23 Kasım 2024
  • İstanbul17°C
  • Ankara11°C
  • Antalya16°C

TENEKE SESİ DEĞİL, ALKIŞI SEVERİM

Özkan Altıntaş

19 Ağustos 2008 Salı 13:37

Bazısı teneke sesini sever...
Bazısı ise alkış sesini sever...
Ben alkış sesini severim...
Alkış sesi gururumu okşar, tenekenin gürültüsü beni yorar..

Ama insan bir koltukta uzun süre oturup oraya yapışırsa tehlike başlar.
Hele despot ve baskıcı bir yönetim sergiliyorsa işler daha da berbat  olur. Arkadan laflar söylenmeye başlar.
Gidişi ise hazin olur.
Ona tenekeden kurulu bir orkestra eşlik eder.

Büyüklerimiz ne demiş?
Herşeyi tadında tuzunda bırakın, işin cılkını çıkarmayın.
Aslında bütün bu öğütlerin arkasında ‘zamanlama’ yatıyor.
Eğer ‘hırs’ zamanlamanın önüne geçerse lider için hatalar zinciri başlar. Her adımı sorun yaratır. Bulunduğu mevki için artı yerine eksiler çoğalır.
Eksiler ona bocalama getirir...
Koltuğu bırakmaya karar verdiği an ise iş işten geçmiştir.
Onu alkışla uğurlayacaklar, arkasından teneke çalarlar.
En yakın bildikleri bile ona karşı olurlar.
Döverler demir gibi, dönerler değirmen gibi...

Ama her ne hikmetse bazı amirler “alkış sesi” yerine “ teneke“ sesini severler. Herhalde teneke sesi onlara musiki gibi gelir.
Aslında arkasından teneke çalınan kişi lider değildir ve hiçbir zaman olmamıştır.
Tarih böylesine örneklerle doludur. Despot liderin sonlarının hiçte iyi olmadığı görülür. Serbest rekabet despot liderlerin en çok korktukları siyaset iklimidir. O iklimde hemen üşütür, hasta olurlar.
Sonunda başları önlerinde teneke sesi içinde gitmek zorunda kalırlar.

Warren G. Bennis liderle yönetici arasındaki farkı şu sözleri ile anlatıyor;  “İşi doğru yapana yönetici, doğru işi yapana lider denir. “

 

Ergun Zoga ise “İdarecilik ve Sanatı” adlı kitabında amiri üç tiple anlatıyor:

 

1.Despot amir:  Yetki ve otorite kalkanının arkasına saklanmıştır.  Zoraki bir saygı ve hürmet hissi yaratır. Sözleri emir mahiyetinde olmadığı taktirde yapılma şansına sahip değildir. Personelini tanımayı aklına bile getirmez. Her sözü mutlaka yapılmalıdır. İşyerini sıkıcı bir hale getirir. Elemanları ona karşı mutlaka antipati besler. Onunla çalışmak korkunç bir yaşama zorunluluğudur. Kendisinden başka kimse önemli değildir. Her şeyde ben der. Yapılan her şey onun eseridir. Daima kabahatleri bulur ve yüze vurur. Personelinde bir korku hissi vardır. Elindeki yetkiye dayanarak idareye çalışır. Daima kendisi bilir. Yol gösterdiğine hiç rastlanmaz. Muhafazakardır.

 

2.Herşeyi oluruna bırakan amir: Efendi yaradılışlıdır. Kimseyi kırmak istemez. Herkes bildiği gibi hareket eder. Saygı ve sevgi, zamanla, adam sendeciliğe yerini bırakır.

 

3.Lider anlayışlı amir:  20. asrın aradığı insandır. Sevk ve idarenin bütün prensipleri onun şahsında hayat bulur. Herkes de güven yaratmıştır. Şevk ve heyecan dolu bir çalışma düzeni kurar. İşbirliğinin en hararetli savunucusudur. Başarıları arkadaşlarına mal eder. Başarısızlığın sorumlusu olarak kendini görür. Onun için kabahatler önemli değildir.


Şimdi düşünün bakalım kimi nereye koyacaksınız?

Yazar Nihat Malkoç’ta Atatürk milliyetçiliği yazısında dünyaya örnek olan Atatürk'ü şöyle anlatıyor:

Tarihe baktığımızda liderlerin, idare ettikleri ülkelerin kaderlerini belirlediklerini görüyoruz.
Türkiye’nin kurucusu, modernleşmenin öncüsü Atatürk, az zamanda çok ve büyük işler yaparak bütün dünyanın dikkatini, bir zamanlar “hasta adam” olarak nitelendirilen ve paylaşılmaya kalkışılan Türkiye üzerine çevirmiştir.
Esir ve mazlum milletler de bu başarıdan esinlenmiştir.
Atatürk onlara da model olmuştur.
Bu harikulâde tekâmülün mimarı kendisi olmasına rağmen o, başarıyı daima milletine mal etmiştir. Hiçbir zaman bu muvaffakiyetlerden kendisine aslan payı çıkarmamıştır.
“Büyük şeyleri büyük milletler yapar” diyerek milletinin azametini ön plana çıkarmıştır. Daima ekip çalışmasına inanmış ve bunu tatbikatlarıyla bizzat göstermiştir.

 Bu konuda söyledikleri ne kadar da manidardır:

“Türk milletinin son yıllarda gösterdiği harikaların, yaptığı siyasî ve sosyal inkılâpların gerçek sahibi kendisidir. Milletimizde bu kabiliyet ve tekâmül var olmasaydı, onu yaratmaya hiçbir kuvvet ve kudret yeterli olamazdı.”

“Bu millet, kılı kıpırdamadan dava uğruna canını vermeye razı olmasaydı ben hiç bir şey yapamazdım.” …“Giriştiğimiz büyük işlerde, milletimizin yüksek kabiliyet ve yüksek sağduyusu başlıca rehberimiz ve başarı kaynağımız olmuştur.”


Bugün krallar, kraliçeler, imparatorlar, dükler tarihin çöp sepetinde çırpınırken Atatürk yirmisinde bir delikanlı gibi milletinin yüreğinde ve hayallerinde yaşıyor.
Çünkü O, içinden çıkmış olduğu milleti ‘koyun’, kendisini ‘çoban’ olarak görmedi.
Halkıyla omuz omuza, yan yana, el ele aydınlık ufuklara yürüdü.
“Ben” demedi, “Biz” dedi.
Halkını ezmedi. Ne yaptıysa milleti için yaptı.
O millet de bir vefakârlık örneği göstererek onun görüşlerini, manevî şahsiyetini hakkıyla yaşattı.
Unutulmamalıdır ki milletinden kopuk yaşayan, halka rağmen doğru da, yanlış da olsa kendi fikirlerini tek alternatif olarak sunan despot liderler eninde sonunda yok olmaya mahkûmdur.
Onun içindir ki Atatürk, cumhuriyetle daha da büyümüştür.
Alkışlarla uğurlanmıştır ve hala alkışlanıyor.