Yugoslavya da yapılan ve Birleşmiş Milletlere ait bir uluslararası toplantı için Belgrad yolu ile Dubrovnik şehrine gidiyorduk. Fakat uçak saatimiz son derece ters bir saatteydi. 1983 şubat ayı sonunda buz gibi bir gece sabaha karşı 04.00 gibi hava alanına indik. Alanda hiç kimse yok ve biz heyet olarak o an ve ortamda ne yapacağımızı bile düşünemiyoruz.
Çıkış öncesinde paltolarının yakasını kaldırmış, soğuktan korunmaya çalışarak bekleyen iki kişi gördük ve sevindik, "Herhalde Büyükelçiliğimiz bize araç ve şöför göndermiş" diye düşündük.
O iki kişiden biri bize yaklaştı ve "Ben Büyükelçi Galip Balkar ve şoförümüz". dedi.
Bu tür bir karşılamaya daha önce hiçbir şekilde alışmamış kişiler olarak, bu mütevazilik ve candanlık karşısında hepimiz titredik.
Büyük Elçimiz yolu biraz uzattı. Şehri bu sakin zamanda da görmeli diyerek bazı önemli Osmanlı eserlerini gösterdi ve bizleri sabahın o erken saatlerinde Büyükelçilik de hazırladığı mükemmel birifinge ve sonrasında da şahane bir Türk kahvaltısına davet etti. Her ikisi de alışılmadık bir titizlik, sadelik ve mükemmellikte idi.
Kahvaltı sırasında samimi bir sohbet oldu. Konulardan birisi de o günlerde yaygınlaşan Ermeni suikastleri ve Asala militanları idi. Biz hem Büyükelçilik binasının, hem de makam aracının korumasız olduğunu belirterek endişemizi ifade ettik. O da bize "evet doğru görmüşsünüz,
Evren de 1982 eylül ayında buradaydı ve kendisi de binamızı tuzluğa benzetti ve yeni bina inşa edilmesini isteyeceğini ve bana hemen bir zırhlı araç göndereceğini söyledi ama bu tarihe kadar bir değişiklik olmadı hatta tam aksine ben milletin bu zor ekonomik koşullarında bana özel pahalı bir zırhlı araç gelmesini istemediğimi yazılı olarak bildirdim" dedi. Hepimiz "bu nasıl bir insan" diye şaşırdık.
Daha sonrada Genç Asala militanları için bile üzüldüğünü, bu cinayetlerin onların dışında planlandığını ve tetikçi olarak öldürdükleri kişilerle birlikte kendilerinin de yaşamlarının karardığını, ailelerini de üzüntüye gark ettiklerini anlatarak, ne denli samimi ve insancıl bir kişi olduğunu ortaya koydu.
O sırada Büyükelçi Müsteşarı söze girerek "Sayın Büyükelçi bize oranla daha az riskle karşı karşıya, biz alt kattayız ve konsolosluk hizmetleri nedeniyle de gelenlerle hep karşı karşıyayız" dedi. Buz gibi olduk. Galip bey ise çok zarif bir cevapla, "Sayın Müsteşarım haklı onlar daha fazla risk altında fakat bu iş bir kaderdir, kimin alnında yazılı ise ölüm, onu bir şekilde bulur" dedi.
Bu acı tasavvufi öngörülü sohbeti değiştirmek için, dönemin 12 Eylül olması ve askerlerin genel etkisi nedeni ile ben de, "madem zırhlı araç istemiyorsunuz, size nasıl yardımcı olabiliriz" dedim. O da "Bak yüzbaşım ben Yugoslavya'daki Türkler için Milli Eğitim Bakanlığı'ndan aylar önce türkçe öğretmenleri istedim fakat hala bir cevap alamadım. Siz bu konuyu araştırabilirseniz çok memnun olurum" dedi. Bende "baş üstüne" diye cevap verdim.
Hepimiz bu zerafet ve mütevazilik abidesi, bilgili, yakışıklı ve samimi insandan büyük ölçüde etkilenmiş olarak bize tahsis ettiği araç ve rehber ile Belgrad gezisine katıldık. Dönüşte bizi Büyükelçilik kapısına çıkarak uğurladı. Onun bu davranışı bizleri hem mutlu etti hem de mevcut tehlikeye karşı korkusuz davranışı nedeniyle ürpertti.
