22 Aralık 2024
  • İstanbul6°C
  • Ankara3°C
  • Antalya14°C

UÇAK DELİNMİŞ-TIKIDIK, TIKIDIK

Sefa İnan

22 Mart 2014 Cumartesi 00:48

Geçen hafta yazdığım gibi emekli arkadaşlarıma verdiğim sözü yerine getirmek için bu haftanın yazısını eski anılarımdan bir kaçına ayırdım. Bu haftaki yazı, benim için yazdığım en rahat yazı olacak.
Geçen hafta yazdığım gibi emekli arkadaşlarıma verdiğim sözü yerine getirmek için bu haftanın yazısını eski anılarımdan bir kaçına ayırdım. Bu haftaki yazı, benim için yazdığım en rahat yazı olacak. Bildiğiniz gibi, bir kaç haftadır çok önemli konulara yer verip, okuyucularım için yorumlamaya çalışıyorum. İlgili konular, sektörün profesyonellerine yönelik olduğundan, yanlış yapıp refüze olmamak için, ilgili her türlü yönetmeliği okumakla kalmıyor, ayrıntılı olarak araştırıyorum. Bu nedenle; yazdığım yazılara olumsuz yorum atan pek olmuyor. Kısaca, benim için bu tür araştırma yazıları çok yorucu oluyor. Bu kez, en kolay ve zevkli yazılarımdan birini daha yazacağım için çok rahatım.
Her ay farklı günlerde, 30-40 senelik arkadaşlarımızla buluşup sazlı sözlü dostça buluşmalar hala gerçekleştirebiliyorsak, bu iş hayatımızdaki sevgi, arkadaşlık, dostluk ve bizden büyüklere saygı adınadır. Emekli arkadaşlarım, kimi torunlarının yanında, onlarla birlikte yaşanmış, anılarımı dinlemeden edemezler. Umarım yeni kuşak teknisyenlerin de bizim gibi güzel anılar biriktirebilecekleri bir çalışma yaşamları olur. Aşağıdaki yazımı okuduğunuzda, yazdığım yazıların; oradan buradan duyumla değil, yazdığım konuyu yürekten duyumsayarak yazdığımı daha net anlayacaksınız. Ben ve arkadaşlarım, ağaç kovuğundan çıkmadığımız gibi, havacılığı da internet ve Google aracılığı ile öğrenmedik. TV’lerdeki yemek tanımlarına bakarak ve o tanıma aynen uyarak yaptığınız yemekte, eşinizin veya annenizin yaptığı yemekle aynı lezzeti bulabiliyor musunuz? İşte konu burada bitiyor.

Şimdi, arkanıza yaslanın ve ben eskilerde yaşanan anıların bir kaçını yeni kuşaklara aktarmanın huzurunu hem yaşayıp hem yazarken, siz de okurken gülümseyin…

***
BİR ZAMANLAR ATATÜRK HAVALİMANI (YEŞİLKÖY HAVAALANI);

THY’de çalışmaya başladığım yıllardı. Tek uçağın girebildiği (DC-9)ufacık bir hangar ve her kesin elini kolunu sallayarak gezindiği bir apronumuz vardı. Terör diye bir olgu, apron kartı diye bir şey yoktu. Şimdiki THY hangarlarının olduğu yere, biz kargasekmez(*) derdik.
Buralar; hiçbir kuruluş olmadığından, gözden ırak yerlerdi. THY’den başka bir şirket olmadığından, apronda genelde THY uçakları ve az da olsa yabancı şirketlerin uçakları bulunurdu (Pan-Am, Air France vb..) Terminal binası içinde dış hatlar ve iç hatlar için ayrılmış bir bölüm yoktu. Tüm yolcular aynı salonda check-in işlemlerini yapar ve uçaklara yönlendirilirdi. Terminalden aprona sadece 2 çıkış vardı. 1 nolu çıkış; iç hatlar, 2 nolu olanı; dış hatlar. Yolcular bu merdivenlerden aprona çıkarlar ve yürüyerek uçaklarına giderlerdi.
