Her yıl mart ayının son haftasında kutlanan 'Kütüphaneler Haftası' yla bağlantılı olarak, 31 Mart Cumartesi günü, Cumhuriyet gazetesinde Sayın Ülkü Tamer'in, "Ortalık Barbara Cartland'lardan geçilmiyor" başlıklı çok güzel bir yazısı çıktı. Düşüncelerinin tamamına katıldığım yazarımız, ülkemizdeki yazarlar ve kitapları konusunda önemli noktalara değinip, bize iyi kitap, kötü kitap, iyi yazar, kötü yazar ve çok okunan yazar ile okunmayan yazar hakkında geçmişten örnekler verip, ülkemizde günümüze gelinen durumu başarıyla özetliyor.
Öncelikle şunu söylemeliyim ki; kitapları kötü ve iyi kitap diye ikiye ayırmak bana göre yanlış olur. Okunan her kitap, hangi kitap olursa olsun kesinlikle okuyucu üzerinde etkisini gösterip, işlevini yerine getirir. Kötü kitap dediğimiz, bizi iyi kitaplara yönlendirecek adımımızı atacağımız sağlam bir basamaktır. Kötü kitap; ancak konusu iyi işlenememiş, taşları temeline iyicene oturtulamamış kitap demektir. Bir kitabın başarısızlığı, o kitabı yazan yazarın becerisinin, yeteneğinin, yaratıcı gücünün ve de biçeminin eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Genelde hepimiz, iyi yapıtlar okuma sevdasına; kötü, kolay, ucuz diye yorumladığımız kitaplardan geçerek tutulmuşuzdur. Yani küçümseyip, burun kıvırdığımız o kitaplar bize zamanında yol gösterici olmuşlardır.
Sayın Tamer'in de belirttiği gibi, bir zamanlar kitapları art arda yeni baskılar yapıp, yok satan Kerime Nadir, Muazzez Tahsin Berkant, Esat Mahmut Karakurt, Peride Celal, "Türk Saganı" olarak bilinen, "Günaydın Hüzün"nün yazarı Suzan Sözen gibi öyle yazarlarımız vardı ki, günümüzde yeni kuşaklar onların adlarını duymamışlardır bile... Salt bizde değil, tüm dünyada bu kural geçerlidir. Artık adları bile anılmayan, ama dönemlerinde yazdıklarıyla yer yerinden oynayan; Barbara Cartland, "Aşk Hikayesi"nin yaratıcısı Erich Segal, onlarca yapıt veren "Bonjour Tristesse" nin yaratıcısı François Sagan ve diğerleri neredeler şimdi?
İyi kitap her zaman çok satan ve ödüller alan kitap demek değildir. Az satan kitap da kötü kitap anlamına gelmemelidir. Belli bir politik görüş ve diğer çıkar ilişkilerine girmeyip kıyıda köşede kalmış öyle usta kalemlerimiz, değerlerimiz vardır ki bu ülkede; onlara çok yazık olmuştur doğrusu.
Kütüphanelerle de ilgili bir kaç kelime eklemek istiyorum yazıma…
Bundan uzun yıllar önce, Avrupalı olma özlemi çektiğimiz dönemlerde, sonradan zengin olmuş ailelerle küçük burjuvalar, gösterişli evlerinin salonlarının bir duvarına boydan boya, en iyi ağaçtan ısmarlama kütüphane yaptırırlardı. Sonra da o kütüphanenin gözlerine çeşitli süs eşyaları, biblolar, yapma çiçekler, çerçevelenmiş aile fotoğrafları, daha da giderek her türlü ıvır zıvırı yerleştirirlerdi. Okunacak kitap sandıklarından olsa gerek, bir kaç cilt ansiklopediyi de uygun buldukları bir köşeye iliştirirlerdi. Aydın kişi olduklarını kanıtlamak için evlerine gelen kişilere öncelikle gururla kütüphanelerini gösterirlerdi
Yazımı bir kaç yıl önce yazmış olduğum, günümüzde okuma yazma durumumuzu yansıtan bir fıkramla sonlandırıyorum:
Kızını okula göndermeyen Temel'e "Neden kızını okutmuyorsun" diye sorarlar.
Temel cevap verir:
-Ekonomik kriz yüzünden. Kimselerde para yok. Ama artık daha fazla bekleyecek sabrım kalmadı . Başlık parasını ilk bastırana kızı hemen okutacağım daa!
***
LAF OLA...
Kitap okumak demek, cehalete meydan okumak demektir!
***
Kitap; beynimize ışıltı, yüreğimize sıcaklık veren yaşamsal bir cevherdir...