden sana indirileni tebliğ et (duyur). Eğer bunu yapmazsan, o takdirde O’nun risaletini (sana gönderdiğini) tebliğ etmemiş (duyurmamış) olursun. Ve Allah seni insanlardan korur”
ayeti üzerine Hz. İmam Ali’yi yanına çağırdı, kolunu kaldırdı ve topluluğa seslendi:
“Ey insanlar, biliniz ki Allah Muhacirlere, Ensâr’a ve onlara iyilikle tabi olanlara, köylüye ve şehirliye, Arab’a, ve Acem’e, özgüre ve köleye, büyüğe ve küçüğe, beyaza ve siyaha, ona (Ali’ye) itâat etmeyi farz bilmiş, onu imâm ve yetki sahibi kılmıştır. Her muvahhid için onun hükmünü icra etmesi, sözüyle amel etmesi, emrini kabullenmesi gerekir. Her kim ona muhalefet ederse, melundur. Her kim ona tabi olursa ve onu tasdik ederse, Allah’ın rahmetine mazhar olacaktır. Allah onu ve onu dinleyip kendisine itâat eden herkesi bağışlamıştır.”
“Ali b. Ebu Talib, benim kardeşimdir, vasimdir, halifemdir ve benden sonraki halifemdir.”
“Allah Resulünün halifesi odur. Müminlerin Emiri odur. Allah tarafından tayin edilen hidayet imamı odur.”
“Ey insanlar! Bu Ali’dir! O benim kardeşimdir, vasim, ilmimi toplayan ve ümmetim arasında iman eden kimseler üzerindeki halifemdir.”
“Ey insanlar! Ben hilafet emrini kıyamet gününe kadar imamet veraseti olarak neslime emanet ediyorum (Alaaddin Özkar)
Detay bilgiler
Yezid, babası tarafından Müslümanların başına halife tayin edildiği günden itibaren İslam’ın esası ciddi bir şekilde tehlikeye maruz kaldı. Muaviye, Hicretin 95. yılında oğlu Yezid’i kendisinden sonra halife olarak tayin etmeye karar verdi. Böyle bir işin gerçekleşmesinden emin olmak için kendisi daha hayatta iken, oğlu Yezid’e halktan biat almak istedi ve herkesten önce kendisi, oğlu Yezid’e biat etti. İbn-i Sa’d, Tabakat’ında şöyle yazıyor: Hüseyin bin Ali, Yezid’e biat etmeyen şahıslardandı. Sonra şöyle ekliyor: Muaviye hicretin 60. yılında öldüğünde oğlu Yezid hilafet makamına oturdu, halk da ona biat etti. Sonra Yezid Medine’nin hakimine şöyle bir mektup yazdı: “Halkı çağırarak onlardan biat al. İlk önce Kureyiş’in büyüklerinden başla; onların ilki de Hüseyin bin Ali olsun.”Medine’nin hakimi, İmam Hüseyin’den biat almak isteyince, İmam Hz. Hüseyin (a.s) cevabında şöyle buyurdular:
“Biz, nübüvvet Ehl-i Beyt’i ve risalet madeniyiz. Yezid ise fasık, şarap içen ve adam öldüren birisidir. Benim gibi birisi onun gibi bir kimseye biat etmez… İmam (a.s) başka bir sözünde de şöyle buyuruyor:
“Artık İslam’la vedalaşmak gerekir; çünkü ümmet Yezit gibi bir yöneticiye duçar olmuştur …
”Mes’udî şöyle yazıyor: Yezit, ayyaş birisi idi; köpek, maymun ve avcı kuşları besliyordu; içki içiyordu … Onun zamanında, Mekke ve Medine’de şarkı ve ğina yaygınlaşmış, halk açıkça içki içmeye başlamıştı. Onun halka karşı davranışları hakkında da şöyle yazıyor: Firavun, halkın işi hususunda ondan daha adil, yakın ve uzak insanlar hakkında ise ondan daha insaflı idi.* * *İmam Hz. Hüseyin (a.s), Medine’nin ortamını karışık görünce, o şehirde kalmayı câiz bilmeyip hicretin 60. yılı Recep ayının sonuna iki gün kala; pazar günü ailesi ve dostlarıyla birlikte Mekke’ye doğru hareket etti. İmam Hz. Hüseyin (a.s), hareketinin hedefini, kardeşi Hz. Muhammet bin Haneffiye’ye yazdığı bir vasiyette şöyle açıklamıştır:
”…Ben azgınlık, makam, fesat ve zulüm yapmak için Medine’den ayrılmadım. Ben ceddimin ümmetini ıslah etmek, iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak, ceddim Resulullah (s.a.a) ve babam Ali bin Ebi Talib’in yolunda gitmek için o şehirden ayrıldım…”
İmam Hz. Hüseyin (a.s), Şaban ayının üçüncü gününün Cuma akşamı (yani beş gün sonra) Mekke-i Mükerreme’ye vardı.* * *Kufe halkı, Muaviye’nin ölümünü ve İmam Hz. Hüseyin (a.s)’ın Yezid’e biat etmekten kaçındığını öğrendiklerinde pek çok mektuplar yazıp imzalayarak İmam Hz. Hüseyin’i Kufe’ye davet ettiler. Onlar mektuplarında İmam (a.s)’a şöyle yazdılar:
“Biz senin yolunu bekliyoruz, kimseye biat etmemişiz, senin yolunda can vermeye hazırız, senin için onların Cuma ve cemaat namazlarına katılmıyoruz.”
İmam Hz. Hüseyin (a.s), Kufe halkının isteklerine olumlu cevap vererek, Ramazan ayının yarısında, Hz. Muslim bin Akil’i Kufe’ye gönderdi. Muslim’i Kufeye gönderdiğinde ona şöyle buyurdu:
“Kufe halkının yanına git, eğer yazdıkları doğru olursa, sana kavuşmamız için bize haber gönder.”
Muslim, Şevval ayının beşinci günü Kufe’ye vardı. Onun Kufe’ye gelme haberi, şehirde yayılınca on iki bin kişi, diğer bir görüşe göre ise on sekiz bin kişi onun vasıtasıyla İmam Hz. Hüseyin (a.s)’a biat ettiler. O bu durumu İmam Hz. Hüseyin’e bildirerek İmam’ın Kufe’ye gelmesini istedi. Kufe’de yaşanan olayların haberi Yezid’e ulaşınca, Yezid ilk etapta Kufe’nin hakimi olan Numan bin Beşiri azledip Ubeydullah Bin Ziyad’ı onun yerine atadı ve Hz. Muslim bin Akil’i yakalatıp öldürülmesini emretti. Diğer taraftan da, İmam Hz. Hüseyin (a.s)’ı, Mekke’de gafil avlayıp öldürmek için kendi adamlarını seferber etti.İmam Hz. Hüseyin (a.s) bu komplodan haberdar olunca, Allah(c.c.)’ın evi Kabe’nin kutsiyet ve hürmetini korumak için, hac amellerini aceleyle bitirip, hicretin 60. yılı Zilhicce ayının sekizinci günü Mekke’den ayrılarak Irak’a doğru hareket etti.
İbn-i Abbas, Kerbela vakıasından sonra bir mektubunda şöyle yazıyor:
“Şunu hiçbir zaman unutmayacağım ki, sen Hz. Hüseyin bin Ali’yi Peygamberin hareminden (Medine’den) Allah’ın haremine (Mekke’ye) sürdün, orada da onu gafil avlayıp öldürmek için, bazı adamlarını gizlice gönderdin. Sonra onu Allah’ın hareminden Kufe’ye sürdün. Hz. Hüseyin, Batha’nın (Mekke’nin) en aziz insanı olmasına rağmen üzgün bir şekilde Mekke’den ayrıldı. Eğer Mekke’de kalarak orada kan dökülmesini isteseydi, Mekke ve Medine halkının tümünden daha çok taraftarı olurdu. Ama o, Yüce Allah’ın evi ve Hz. Rasulullah’ın hareminin saygınlık ve ihtiramını korudu; ama sen onların hürmetini ve saygınlığını korumadın. Çünkü sen, haremde onunla savaşmak için bazı adamlarını Mekke’ye gönderdin.”