El bagajları ellerinde apronda dolaşan yolcular, yönlendiren kimseyi bulamayınca kendi başlarına uçaklarını aramak zorunda kalırlar ve komik sahnelerin yaşanmasına yol açarlardı. Örneğin; benim sefere göndereceğim B707 yolcu uçağında çalışırken (aslında Münih’e gidiyormuş, ben sonradan öğrendim) yolcunun biri yanıma yaklaştı ve “Kardeş, bu uçak Stuttgart’a mı gidiyor diye sordu. Ben de bagaj yükleyen arkadaşa sordum, o da “evet abi” deyince yolcuya dönerek, atla bakalım Stuttgart’mış” demiştim. Tabii ki yolcu Stuttgart yerine Münih’e gitti :) (anlaşılan kabinde yolcu sayımı yapılmamış.)
Şimdi diyeceksiniz ki; siz hangi uçağa baktığınızı bilmiyor muydunuz? Bizim için uçağın nereye gittiği önemli değildi ki… Bize şefimiz Alfa November, Alfa Papa gibi uçağın tescil adını vererek, hangi uçağa git derse oraya gider, o uçağı uçuşa hazırlar gönderirdik. Nereye gittiği ile ilgilenmek bizim görevimiz değildi. Bu tür olaylar, sadece bana değil, bir çok arkadaşımıza da rastlamıştır. Kabin memurlarımızın neredeyse %99’u kadındı. Birkaç tane erkek kabin amiri vardı, onlara da steward denirdi. Uçaklarda koltuk numara uygulaması olmadığından, isteyen istediği yere oturmakta özgürdü. Sigara içenle içmeyen yan yana oturmasına karşın, birinin baş üstünde; “No smoking” yazar, yanındaki baş üstünde bir uyarı yazmadığından, buraya oturan yolcu fosur, fosur sigarasını tellendirirdi.
THY Teknik olarak, apronda kullanılan arabalarımız sadece vardiya şeflerinde bulunur, (Bir tane Anadol pikap) onlar da arabalarını vermediklerinden uçağa gidip gelmeyi yaya olarak yapardık, üstüne üstlük; lastik değiştirmek için gerekli olan krikoyu elimizle çekerek, tekerleği apron’da yuvarlayarak, uçak başına götürürdük.
Bir keresinde şefimiz DC-10 ana lastiğinin değişmesi gerektiğini söylemiş ve DC-10 teknisyeni rahmetli Sabri Ersan abimiz görevlendirilmişti. Sabri abi bana dönüp “Sefa ben uçağa gidiyorum sen lastik ve krikoyu kap gel” demişti. Ben de hemen depodan neredeyse adam boyunda olan DC-10 ana lastiği çekmiş, şef den Anadol pikabı ödünç alıp kriko ve lastiği bir kaç arkadaşımın yardımı ile kucaklayıp arabaya yüklemiştim.
DC-10 uçağının önüne geldiğimde, Sabri abi, bana el kol işaretleri yaparak, lastiği indirmemi istedi. Sabri abi uçak rötara girmesin diye yolcu alımına onay vermiş, yolcu alırken biz lastiği hemen değiştiririz diye düşünmüş olmalı ki, yolcu ön ve arka kapılara yanaştırılmış merdivenlerle uçağa binmeye başlamışlardı.
