ZÜLFÜ LİVANELİ’NİN ROMANINDAKİ ‘BİZİM OTEL’
Zola’dan, Jack London’dan, Saramago’dan bildiğimiz bir olgu da var Konstantiniyye Oteli’nde: Roman yazmak, daha güzel bir dünya için mücadele etmenin yollarından biri.
07 Eylül 2020 Pazartesi 09:44
İSTANBUL- Birgün'de Zafer Köse, Zülfü Livaneli’nin Konstantiniyye adlı kitabını ‘Bizim otel’ başlığıyla şöyle yazdı
Konstantiniyye… Zülfü Livaneli’nin romanındaki bu otel, içinde yaşadığımız ve bir süre konuk olup gideceğimiz dünyamıza karşılık geliyor. Bina, eski bir Bizans sarayının kalıntılarının bulunduğu alana inşa edilmiş. Derinlerdeki altyapının üzerinde yükselen yabancı ortaklı bir işletme.
Bu çok lüks otelin açılış gecesine katılan 300 davetli, masalara dağılmış oturuyor, sohbet ediyor, birbirlerini gözlüyor. Çoğu, bir anlamda kendini pazarlamak için çırpınıyor; yeni ilişkiler geliştirmek, ticari fırsatlar yakalamak, haklarında oluşmuş olumsuz kanaatleri çürütmek derdindeler. Yüzyıllar boyunca birbirine değen veya birbirini görmeyen ne hayatlar yaşanmıştır bu İstanbul şehrinde!
İNSANLAR VE HİKÂYELERİ
Romanın başıyla sonu arasında geçen birkaç saatlik sürede davetlilerin hikâyelerini öğreniyoruz. Bilim insanları, haberciler, bürokratlar; içinde yaşadıkları dünyaya sağladıkları “fayda”nın derecesine göre ulaştıkları “başarı”larıyla, varlıklarını sürdürenler.
Bir de elbette masaların arasında dolaşanlar var. Konuşulanları duyuyorlar, soruları yanıtlıyorlar. Otelin açılış gecesine davetli değil, görevli onlar; garsonlar, temizlikçiler, aşçılar. Onların hayatına da uzanıyoruz. Roboski’yi görmemek için, onlarca yıldır katledilen insanları görmemek için bu kez gözlerimizi kapama fırsatı bulamıyoruz. Yok sandığımız, hapishanelerde büyüyen insanları tanıyoruz. Taksicilerin dertlerini, aklına ikide bir günah düşen müminleri, IŞİD’e katılmak için para biriktirenleri, din engelinden dolayı bir araya gelemeyen sevgilileri, fırsatçıları, yüreği kararmışları, Gezi Parkı’ndaki yiğit gençleri, güzel insanları... İnsanları görüyoruz.
Hatta otelin üzerine inşa edildiği mezarlıklar, yüzlerce yıl önce yaşanmış olaylar, hırslar, mücadeleler, İstanbul’un binlerce yıllık tarihi de görüş alanımıza giriyor. Halen yaşayan ve eskiden yaşamış insanlarıyla, bunların bir araya gelmesini aşan varlığıyla, roman kahramanı olarak İstanbul’u okuyoruz. Bir şehrengiz çıkıyor ortaya.
EVVELİMİZ, AHİRİMİZ
Feridüddin Attar’dan beri, Binbir Gece Masalları’ndan beri; daha roman diye bir edebiyat türünün bulunmadığı tarihlerden beri tanıdığımız bir anlatı biçimi bu. Hem geleneksel bir anlatı hem de modern bir roman!
Birkaç saatlik zaman diliminde ilerlerken, anlatı çeşitli kollara ayrılıyor. Kimi açılış gecesinin yaşandığı günlerdeki memleket hikâyelerine doğru yol alıyor, kimi geçmiş yüzyıllara, kimi de gelecek yıllara. Ana yoldan ayrılan bu yan yollar bazen birdenbire genişliyor, akıp gidiyor. Yokuşlar, canavarlar, hüzünler çıkıyor karşımıza.
