BİZLER NUMUSLUYU BİLE NAMUSSUZ YAPARIZ
Sefa İnan
24 Şubat 2014 Pazartesi 10:54
Bu köşede yıllardır havacılık konulu yazılar yazıyorum. Uzun yıllar havacılıkla iç içe olan kişilerin, emekli olduktan sonra bu tür platformlarda yazı yazabilmelerinin bazı güçlüklerinin olduğunu gördüm. Bunlardan en önemlisi; geride bıraktığınız iş hayatınızda, nasıl tanındığınız ile ilgili.
Kısaca, siz bıraksanız bile, geçmişiniz sizi bırakmıyor. Sektörümüze henüz yeni girmiş, kimsenin tam olarak tanımadığı bir yazarsanız, işiniz daha kolay. Onların yaptığı bir takım hatalar veya yanlış değerlendirmeler, sizinki kadar önemsenmiyor.
Hiç bir şeyin gizli kal(a)madığı ve eninde sonunda açığa çıkartıldığı bir ortamda yaşıyoruz. Bu nedenle; herkesin okuyabildiği ve isimsiz yorum yapabileceği internet ortamında, köşe yazısı yazmanın zorluğunu sanırım değerlendirebilirsiniz. Gazetelerde yazar yazıyı geçiyor ve okurların sizinle aynı fikirde olup olmadığını bilemiyorsunuz. Kısaca, siz çalıp, siz oynayabiliyorsunuz. Ancak bu internet platformda durum farklı seyrediyor. Bu platformda havacılık temalı yazı/yorum yazdıktan sonra, yazdığınız konuya hâkim bir çok insanın, sizin yazınızı okuyup yanlışlarınızı bulması ve yanlışınızı yorumlarla yüzünüze vurması olasıdır. Bu nedenle; yazılarımı ince eleyip sık dokuyorum.
Köşe yazılarıma yorum atarak katkı sağlayan okurlarımdan ricam; yorumlarınızı, yazıda adı geçen kişilerin özel hayatlarına yönelik yapmamanızdır. Bu tür yorumları onaylayamıyorum. Yeni, internet düzenlemesi Cumhurbaşkanı tarafından da onaylanırsa; internet yayıncılığı daha da zorlaşacak sanırım. Olası bir şikâyette; yazı askıya alınabilir. Bu nedenlerle yorumlara da dikkat etmek gerekiyor. Bu nedenle bana yolladığınız maillerdeki konuların çoğu belgesiz ve çeşitli iddialar içeren konular olunca ve maili atan kişi isminin yayınlanmamasını isteyince, işim daha çok zorlaşıyor. Tabii ki, belgeli bir haber adı geçen kişi her kim olursa olsun, hiç fark etmez, anında yazarım.
İlk konumuza girelim;
Bizim toplumumuz, vergi ve üye olduğu sendika, dernek, vakıf, kulüp gibi kurumlara verdiği aidatların, nerede ve nasıl kullanıldığını takip etmiyor. Verdikleri vergi veya aidatın gittiği yerleri araştırmadığınızda, bu kurumların yöneticileri bu vurdumduymaz yapınızdan etkilenerek bazı yanlışlara düşebiliyor.
Bu yapı Türkiye’deki genel seçim ve belediye seçimlerinde de egemen. Sonuçta karşımıza, “Toplumlar, hak ettikleri şekilde yönetilir” sözcüğünün doğruluğu çıkıyor. Bu yapıya her zaman itiraz etmiş ve geçmişte yaptığımız genel kurullarda, aklama aşamasında üyelere dönüp; “Beyler, hesap inceleme komisyonu kurun. Tüm genel kurul müddetince sizin seçtiğiniz kişiler faturaları, banka kayıtlarını ve yönetim kurulu karar defterlerini incelesinler ve divan başkanlığına rapor sunsunlar” diyerek öneri sunmuşumdur.