Dubrovnik toplantısı sonrası Türkiyeye döner dönmez Türkçe öğretmeni konusu ile ilgilendim. Genelkurmay Başkanlığı'nın konuya verdiği önemi de ifade etmem bile muhtemelen aynı gün netice almama yetmiş. O gün masamda değilken, bir telefon çalmış ve arkadaşımız açmış. "Ben Büyükelçi Galip Balkar, Kamil Yüzbaşıya teşekkür etmek için aradım, öğretmenlerimizin atama yazıları geldi ve çok sevindik " demiş.
Bir kaç gün sonra toplantı raporlarını Dışişleri Bakanlığı'na teslim etmek için gittiğimde tüm personelin ağladığını gördüm ve içimden ilk gelen duyguyla "Galip beye birşey mi oldu? " diye sordum.
"Evet saldırıya uğradı ağır yaralı" dediler ve sonrada şehadet haberini aldık.
Cebeci Asri Mezarlığındaki devlet törenine katıldım ve kendi öz ağabeyim gibi sevdiğim bu muhteşem insanın kardeşi olduğumu düşünerek, mezara inmesi gereken yakını sıfatı ile üniformam ile ben indim ve onun kırmızı beyaz renge dönüşmüş kefenini toprağa yatırmaya yardım ettim.
Büyükelçi Galip Balkar ın yaşamı ile ilgili çok değerli bir kitap Türk Tarih kurumumuzca yeni yayınlandı. Hem yazar hem de onunla ortak anılarını anlatan yakın dostları onun muhteşem kişiliğini sergiliyorlar. O kitabı okuyupta daha 47 yaşında şehit olduğunda bile bu kadar sevilen, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterliği ve hatta ilerde Dışişleri Bakanı olması bile en kuvvetle muhtemel kişi olduğu konusunda tüm tanıyanları hemfikirler.
Ben kendi kanaatimi ifade edersem ( kitabı okuduğunuzda da benim gibi düşüneceğinizi varsayıyorum ), rahatlıkla ve hakkıyla çok sevilecek bir Cumhurbaşkanı adayı bile olabileceği çok net olan bir kişiyi tanıdığımı düşünüyordum. Şehadetinden sonra ise bu kişiyi teröristlerin hedef listelerine koyan ülke kurum yada kişiler her kimlerse, benzer değerlendirmeleri yaparak sadece tesadüfi bir diplomat ismi değil fakat Türkiyenin geleceğinde de çok önemli görevler yapabilecek, ülkemize çok büyük imkanlar katabilecek, satın alınamaz vatanseverlerin ortadan kaldırılmasını değerlendirdiklerini düşündüm.
Bir yanda intikam duygusu ile masum bir insanı katledebilecek kadar gözü dönmüş Asala Teröristleri (şu an katillerin her ikisi de Beyrut da yaşıyor ) ve onları bu görevde finanse etmeye hazır Ermeni zenginleri varken, öte yanda da çok ciddi bir biyografik istihbarat yaparak bu her biri çok değerli şehitlerimizin isim listelerini ve gereken diğer hassas istihbaratı sağlayan düşman ülke ve kurumların varlığı bir bütünün parçaları olarak görülüyor.
Her diplomatik cinayetten sonra sorulan "Peki bu cinayete kim karar verdi" sorusu, bugüne dek hiç cevaplanamadı. Belki sorumlu istihbarat gruplarımızın bile bu konuda da tespitleri olduysa da muhtemelen bazı müttefik yada siyasi ilişkilerimizin olduğu ülkeleri açıklamanın zorlukları nedeniyle, bu soru hep karanlıkta kaldı.
Yayınlanan bu son kitap nedeni ile kabuk bağlayan yaralarımızın yeniden kanaması ile aklımıza gelen bu acı konu ve tüm diğer diplomatik şehadetlerin de özel ve ayrı olarak yeniden incelenmeleri gerekir. İsimleri liselerimize, orta okullarımıza hatta ana okullarımıza verilirken, ülkemizi çok zor durumda bırakan bu cinayetler ve şehitlerimizin ortak yanları ; siyasi ilişkiler, tarih vb. akademisyenler tarafından da titiz bir doktora tezi yada farkli platformlarda değerlendirilmeleri gerekecek kadar önemlidir kanaatindeyim.
Onlar Türkiyenin karartılan yarınları idi hiç unutulmasınlar.
Şehitlerimizin her birine, Allahtan rahmet, sevenlerine sabır dilerim