Her bir hikâye kolu, sadece kendi başına da var olabilecek nitelikte, ama birlikte düşününce anlam daha da zenginleşiyor. Marquez’den, Dostoyevski’den, Zola’dan beri alıştığımız tatların bir kolajı gibi. Topluluklar, kendilerini oluşturan kişilerden, onların toplamından farklı birer özne olarak beliriyor. Bazen tek tek bireylerin içine sığmayan acımasızlıkların, kötülüklerin eyleyeni oluyor “toplum” denen şey; bazen roman kahramanımızın elini kolunu bağlayan, özgürlüklerini kısıtlayan bir varlık; bazen de o sırada yaşamakta olan kişilerin kaybettiği erdemlerin, kadim değerlerin sürdürücüsü. Mağara duvarına ilk kez bizon çizildiği günden beri iç içe yaşadığımız acıların bir galerisi. Ayrı ayrı da ilerlese, bu anlatı kolları birbirine derinlerden bağlı.
Zola’dan, Jack London’dan, Saramago’dan bildiğimiz bir olgu da var Konstantiniyye Oteli’nde: Roman yazmak, daha güzel bir dünya için mücadele etmenin yollarından biri. Bir okura, içinde yaşadığı hayatı biraz uzaktan göstermek; insanlara bildikleri konuları farklı açıdan anlatmak; kanıksanmış yargılarla ilgili bir şüpheye neden olmak... Daha önce okuduğumuz o büyük romanlardaki gibi; bir el uzanıp yakamıza yapışıyor, omzumuzdan tutup sarsıyor, hayata müdahale etmek amacını gizlemiyor.
Ayrıca, uzun uzun tartışılacak tarihsel konularda çeşitli düşünceler karşımıza çıkıyor. Örneğin, şehir kurmaktan çok, ele geçirmeye dayanan bir kültürden geldiğimiz yönünde bir tespit dile getiriliyor. Konuklar arasındaki yabancı bir diplomat için, “Türklerin bu şehri kurmadığını, zaptettiğini sürekli hatırlatmak ister gibi…” deniyor.
Bu bölüm, aynı konuda yıllar önce okuduğumuz Abidin Dino’nun sözlerini hatırlatabilir. “Sinan Kostantiniyye’yi İstanbul yaptı.” Ama Dino, “Sinan” adlı o büyük yapıtında benzer açıdan baksa da, konuya oldukça naif yaklaşıyor: “İstanbul şehrinin fethi 1453’te başlamış ve Süleymaniye’nin bittiği güne kadar sürmüştür.”
Mithat Cemal Kuntay’ın önemli romanı “Üç İstanbul”da da karşımıza çıkan bir konu bu. Roman kahramanı Adnan, üzerinde çalıştığı bir kitap için not alıyor: “İstanbul, Süleymaniye yapıldığı gün bizim oldu!”
Üç yazarımız da Fatih Sultan’ın Konstantiniyye’yi ele geçirmiş olmasından çok, bu şehri bizim yapanın Sinan olduğu gerçeğini vurguluyor. “Fatih” ve “Sinan” adlarını, elbette alegorik biçimde algılamak gerek.
Doğrusu, Livaneli’nin sözlerinin daha etkili olması, sadece ifade farkından kaynaklanmıyor. “Uygarlık yaratmak”, “talan”, “arabesk” gibi birçok meseleyi harmanlayan bir yorum geliştiriyor. “Fetih”in yıldönümü olan her 29 Mayıs’ta İstanbul’a ve medyaya bu gözle bakmakta fayda var.
BİZİM PINAR
Son sayfasını da çevirip kitabın kapağını kapayınca, başınızı kaldırıp uzaklara bakıyorsunuz. Hemen kalkıp otelin bulunduğu Sultanahmet’e gitmek geliyor içinizden. Orada oteli bulamayacağınızı biliyorsunuz, ama bir pınar göreceğinize eminsiniz. Çeşitli kollara ayrılıp çağıldayan bir pınardır bu. Bazı kollar ileride birleşir, bazıları başka kollara ayrılır. Yüzünüze sıçrayan damlalar sizi serinletir. Bazı damlalar da yüreğinize çarpar, yakar!