Ancak, son zamanlarda divan başkanlığı yaptığım veya konuk olarak katıldığım genel kurullarda gözlemlediğim kadarıyla; üyeler hesap araştırma komisyonu bile istemeden, sadece denetleme kurulu raporu ile yetiniyorlar. (Denetleme Kurulu, aynı yönetimce seçilmiş kişiler oluyor)
Sorgulama ve denetleme eksikliğini gören bir takım kişiler, bu gibi durumlardan, yararlanmak isteyebilirler
Bu nedenle, aynı; Barolar Birliği, spor kulüpleri gibi kuruluşlarda olduğu gibi; mali genel kurul yapılmalı veya genel kurulu bir gün uzatarak bu denetleme işini ciddi olarak yapabilmeliyiz. Mali genel kurul, normal genel kurul öncesi yapıldığında, ibra edilemeyen bir yönetim, normal seçime bile giremeyecektir.
Düşünsenize; trilyonların döndüğü işçi konfederasyonlarında (Türk-İş, DİSK, Hak İş) bile mali genel kurul yapılmıyor. Hukuken sakıncası var mı? Tabii ki yok. Neden yapılmaz? Siz yanıt verin.
Suçlu kim derseniz? Ben, birinci derecede suçluyu genel kurula katılan üye veya delegelerde bulurum. Özellikle delegeler, üyelerin seçip genel kurula yollayarak kendilerini orada temsil etmesini istediği kişilerdir. Bu delegeler sadece kendi duygu ve düşüncelerinin yanı sıra, kendisini seçerek oraya yollayanların da duygu ve düşüncelerini, sendikanın gelir ve giderlerini irdelemek için oraya gidip görevlerini yapmaları gerekiyor. Sizce yapıyorlar mı?
Bu yapıyı genişlet, al sana Türkiye!
Topluluğun fertleri olarak; “Aman, nasıl olsa ben bu vergiyi veya aidatı ödüyorum. Bana geri dönüşü nasıl olsa olmayacak. Ne diye uğraşayım? “ dediğimizde, iş bitmiş, toplum çürümeye yüz tutmuştur.
Sorun sadece maaş ödenek denetlenmesi değil, amaç; bizim tarafımızdan seçilmiş olanların tüm faaliyetlerini incelemek ve irdelemek olmalı. Kim nereye ve niçin harcama yapıyor, bu harcama gerekli mi, değil mi? hepsini irdelemeli ve yanlışlar varsa sandık aracılığı ile bu yönetimi alaşağı etmeliyiz. Sanırım işte bunu yaptığımız, ya da yapabildiğimiz zaman, gerçek demokrasinin kapıları aralanmış olacaktır. İktidarda kim olursa olsun, bizler tarafından gerçek denetime tutulmalıdır. Denetleyemiyorsak, vicdanlarınızın denetiminden geçirip bir daha oy verip vermemeye karar veririz.
Örneğin; Hava-İş in son genel kurulunda delegeler hep birlikte sendika yönetimini aklamadılar. Sendikalarda, derneklerde, vakıflarda, siyasi partilerde, spor kulüplerinde genellikle aklanmış olunmaması, pek yaşanmaz.Çünkü bu gün sen eski yönetimi aklamazsan, bu yol olur, seni de ilerde aklamaz ve mahkemelerde süründürürler korkusu oluşur. (Bakalım bizim sendika yönetiminde bu korku oluşacak mı? )
Bizler; yönetimlere; “nasılsa ibra olunuyor” rahatlığını verdiğimizde, namusluyu bile namussuz yaparız. Bu nedenle aynı Barolar Birliğinde olduğu gibi; 4 senelik her yönetimin 2’ci senesinde mali genel kurul yapılmalı. Mali genel kurul, trilyonlarca bütçeleri olan işçi konfederasyonlarında bile yok. Dürüst bir yönetim isterse, bu mali genel kurulu tüzüğüne yazmadan bile yapabilir. Genel kurulu üç güne çıkartıp, ilk günü mali konulara ayırdığınızda oradan çıkacak sonuç genel kurulun seçim aşamasında son derece etkili olur. Hukuken hiç sakıncası olmayan ve toplum nezdinde son derece beğenilecek bu uygulama neden yapılmaz, anlayan beri gele…
THY genel kurullarında ben, yönetimin mali tablolarını inceleyip sorguluyorum. Bu tür milyarlık bilançoları tam olarak anladığım söylenemez. Genel kurulun en fazla 2 veya 3 saat süren kısacık süresinde bunu yapabilmek de olanaklı değildir. Bu nedenle aklama sırasında elimi kaldırıp olası bir suça katılmaktansa, aklamıyorum. Tabii ki benim aklamamam bir şeyi değiştirmiyor, ama, en azından oybirliği ile değil, oy çokluğu ile “aklanmış”oluyorlar.