Ben lastiği tek başıma arabadan nasıl indiririm hesabındaydım. Çevreme bakındım ve uçağa bagaj yükleyen işçi arkadaşıma seslendim. Sağ olsun koştu geldi. Ancak, lastik gâvur ölüsü gibi :) yatar durumda bulunan lastiği dikey pozisyona getirip aşağı nasıl indireceğiz diye düşünürken, işçi arkadaşım bir kalas getiriverdi. Kalasla manivela yaparak lastiği dikey pozisyona getirdik. Peki, şimdi lastik Anadol pikabın arkasından nasıl yere inecek diye düşünürken, ben lastiği aşağıya yuvarlayıverdim. Toyluk işte :) lastik yerde bir iki kez zıpladı ve apronun o bölümündeki eğimden de etkilenip hız alarak yolcu merdivenine doğru yuvarlanmaya başladı. Yolcular arka merdivenden uçağa binmeye çalışırken, benim Anadolun arkasından iterek indirdiğim lastik son hızla sağa sola yalpalayıp bir sola, bir sağa kavisler çizerek yolculara doğru ilerliyor, merdiven önünde kuyruğa girmiş yolcuların üstüne doğru gidiyordu. Yolcular, üstlerine yalpalayarak gelmekte olan kocaman lastiği dikkatle izleyip, topluca bir sağa bir sola, lastiğin gidiş yönüne göre durum değiştirerek ezilmemeye çalışıyordu :).
Sabri ağabeyimiz durumu görmüştü; lastiğin yanına koştu ve sağa-sola yalpalayarak hızlı bir şekilde ilerlemeye çalışan lastiği, devirip yere indirmek için geriye çekilip zıplayıp tekme atmaya başladı. Lastikle “Kick Boks “ yapar gibiydi. Lastiğe vurduğu her tekme, onun yalnızca yönünü değiştiriyor, bir türlü devrilmiyordu. Sonuçta yolcularımızın ve bizlerin tekmeleri yardımıyla lastiği devirebilmiş ve yolcularımızı ezilmekten kurtarmayı başarmıştık. Tabii ki, lastik değiştirme aparatımız olmadığından, koskoca ağır lastiği değiştirmek için karşılıklı olarak iki kişi lastiği kaldırmak ve Brake Unit üzerine yerleştirebilmek için beklerken, üçüncü kişi de kalasla lastiğin altına girip manivela yapmak zorunda kalıyordu. (Bu tür lastik değiştirmeler nedeni ile bir çok arkadaşımızın bel fıtığı olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.) O zamanlar işlerimiz emek yoğun işlerdi. Şimdilerde ise, “tire dolly” dediğimiz lastik değiştirme aparatları var.
***
Uçaklarda kullanılan hidroliğin ismi Skydrol dur. Mor menekşe renginde olan bu sıvı biber gazından en az 4 kat daha etkilidir. Skydrol, uçak hidrolik sistemi için tüm niteliklere sahip olduğundan, günümüz teknolojisinde de kullanımı sürdürülmektedir. Yukarıda da değindiğim gibi, o zamanlar teknisyenlerin işi çok ağır ve zorlu idi. Uçaklar şimdiki gibi modern olmadığından, manuel sistemler ağırlıklı idi. Bu eski uçaklarda çalışırken, özellikle hidrolik sistemle ilgili actuator veya componentleri söküp takmada skydrol’dan etkilenmeyen teknisyene, teknisyen demezdik. Bu; “uçak üzerinde yeterli çalışmamışsın” anlamında kullanılan bir deyişti. Gerçekten; şu anda çalışmakta olan hangi teknisyene sorarsanız sorun, mutlaka skydrol la gözleri göremez hale gelip revire yollanmıştır. Bu arada, kırmızı hidroliğin sadece iniş takım dikme silindirleri için kullanıldığını da belirtmiş olayım.
Biraz da uçuş teknisyenliği yaptığım dönemlerdeki anılarıma bakalım. O zamanlar kokpit, kabin ve teknik personel, birbirlerini ismen tanıyacak kadar senli benliydiler. Ben uçtuğum süre boyunca kabinde yolcu koltuğunda oturduğumu hiç hatırlamam. B707, B727, DC-10’larda hep Cockpit’te uçardık. Cockpit ekibi, asker kökenli idi. Kabin memurlarımız (ki, hala sosyal paylaşım sitelerinde görüşürüm) kızlarımız, çok güzel, alımlı, çalımlı ve de bakımlı kızlardı. Yatı seferleri uzun olduğundan ve otellerde yediğimiz yemek ve alkolsüz içecekler şirket tarafından karşılandığından, her akşam birlikte yemek yenir ve kaptanımız; “ben ısmarlıyorum” diye espri yaparak, hesaba baktıktan sonra, THY sicilini yazıp imzalardı. Arkadaşlık ve dostluk çok güzeldi.