Ubeydullah, Hz Muslim bin Akil’i ve ona sığınak veren Hani bin Urve’yi Kufe’de yakalayıp feci bir şekilde şehit etti. Ubeydullah, İmam Hz. Hüseyin (a.s)’ın Kufe’ye geldiğini öğrenince, İmam’ın ordusunu gözetimi altında tutmak için, Hür bin Yezid-i Riyahi’nin komutasında bir orduyu “Kadisiyye” bölgesine gönderdi. Hür Bin Yezid, “Şeraf” denilen bir bölgede İmam Hz. Hüseyin (a.s)’la karşılaştı, aralarında bazı konuşmalar geçti. İmam (a.s), iki hurcun (heybe) dolusu olan Kufe’lilerin mektuplarını Hür bin Yezid’e gösterdi ve onların kendisini davet ettiklerini söyledi. Sonra kendi yoluna devam etti…Hicretin 61. yılı Muharrem ayının ikinci günü “Neyneva” bölgesine vardılar. Bu bölgede oldukları vakit İbn-i Ziyad’ın elçisi, Hür bin Yezid’e bir mektup getirdi. Mektubun içeriği söyle idi:
“Bu mektubum sana ulaşır ulaşmaz ve elçim senin yanına gelir gelmez, Hüseyin’i baskı altına al ve onu sığınak ve suyu olmayan bir çöle sür.”
Hür bin Yezid, İbn-i Ziyad’ın emri doğrultusunda İmam Hz. Hüseyin (a.s)’ın kafilesini “Kerbela” denilen bölgede durdurdu. Ertesi gün Ubeydullah bin Ziyad’ın elçisi olan Ömer Bin Sa’d da dört bin savaşçıyla Kerbela’ya geldi.Şunu hatırlatmak gerekir ki, Hür bin Yezid, İmam Hz. Hüseyin’nin şahadetinden önce kendi yaptığından pişman olup tövbe etti ve İmam (a.s)’ı savunmak üzere şahadete erişti. Ömer bin Sa’d, Aşura gününe üç gün kala, İmam Hz. Hüseyin (a.s)’ın kafilesinin suya ulaşmaması için beş yüz süvariyi Fırat nehrini korumaları için görevlendirdi. Muharrem ayının dokuzuncu günü (Tasuâ), İmam Hz. Hüseyin (a.s) ve ashabı, kamil bir şekilde düşman tarafından ablukaya alındılar; öyle ki düşman, İmam (a.s)’ın yardımına hiç kimsenin gelmeyeceğine emin olmuştu. Tasua akşamı, düşman tarafından savaşın başlaması için saldırı emri verildi. İmam Hz. Hüseyin (a.s), düşmanın hareketini görünce kardeşi Hz. Abbas Bin Ali’ye şöyle buyurdu:
“Kardeşim, -canım sana feda olsun- atına bin de onlara doğru git ve onlara; Sizin amacınız ne, ne yapmak istiyorsunuz? diye sor.”
İmam Hz. Hüseyin (a.s)’ın kardeşi Hz. Abbas, onlarla görüşüp konuştu. Sonuçta saldırıyı yarına ertelemeyi kabul ettiler.* * *Nihayet “Aşura” günü yetişti… Ömer bin Sa’d, otuz bin savaşçıyla saldırıyı başlattı. Otuz iki süvari ve kırk piyadeden oluşan İmam Hz. Hüseyin (a.s)’ın ordusu, onların saldırıları karşısında korkusuzca direnip, yiğitçe savaştılar; hem şehit verdiler ve hem de onlardan öldürdüler. İmam (a.s)’ın yaranlarından kim şehit oluyorduysa yeri boş kalıyordu, ama düşmanın ordusundan bir kişi öldüğünde yerini hemen başka birisi dolduruyordu.İmam Hz. Hüseyin (a.s)’ın ashabının hepsi şehit olunca, sıra İmam (a.s)’ın kendi ailesine geldi. Çünkü İmamın ashabı,
” biz yaşadıkça sizin ailenizin savaş meydanına gitmesini kabullenemeyiz”, diye İmamın ailesinin meydana gitmesini engellemişlerdi. Onlardan savaş meydanına ilk ayak basan İmamın aziz oğlu Hz. Ali Ekber oldu. Ondan sonra, İmam Hz. Ali (a.s)nin, İmam Hz. Hasan (a.s)ın, Hz. Cafer-i Tayyarın ve Hz. Akil’in evlatları savaş meydanına çıktılar, yiğitçe savaştıktan sonra onlar da şahadet şerbetini içtiler. Hz. Abbas Bin Ali (a.s) de savaşarak İmam Hz. Hüseyin’in evlatlarına su getirmek için gayret gösterdiği bir sırada, düşmanın kalleşçe saldırısı neticesinde, canını İmam Hz. Hüseyin (a.s)’in yolunda feda etti.