O damlalar, kim bilir yeryüzünün hangi katmanlarından, hangi zamanlarından geçip oraya ulaşmıştır. Ve her bir damlada, içinden süzülüp geldiği katmanların tadı kalmıştır. Burukluğu kalmıştır.
- İstanbul’da dört kişilik bir ailenin maliyeti 73 bin 739 liraİPA'nın verilerine göre Ekim ayında İstanbul’da dört kişilik bir ailenin ortalama yaşam maliyeti geçtiğimiz aya göre 2.308 lira artarak 73 bin 739 lira oldu.14 Kasım 2024 Perşembe 15:00GÜNDEM
- Bisikletin en hızlıları Antalya’da pedal çeviriyorUluslararası bisiklet yarışı UCI Nirvana Gran Fondo World Series’in ilk 15 Kasım’da 20 km zamana karşı parkuru yarın Antalya Expo yolunda saat 10.00’da start alacak. 14 Kasım 2024 Perşembe 14:00DERNEKLER
- Kapalı Çarşı’da koşulmazı koşmaya hazır mısın?İstanbul’un en zorlu noktalarından biri olan Kapalı Çarşı’da koşucular hem şehre meydan okuyacak hem de kendilerini alışılmışın dışında bir parkurda sınama fırsatı bulacak.14 Kasım 2024 Perşembe 13:00MICE
- Rixos Sailing Cup 2024: Göcek’te rüzgarla yarış başladıRixos Sailing Cup Yelken Yarışı, 11 ülkeden 52 tekne ve 386 yelken sporcusunu buluşturuyor, hem yerel hem de küresel çapta deniz tutkunlarının ilgisini çekiyor.14 Kasım 2024 Perşembe 12:00MICE
- Kapılarını açan Büyük Mısır Müzesi göz kamaştırıyorDünyanın en büyük arkeoloji müzesi olan ve 120 dönümlük, 80 futbol sahası alana yayılan Büyük Mısır Müzesi kapılarının açılması için turistler uzun süre bekledi.14 Kasım 2024 Perşembe 11:00MICE
- Depremde yıkılan 600 yıllık Yusuf Kümbet restore edildiVan'da 2011'de meydana gelen 7.2 ve 5.6 büyüklüğündeki 2 depremde kısmen yıkılan 600 yıllık Kara Yusuf Kümbeti'nde restorasyon çalışmaları yüzde 90 seviyesinde tamamlandı.14 Kasım 2024 Perşembe 10:00TURİZM
- İngiltere ve Galler arasına lüks yataklı tren geliyor2025'te hizmete girecek: 'Britannic Explorer'da spa, süper şef Simon Rogan'ın hazırladığı yemekler ve lüks banyolu kabinler 5.800 £'dan başlıyor14 Kasım 2024 Perşembe 09:00ULAŞTIRMA
- Aşk Çeşmesi'ne yapılan tahta para havuzu turistleri kızdırdıTuristler bakım için suyu boşaltılan Aşk Çeşmesi, olarak bilinen Trevi Çeşmesi'nin yerine yapılan 'çirkin' derme çatma tahtadan para atma havuzuna tepki gösterdi.14 Kasım 2024 Perşembe 08:00TURİZM
- Boot Düsseldorf 2025 'We Love Water' ’sloganı ile açılıyorDünyanın en büyük yat ve su sporları fuarı Boot Düsseldorf, 18-26 Ocak 2025 tarihleri arasında “Suyu Seviyoruz” (We Love Water) ’sloganı ile açılacak14 Kasım 2024 Perşembe 07:00MICE
- Antalya Havalimanı 2025’e 82 milyon kapasiteyle girecekUlaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, Antalya Havalimanı'nda kapasiteyi 35 milyondan 82 milyona çıkarıyoruz13 Kasım 2024 Çarşamba 19:00ULAŞTIRMA
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2005 Türkiye Turizm
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.