***
Yine eski küçük çelik hangarımızda bir toplantı yapılıyordu. Tüm arkadaşlar toplanmış üst makamda bulunan bir yöneticimizi dinliyorduk. Ortam sessiz ve durgunken, bir anda bir ses duyuldu: Tıkıdık-tıkıdık-tıkıdık… melodisi ve miyavvvv –miyavvv hayrıkırışları eşliğinde son hızla bir kedi, canhıraş bağırtılarla, hangarın bir o tarafına, bir bu tarafına koşmuyor, hemen hemen uçuyordu.
Kimse bir şey anlayamadı… Gözler kedinin üstünde, konuşma bitmiş, herkes kedinin koşarken bu tıkıdık-tıkıdık-tıkıdık sesini nasıl çıkartıp, neden canı yanmış gibi miyavlayarak koştuğuna yoğunlaşmıştı.
Sonuçta, kedi kovalanarak yakalandı. Yakalandı yakalanmasına, ama, kedicik çılgın gibi yerinde duramıyor ve hala canı yanmış bir şekilde miyavlıyordu. Bir de baktık ki ne görelim; kedinin ayaklarının altında ceviz kabukları bantlanmış!!! Bunu yapan kişi; cevizi ortadan kırmış ve yarım kabuklarını kağıt bantla kedinin dört ayağına bantlamış. Kedicik hangarda koşarken; tıkıdık-tıkıdık sesleri, ayaklarına bantlanmış ceviz kabuklarından geliyormuş. Peki, kediciğin neden canı yansın ki? En fazla kendi ayak seslerinden rahatsız olur biter. Ancak durum daha korkunçtu… Bu cevizleri kedinin ayağına bağlayan (ismi bende saklı) kişi, aynı zamanda kedinin poposuna pamukla skydrol sürmüş. :) Zavallı hayvan, poposunun acısını gidermek için poposunu yalıyor, bu kez de ağzı yanıyor :)… Hayvan sevenler olarak, bu duruma üzülmememiz olanaksızdı, ama, yine de gülmekten kendimizi alamamıştık… Yöneticinin tüm ısrarlarına rağmen bu arkadaşın ismini yöneticiye söylemedik. O zamanlarda ispiyon henüz icat edilmemişti :) Tabii ki bu yaptığı eylemin hoş görülecek bir yanı yok. Ancak, bu arkadaş sempatisi ile gönüllerde yer etmiş biri idi.
***
Hangarlarda uçakların X-Ray ( Röntgen) çekildiğinde, uçağın X ışınlarının etkili olduğu bölüme yaklaşılmaması için emniyet bandı çekilir ve insanlar oraya yaklaştırılmazdı. Bu işlem, genelde öğle tatillerinde, çalışmanın durduğu zamanlarda, insan yokken yapılırdı. Yine bir gün, uçağın birinde X ray çekimi vardı. Aynı emniyet önlemleri alınmış ve X-Ray çekimi için uyaran ve “Yaklaşma!” anlamında yanıp sönen kırmızı ışık ve yüksek desibelde zart-zart-zart sesi veren cihaz görevine başlamıştı. 1977-78 yıllarıydı sanıyorum… Ben daha çömezdim ve eski ağabeylerimle öğlen yemeğine çıkmıştık. Yemek sonrası hangara geldiğimde; o gün işe başlayan iki yeni teknisyen arkadaşın, -kimse öğretmediği için olsa gerek- bu sesi önemsemeden emniyet bandının yakınında dolaştıklarını gördüm ve hemen onları yanıma çağırdım. “Ne yapıyorsunuz orada… Sesi duymuyor musunuz?!” diye bilgiçlik tasladıktan sonra, X ışınlarının kısırlığa neden olma durumunu anlattım. Bunlarda moral sıfır… “Abi bir şey olur mu şimdi?” “Abi ben yeni evliyim yaaaa.” diye yakınmaya başladılar.