“Aşura” gününün en hassas zamanı, Hz. Peygamber’in ciğer paresi ve Hz. Zehra’nın aziz oğlunun yardımcısız kaldığı zaman idi. Düşman ordusu, İmam’ı yalnız gördüğü için her taraftan ona saldırıyordu…“Aşura” günü orada bulunan Haccac bin Abdullah şöyle diyor:
Allah’a ant olsun ki, oğlu, kardeşi, kardeş oğulları, akrabaları ve yaranları öldüğü halde onun (İmam Hüseyin) gibi direnişli, sebatlı, şecaatli ve yiğit birisini ben görmedim. Allah’a ant olsun ki ondan önce ve ondan sonra onun gibi birisini görmedim. İmam Hz. Hüseyin (a.s) düşman ordusuna saldırdığında, kurt korkusuyla dağılan keçiler gibi, İmam’ın sağ ve solundan öylece kaçıyorlardı… Allah’a ant olsun ki, Hz. Fatıma’nın kızı Zeynep, İmam’a taraf yaklaştı… Bu esnada Ömer bin Sa’d da İmam’ın yanına yaklaşmıştı, Zeynep, İbn-i Sa’d’a hitaben şöyle dedi: “Ebu Abdullah (İmam’ın künyesi) öldürülüyorken sen seyrediyor musun?!”Devamında şöyle diyor: Ömer bin Sa’d’ın göz yaşlarının yüzüne ve sakalına aktığını ve Hz. Zeynep’ten yüz çevirdiğini adeta görür gibiyim … Nihayet İmam Hz. Hüseyin (a.s) da o zalimlerin eliyle feci bir şekilde şehit edildi.
Hz. Hüseyin’in Şehit Edilmesi
Hz. Hüseyin oğlunu gömdükten sonra tekrar düşmanın karşısına çıktı ve onları teslim olmaya davet etti. Birebir savaşta çok fazla kayıp veren Ömer bin Sa’d’ın ordusu Şimr bin Zi’l Cevşen‘in emriyle toplu hücuma geçti ve her taraftan ok ve mızraklar Hz. Hüseyin’in üzerine yağmaya başladı. Sinan bin Enes en-Nehai veya Şimr bin Zi’l Cevşen kafasını kılıçla keserek Hz. Hüseyin’i öldürdü. Kafası mızrağa takıldı ve herkese gösterildi. Üzerindeki değerli eşyalar alındı ve yarı çıplak bırakıldı.
Sonrası
Ubeydullah bin Ziyad‘ın emri üzerine Hz. Hüseyin’in mübarek vücudu canice atlara çiğnetildi. 72 şehidin cesedi El-Gadiriye köylüleri tarafından ertesi gün defnedildi.
Daha sonra Yezid‘in ordusu çadırlara girdiler ve kampı yağmalamaya başladılar.
Ertesi gün kadınlar ve çocuklar develerle yargılanmak üzere Kufe üzerinden Şam‘a götürüldüler. Çok kötü muamelelere tabi tutuldular. Açlık ve susuzluğun üzerine Hz. Hüseyin ve askerlerinin kaybının acısı da eklenmişti. Yezid’in bu kötülükleri yapmaktaki amacının Hz. Hüseyin’in destekçilerinin ne hallere düştüğünü gösterip, halkın desteğini kaybetmesini sağlamak olduğu söylenir.
Bununla birlikte Kerbela’dan Kufe’ye ve Kufe’den Şam’a yapılan yolculuklarda Hz. Hüseyin’in kız kardeşi Hz. Zeynep bin Ali ve oğlu Hz. Zeynelabidin her fırsatta Yezid’in neler yaptığını ve Kerbela’da işlenen suçları Müslümanlara anlattılar. Yezid’in mahkemesine çıkarıldığında Hz. Zeynep büyük bir cesaret örneği sergileyerek Yezid’in Halifeliğinin geçersiz olduğunu ilen etti ve Hz. Hüseyin’in Yezid’e başkaldırısını övdü.
