Yazar Orhan Pamuk, İngiliz Financial Times Gazetesi’ne uzun bir röportaj vermiş. Dünyanın Nobel
Edebiyat Ödülü’ne layık gördüğü bir yazarla, iyi bir gazeteci (Financial Times’ın Türkiye muhabir Laura Pitel) konuşunca, ortaya pazar günü çok okunacak bir röportaj çıkmış. Ama bence daha önemlisi, bu röportaj, Türkiye’nin neden bu halde olduğunun, görünen gerçekleri ile dolu. Sırayla anlatalım:
▪ Türkiye’de hiç bir televizyon Orhan Pamuk’u bir programa davet etmiyor. Medyanın neredeyse tamamını oluşturan iktidar yanlıları, eleştirileri nedeniyle çıkarmıyorlar. Kalanlar da, Orhan Pamuk’un liberal görüş ve saptamalarını ‘haince’ gördükleri için uzak duruyorlar, sonuçta, ülkenin Nobel almış tek yazarını ekrana çıkaracak kimse bulunamıyor.
▪ Orhan Pamuk Türkiye’de sevilmediğini kendisi de söylüyor ama buna rağmen en çok kitap satışı Türkiye’de gerçekleşiyor; böyle bir çelişkili durum var.
▪ Orhan Pamuk İngiliz gazeteci ile görüşürken, yan masada oturan 4 kişilik erkek grubun, kendilerini bir kaç rahatsız etikleri de yazıda belirtiliyor. Önce bir fotoğraf çektirmişler, sonra kızlarından biriyle görüntülü görüşme istemişler, sonra da bir kitap imzalatmışlar. (Kitabı o arada nasıl buldular, o da ayrı mesele.) Bunu da, “Kardeşim, yan masada oturan bir yazara bu kadar sarkılmaz, başka İstanbul yok” notuyla eklemiş olalım.
▪ Orhan Pamuk’un, ‘Bu ülkede 1 milyon Ermeni, 40 bin Kürt öldürüldü” sözlerini ettiği 2005 yılında, (Ki bu haber Hürriyet’te yayınlandığında masada oturan Yazı İşleri Müdürü bendim ve o gecenin ilginç bir öyküsü vardır) yargılandığı adliye binasına giderken linç girişiminde bulunulduğunu biliyorduk. Ancak aynı nedenle bir akşam Heybeliada’da bir gösteri gerçekleşmiş ve Orhan Pamuk’u, orada Mavi adlı bir restoranı işleten Nigar Çelik adlı hanım kurtarmış. (Türkiye’nin cesur kadınları her zaman ve her yerde mutlaka karşımıza çıkar, Nigar hanıma bir selam çakalım.)
▪ Orhan Pamuk’un son romanı malum Veba Geceleri’ydi ve bu romanın kahramanı için de Orhan Pamuk’a soruşturma açıldı. Bu kez suçlama, roman kahramanı Kolağası Kamil ile Mustafa Kemal benzerliğinden yola çıkarak Atatürk’e hakaret iddiasıydı. Orhan Pamuk, bu suçlamayı, yani Atatürk’e hakaret iddiasını şiddetle reddederken, şöyle diyor: “Ben, alışveriş yapanları pahalı halı almaları için aldatmaya çalışan bir Kapalıçarşı esnafı değilim. Yapmak istediğim Atatürk’ü eleştirmekse, bunu açıkça yapacak dürüst bir insanım.”
▪ Orhan Pamuk kitabında neden böyle bir kahraman yaratmış sorusuna da yanıt veriyor ve şöyle diyor: “Kitap, Marksist tarihçi Eric Hobsbawm'ın ‘Geleneğin icadı’ kitabında anlattığı şeyi konu alıyor. Yani yeni bir ulus inşası ve bununla bağlantılı mitlerin çok daha geniş ve yeniden keşfi.”
▪ Tabii röportajın en önemli kısmı, politik konularla ilgili görüşleri. (Tesadüfe bakın ki, İngiliz gazeteci tam da bu bu konuyu konuştuklarında ana yemeğin geldiğini, bunun da lezzetli, zengin bir domates sosunda pişirilmiş palamut olduğunu yazmış. Ama ben, sanki röportajımızın da ana konusu siyasiydi gibi bir mesaj algıladım, bu da benim komplo teorim olsun.)
▪ Orhan Pamuk, seneye yapılacak seçimi Erdoğan'ın karşı karşıya kalacağı en zorlu seçim olarak görülüyor. Pamuk’a göre Erdoğan düşüşte. “Artık kimsenin sesini kesemez” diyor ve derken de eliye, aşağı doğru bir yay çizip, “Allaha şükür” diye ekliyor.
▪ Bence röportajın en önemli cümlesi, burada geçiyor ve Orhan Pamuk içinde yaşadığımız ekonomik krizi ve iktidar gerçeğini şöyle özetliyor: “Liranın değer kaybetmesi ve enflasyonun resmen yüzde 80’e çıkmasıyla birlikte ülkenin refahta yaşadığı düşüş tam bir skandaldır. Ve bu olay iktidarda olan bir kişinin, otoriterleşmesinin ve giderek daha mantıksız kararlar vererek, ülkesinin refahını yok etmesinin, ders kitabı olacak mükemmel bir örneğidir.”
▪ Bu açıklama, bence Türkiye’nin gerçekten içinde bulunduğu en açık anlatan bir açıklamadır ve bunu, ekonomistlerin değil de, Nobel ödüllü bir edebiyatçının yapması da, edebiyatçılar için değil fakat ekonomistler için Türkiye’nin fikir yoksulluğunun göstergesidir.
▪ Ve Orhan Pamuk, yaklaşan seçimler için şöyle ekliyor: "Anketler bize kaybedeceğini söylüyor, ama bunu kabul edecek mi?"
▪ İngiliz gazeteci, haklı olarak kendisine uygulanan televizyon ambargosuna sözü getiriyor ve şöyle diyor: “Bu konuyla ilgileniyorum çünkü etrafındaki tüm tartışmalara rağmen, en azından kendisinin tartışmanın bir parçası olmasına izin verilmemesi trajik ve adaletsiz görünüyor. Daha da kötüsü, edebiyatta Türkiye'nin tek Nobel ödüllü kitabının kitapları devlet okullarında bile okutulmuyor.” (İngiliz gazeteci ne kadar naif, Türkiye’de Orhan Pamuk’u okullarda mı okutacaklardı?)
▪ 2005 yılından beri yazara koruma tahsis edildiğine de yazan gazetecinin sorusuna Orhan Pamuk’un yanıtı, “Türk televizyonları beni hoş karşılamıyor” oluyor. Ama gecenin sonunda Orhan Pamuk, şöyle diyor: "Adil olmak gerekirse beni öldürmüyorlar tamam mı? Burada hayatta kalabilirim.”
▪ Bence röportajın en trajik cümlelerinden biri de bu, çünkü bir yazar, Nobel ödülü alsa da, Türkiye’de, kendisinden önce yaşayan yazarların başına gelenleri unutamıyor. Bir ülkenin yazarları bu endişeden bağımsız yaşamadıkları ve korumasız dolaşamadıkları sürece Türkiye’nin demokratikleşmesini ve Atatürk’ün hedefi ‘Çağdaş medeniyetler seviyesi’ne ulaşmasını beklemeyin.