Ben de, pek efendi, sesiz-sedasız biri değilimdir! İçimden bir ses; bunlarla makara yapmam gerektiğini söyledi ve işe başladım: “Çocuklar, ne kadar etkilendiğinizi bilemem, ama, fazla yaklaşmışsınız. Doktora gitmenizi öneririm, ama, önce bence şok tedavisi yapmanız gerekir” diyerek, Mart ayında bunları soyundurup soğuk duşa birer saniye aralığıyla sokup, sokup çıkardım. Akan duşun altına hızla girip, girip çıkmaya başladılar :) Paydostan sonra evlerine gittiler ve o psikolojiyle bilhassa evli olan arkadaşımız ertesi gün suratı bir karış işe geldi :)
Bu eylem tüm hangara yayıldı ve bu arkadaşlarım, emekli olana kadar sürekli olarak geyik muhabbetlerine konu oldular. Şimdi… mi? Tabii, bu arkadaşlar halâ en samimi arkadaşlarımdandırlar.
***
B707’lerde çok sıklıkla uçan biri olarak, çok komik olaylara rastlardım ve bunların bazılarını bu köşede yazmıştım. Yazmadığım birkaç anımdan birisi de; kokpite heyecanla girip, “Sefa bey, arka sıradaki yolcu üstüne yağmur yağdığını söylüyor ve uçak delindi diye bağırıyor” diyerek, yardım istediğinde; hemen kokpitten çıkarak arka bölüme yöneldim. Bir de baktım ki; o bölümdeki tüm yolcular şaşkın… Uçağın delinip yağmur yağdığını söyleyen adamcağız, tüm yolcuların şaşkın bakışları arasında ayakta ve sırılsıklam durumda…
Bir an şaşırmadım desem, yalan olur. Hiç başıma gelmemişti. Ancak, jeton yine de düştü ve hemen koltuğun üstüne çıkıp arka sağ üstte yer alan temiz su deposuna baktım. Deponun musluklara su bağlantı rekorunun oldukça çok miktarda sızıntı yaptığını gördüm ve gerekeni yapıp suyu durdurdum. (B707’lerde su depoları ön ve arkada, kabin tavanındadır ve su kendi ağırlığı ile musluklara giderdi.) Yolcuların teşekkür etmesinden sonra ile yeniden kokpite gidip, olayı pilot arkadaşlarla konuşup epey gülüştük.
***
B707’lerde ki en büyük sorunlardan biri de; yolcu kapı ayarları idi. Bu uçaklar, Pan-American şirketinin yıllarca kullanıp filodan çıkardıkları yorgun uçaklardı. Yıllarca dünyayı dolaşmışlar, suyu sıkılmış, posası kalmış ve emeklilikleri öncesi ülkemizde son hizmetlerini veriyorlardı. Yani, uçak alacak maddi durumumuz olmadığı için, ucuz fiyata kiralanmışlardı. O zamanlar bu uçaklar yine de bize göre yeni teknolojiye sahip, gerçekten çok dayanıklı, güvenilir uçaklardı.( DC-9,B-727-DC-10)
Yine bir Avrupa uçuşu ve kabinde yol boyu dayanılmaz bir ıslık sesi var. Arka kapıdan kabin basınç kaçağı var. Havadayız, yapacak bir şey yok. Kabin memuru arkadaşlara; “yere inince bakarım” dedim. Yere indik ve yaptığım kontrolde; kapı contalarının yaşlanmaktan sertleşmiş olduğunu gördüm. Yabancı bir ülkede ve bir iki saat içinde kalkmamız gereken bir seferde, conta bulsam (ki, bulamam…) bile değiştirmem çok uzun süre alır. Peki, ne yapacağım? Uçak dolu ve ıslık yine yolcuları rahatsız ve huzursuz edecek…
Aklıma, yolcu için kullanılan mavi battaniyeler geldi. Islık çalarak basınç kaçıran yere battaniyenin bir kısmını sıkıştırdım ve zorlayarak kapıyı kapattım. Havada ıslık çalma ve basınç kaçırma (sesi) yok oldu. İstanbul’a geldiğimizde yer personelinin gözü benim arka kapıya sıkıştırdığım battaniyedeydi. Ucu fazla dışarı çıkmış olmalı :) Bu tür geçici çözümler üretmek, ne kitapta yazar ne de kimse önerir. Ancak, bazı zamanlarda inisiyatif kullanıp, uçuş emniyetini sarsmayacak girişimlerde bulunmak zorunda kalırsınız.