Bu düzenin yapısal bozuklukları tüm kurum ve kuruluşlara yayılmış durumda. Eskilerin deyimi ile “balık baştan kokuyor!”
Böylesine duyarsız ve çıkarları farklı olan ve bir araya gelemeyen ortamlarda at koşturmak gerçekten kolay oluyor. Bu devirde zengin olmak gerçekten kolay. Vicdanı, ahlakı boş ver, biz işimize bakalım, dediğinizde yolun yarısını geçmişiniz demektir. Önemli olan o koltuğu elde etmek. Ondan sonrası çorap söküğü gibi geliverir.
Tabii ki bunlar Türkiye’de geçerlidir. Yoksa yanılıyor muyum?
***
Birazda 3.Havalimanına ve 3.Köprüye bir göz atalım;
3. Havalimanı yapımı adeta yılan hikâyesine döndü. Sonunda kimsenin aklından geçmeyen, havalimanı olabilmek için koşulların uygun olduğu söylenemeyecek bir bölge seçildi. Bu bölge,Karadeniz’in Avrupa yakasındaki Yeniköy ile Akpınar köyleri arasındaki alandı.
Bu bölgenin seçilmesinin neden ve niçin lerini birlikte irdeleyelim. Ne var bu bölgede?
Yıllık 150 milyon yolcu kapasiteli birbirinden bağımsız altı pistli olacak şekilde yapılacak havalimanı ile birlikte üçüncü köprüde son sürat yapılmaya başlandı. Bu nedenle mahkemelerin aldığı yürütmeyi durdurma kararlarına karşın bir dolu çözümler bulunmaya çalışılacaktır. Mahkemelerle, çevrecilerle ve STK lar ile inatlaşma ile nereye kadar gidilecek göreceğiz.
Neden mi?
Tabii ki yap-işlet-devret modeli içerisinde yapılacak olan köprü ile birlikte üçüncü havalimanı projesine de birlikte bakmak lazım. Bu bağlantı ile devletin yükleniciye yıllık ne kadar araç geçiş taahhüdünde bulunduğu da önemli. Çünkü bu araç geçişi sağlanamazsa devlet bu kadar geçişin bedelini yükleniciye ödeyecek.
Üçüncü havaalanı ve kuzey sahillerinde inşa edilmesi öngörülen yeni uydu kentler olmadan üçüncü köprünün istenilen geçiş sayısına ulaşması mümkün olamaz.
Bu konuya, sadece üçüncü havalimanı ve üçüncü köprü olarak da bakmak yerine daha büyük boyutta değerlendirmek gerekiyor. Farklı bir bakış açısıyla kısaca değerlendirmek gerekirse; Devlet veya Hükümet ne derseniz deyin inşaat endüstrisinden besleniyor.
Yeni sermaye grubunun, eski sermayenin alanında kendine yer açamadığı için inşaat ve enerji alanlarını seçtiğini ve buralardan palazlanmaya çalıştığını söylemek mümkün.
Türkiye’de inşaat işlerindeki rantın en kolay para ettiği yer İstanbul. Bunun için de köprünün bir an önce yapılması lazım. Ama sorun şu ki, köprü ve havalimanı maliyetli işler. Ayrıca, küresel krizde hala sürüyor. O halde, yatırımcılar için cazip olmayan bu yatırım alanının devlet teşviki ile cazip hale getirilmesi şart. Çünkü çeşitli devlet garantileri verilmeden (Köprü geçiş araç sayısı-Yolcu sayısı) bu işe kimse girmezdi.
İstanbul’un kuzeyinde, ormanların içinden geçen bir yoldan garanti edilen sayıda araç neden geçsin? Şu haliyle geçmez. Geçmesi için cazip fonksiyonlar lazım. Havaalanı, yeni uydu kentler gibi.
