Zoka- 23 Haziran 2012
Son zamanlarda sıkça, art arda gelen ölüm haberleriyle çok kötü sarsıldım desem yeridir. Belki de hep öyleydi de, ilerleyen yaşımdan dolayı ölümün huzurumuza daha sık geldiğini düşünmeye başladım galiba.
Bu dünyayı terk eden yetmiş yaş ve üzerindekiler için, içim burkularak, " İyi yaşamışlar, Allah rahmet eylesin " demekten başka bir şey gelmiyor elimden ne çare ki…
Beklenmedik zamanlarda, çok genç yaşlarda, değişik nedenlere bağlı olarak aramızdan ayrılanların haberini alınca da; kendimi sanki başkalarının hakkını yemiş gibi duyumsuyor, yaşamımı hâlâ sürdürdüğüm için kendimden bayağı bir utanıyorum.
İnsanoğlu ölüm düşüncesinin değişik tanımlarını yüzyıllar boyu hep yapmıştır. Ama hiç kimse bugüne dek ölümün ne olduğu sorusuna ilişkin geçerli somut bir yanıt bulamamıştır. Yaşarken kendimize sürekli sorduğumuz böyle bir sorunun yanıtını öldükten sonra öğrenecek, ama geride kalanlara iletme olanağını hiç bulamayacağız.
Örneğin İtalyan ozanı Cesare Pavese, " Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak" diye yazmış olduğu o ünlü şiirinde, ölümü sevgilisinin bakışları olarak düşünmüştür.
"Ölümün de hayırlısı olsun" dileği, bu kaçınılmaz sonucun semtimize en iyi biçimde uğramasını arzu etmemizden kaynaklanmaktadır.
Her neyse dostlar, ölüm üzerine konuşup boşuna zaman yitiriyoruz. Sonuç olarak; "Ölüm geldi, hoş geldi" deyip yaşamımıza giren bu son misafirimize gereken ev sahipliği görevimizi yapmaktan başka çaremiz yok aslında, öyle değil mi?
Ölüme çağrı
Huzurumuza öyle birden geliverme.
Bize biraz zaman ver güzelim.
Dostu düşmanı giderayak tanımak için.
Sağı solu iyicene süzelim...