Not/ (*) Kargasekmez: Eski Ankara-İstanbul karayolunda, kışları amansız soğuk olan bir bölge varmış. Bilindiği gibi; karga sekerek yürür. Yol gizli buz tuttuğunda, kamyoncuların en korktukları, kayıp kaza yaptıkları bir bölge olduğundan bu bölgeye kargasekmez adını vermişler. Daha önce bu bölge de tarla gibi boş bir alanmış; apron yetmeyince, buralara beton döküp apron olarak kullanıma açılmış. İki yıl önce rahmetli olan ustalarımızdan Talat Tavacı abi, bir kış günü alanın bu bölgesinde uçakta çalışıp donmak üzereyken hangara gelince; “soğuk iliklerime işledi, dondum, yeni açılan apron kargasekmez gibi bir yer” deyince, bölgenin adı kargasekmez olarak tescil edilmiş oldu.
***
Bu anıların yanı sıra, yabancı yayınlardan derlenmiş ve çevirisi yapılarak düzenlenmiş aşağıdaki pilot-teknisyen diyalog listesini meslektaşlarımın bilgisine sunuyorum. Listeyi derleyenin anlatımına göre, bunlar kafadan uydurma değil, gerçek kayıtlardan alınmış.

P = Pilotun Technic Log’a yazdığı arıza bildirimi.
T = Teknisyenin düzeltici işlem sonrası Technic Log’a yazdığı cevap.
*****
P: Sol iç tekerleğin kısmen aşınmış, değiştirilmesinde yarar var.
T: Sol iç tekerlek kısmen değiştirildi.
P: Test uçuşu OK, fakat otomatik iniş biraz sert.
T: Bu uçakta otomatik iniş sistemi yok.
P: Kokpitte bir şey gevşemiş.
T: Kokpitte bir şey sıkıştırıldı.
P: Ön camda ölü böcek var.
T: Canlı böcek sipariş edildi.
P: Otomatik pilotu sabit yükseklik uçuşuna ayarlayınca, dakikada 100 feet ile alçalıyor.
T: Böyle bir problem gözlenmedi. (uçak yerdeyken test edilmiş)
P: Sağ tekerlek altında hidrolik kaçağı olduğunu gösteren bir yağ birikintisi var.
T: Yağ birikintisi temizlendi.
P: DME’nin volümü inanılmayacak kadar yüksek.
T: DME’nin volümü inanılabilir seviyeye ayarlandı.
P: Gaz kolları kilitleri kapatılınca gaz kolları yerinden oynamıyor.
T: Kilitler zaten o işe yarar.
P: IFF çalışmıyor.
T: IFF, OFF konumundayken asla çalışmaz.
P: Sanırım camda çatlak var.
T: Sanırım haklısın.
P: 3 numaralı motor kayıp (motorun havada durduğunu anlatmak istiyor).
T: Biraz araştırınca 3 numaralı motorun sağ kanatta takılı olduğu anlaşıldı.
P: Lövyeyi ileri itince uçak saçmalıyor.
T: Kendine çeki düzen vermesi, doğru dürüst uçması ve ciddi olması için uçağa ihtar verildi.
P: Radardan mırıltılar geliyor.
T: Radar havlaması için yeniden programlandı.
P: Kokpitte fare var.
T: Kedi install edildi.”

sefainan.com