Ayrıca yapılacak yeni havalimanı milyonlarca yolcunun transit geçiş yolu olacak. Bu nedenden dolayı havaalanı içinde onlarca tesis, alışveriş merkezi vs. var. Kısaca bu iki projede de inşaat var. İnşaatın olduğu yerde farklı düşüncelerde(!) gruplarda olacaktır.
Tabii ki devletten beş kuruş çıkmayacak. Ancak bu ihalelerin kaç seneliğine verildiği ve garanti edilen yolcu ve araç geçişi karşılanamazsa ne olacağı da önemli. Şüphesiz İhaleye giren gruplara bir şey olmayacaktır. Onlar bu ihalelere girerken ince eleyip sık dokumuş ve risklerinden arınmış olarak yatırıma başlamışlardır.
Olası bir aksilik de devletin zararını kim öder? Tabii ki biz vergi verenler.
***
12.02.2014 Çarşamba günü TALPA’nın 9. Olağan Genel Kurulu vardı.
Genel kurul havalarını çok severim. Kulisler, pazarlıklar, sataşmalar, kulak gazetelerinden yayınlanan yeni haberleri alabilmek bu tür ortamlarda mümkün olabiliyor.1986 yılında UTED Başkanı seçildiğim günden bugüne, TALPA genel kurullarına konuk olarak katılırım. TALPA’nın son genel kurulunda ilk defa üç adaylı bir seçime rastladım. Katılım; oy bazında yüksek ve konuşmalar seviyeliydi.
Üye pilotların birçoğunun, aynı gün uçuş görevi olanlarının, genel kurulu izledikleri söylenemez. Bu üyeler, uçuş dönüşü veya uçuşa gitmeden, sadece oy kullanmaya gelebildiler. Bu nedenledir ki, Adayların tümünün konuşmasını üyelerin bir çoğu dinleyemeden oy vermek zorunda kaldı. Bu aşamada bazı pilotların; “sandıkları pilot odasına koyalım, internetten oylama yapalım” diye yaptıkları serzenişlerini duyduğumda; şaşırmadım desem yeri var. Yürürlükteki yasalar gereği, oyların, sadece divan heyetinin önünde kullanılması olanaklı oluyor.
Kaçırılma girişiminde bulunulan uçağımızın kaptan pilotu İlyas Karagülle’nin, aynı zamanda TALPA yönetiminde bulunduğunu biliyorsunuz. Bu nedenle İlyas kaptanın medya ile buluşması, genel kurul gününe özellikle denk getirilmiş ve bir taşla iki kuş vurulma hesabı yapılmış diye düşünüyorum. Ulusal TV kanallarının bizzat genel kurulun yapıldığı salonun kapısına gelerek, Kaptan İlyas Karagülle ile röportaj yapması, hem TALPA’nın bilinirliğinin artması açısından, hem de şimdiki yönetimin içindeki bir kaptanın medya tarafından beğenilmesi, yönetime artı yazdı diyebilirim. Bence akıllıca düşünülmüş bir stratejiydi.
Sendika seçimlerinde de bir çok kere yazdığım üzere; üç adaylı yapılan seçimlerde, mevcut yönetim şanslı oluyor. Bu nedenle “Sefa Bey siz bu tür seçimlerde deneyimli birisiniz sizce sonuç ne olur?” diye soran adaylara yanıtım; mevcut yönetimin ipi göğüsleyeceği şeklindeydi. Öyle de oldu ve Gürcan Mantı sonuçta ipi göğüsleyen taraf oldu.
Sonuç olarak; TALPA’nın 9. Olağan Genel Kurulunun tüm pilot camiasına hayırlı olmasını dilerken, yarıda kaldı denilerek tamamlanacağı sözü verilen ve genel kurula sunulan yeni projelerin hayata geçirebilmesi çok önemli.Bilirsiniz,2 yıl çok çabuk geçer.
NOT/ Airbus A321 in rakibi B757 mi olacak?
sefainan.com
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2005 Türkiye Turizm