Tutuklular bir sene Şam’da tutuldular. Hz. Hüseyin’in 4 yaşındaki kızı Hz. Sakine bin Hüseyin acıya dayanamayarak vefat etti. Yerel halk tutukluları hapiste yalnız bırakmadı ve Hz. Zeynep bin Ali ile Hz. Ali bin Hüseyin her gelen ziyaretçiye Hz. Hüseyin’in haklı davasını anlattılar. Günümüz Suriye ve Irak‘ına denk gelen topraklarda Yezid aleyhtarı oluşumlar başgöstermeye başladı. Durumdan endişelenen Yezid tutukluları serbest bırakarak Medine’ye gönderdi. Yaşananlar kulaktan kulağa yayıldı ve Kerbela Olayı günümüze kadar Aşurâ Günü‘nde yad edile geldi.
Allah Kerbela Şehitlerinden razı olsun ve bizleri şefaatlarına nasip eylesin!
Sonuç
Kerbela’da yaşananlar her yıl Şii ve Aleviler tarafından ”MATEM AYI” olarak anılır. Yas tutma, savaşın gerçekleştiği Muharrem ayının 10’unda (Aşure Günü) doruğa çıkar. Bu günde konuşmalar yapılır, yapılanlar tiyatro şeklinde canlandırılır ve ağıtlar yakılır. Hz. Hüseyin’in neden hayatını feda ettiği özellikle vurgulanır. Baskıya ve zulüme teslim olmadığı belirtilir. Ayrıca Caferi Şiiler, 10 Muharrem Aşura Gününde Hz. Hüseyin’e yardım edemedikleri ve onun çektiği acıya engel olamadıklarından dolayı kendilerini sırtlarına zincirle vurarak dövünürler. Aynı şekilde peygamberin torunu Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesi hadisesi, Sünnilik‘te de üzücü bir olay olarak kabul edilip, Yezid Sünni cemaat içerisinde sıklıkla yerilse ve Sünnilikte isim olarak neredeyse hiç kullanılmasa da Ehli Sünnet inancında yas tutmak caiz olmadığı için Kerbela Olayı, Sünnilik‘te Şia’dakine benzer bir şekilde her yıl törenlerle anılmaz. Ama Sünni Müslümanlarda da Kerbela’da şehit düşenlerin anısına, onların çektiği acıları hatırlamak amacıyla bu ayda yani Muharrem’de Muharrem orucu tutmak büyük bir fazilet ve erdem sayılır.
Hz. Ali bin Ebu Talib ile Muaviye arasında gerçekleşen Sıffin Savaşı sonrasında İslam Devleti ikiye bölünmüştü. Hz. Ali yönetiminde başkenti Kufe olan ve Muaviye yönetiminde başkenti Şam olan iki devlet kurulmuştu. Hz.Ali’nin bir Harici tarafından öldürülmesi, daha sonra Hz. Hasan bin Ali‘nin baskıyla halifeliği Muaviye’ye bırakmak zorunda kalması, en sonunda da Hz. Hüseyin bin Ali ve Yezid arasında gerçekleşen Kerbela Savaşı ile bu ayrım derinleşmiş ve İslam’da mezhep ayrılığının temel nedenlerinden biri olmuştur.
Filozof ve sosyolog İbn Haldun‘a göre Hz. Hüseyin akıllı ve içtihat sahibidir. Yani ayet ve hadisleri anlamaya ve doğru şekilde yorumlamaya muktedirdir. Ona göre adaletli bir Halife olmayan Yezid saflarında savaşmak caiz değildir. Hz. Hüseyin’e karşı asker göndermesi fasıklığını kuvvetlendirir. Bu nedenle Hz. Hüseyin’in şehit, ecirlive sevaplı olduğunu belirtir.
Kerbela Olayı; Alevi ve Şii coğrafyada birçok edebi ve müzikal esere konu olmuş, mersiye gibi yeni türlerin doğuşuna neden olmuştur.