Kadıköy’e neden “körler ülkesi” denildiğini şu kısa hikaye ile öğrenerek güne başlıyoruz: Efsaneye göre, MÖ 7. Yüzyılda yeni bir şehir kurmak isteyen antik Yunan kralı Byzas, Topkapı Sarayı’nın olduğu tepeden manzaraya bakar, hayran kalır. Karşı kıyıya şehir kuranları da “bu güzel yer dururken nasıl karşı kıyıya şehir kurmuşlar, körler demek ki!” der. Bunun üzerine Kadıköy “körler ülkesi” olarak arşivlere geçer.
1926’da neo klasik tarzda inşa edilen ve mimarı belli olmayan Kadıköy İskelesi önünden, çarşı yönüne doğru yürüyoruz. Burada karşımıza çıkan 3. Mustafa Paşa İskele Camii, 1761 yılında yaptırılmış sade ve gösterişsiz bir cami. Genelde cuma günleri önündeki kalabalıkla göze çarpan bu camiyi geçip, çarşı içinde yer alan tarihi “ıslama köftecisi”ni, kalbimizde yer etmiş Baylan Pastanesi ve Cafer Erol Şekercisi’ni, köşedeki kırmızı beyaz renkteki tentesiyle, 1836’da ilk şubesini Balat’ta (Pağaça Fırını) açmış Bulgar ailenin tarihi Beyaz Fırın’ını görüyoruz. Bu fırında ekmek, simit, poğaça, pasta, gevrek gibi yiyeceklerin yanı sıra, savaş zamanında un bulamadıkları için badem unundan yaptıkları acıbadem kurabiyeleri de meşhurdur. Beş nesildir devam eden bu fırına en kısa zamanda gelip, kurabiyelerinden tatmanın hayalini kurarak, bir zamanlar Kadıköy’de yaşamış Azize Efemia adına 1694’te yaptırılmış olan Aya Efemia Kilisesi’ne doğru ilerliyoruz.
Biraz ilerideki Surp Takavor Ermeni Kilisesi önünde, her zaman karşılaştığımız, tanıdık gelen bir Kadıköy koşturması var. İnsanlar bir yerden diğerine hızlı adımlarla yürüyor, çiçekçi yere düşen vazodan dağılan çiçeklerini topluyor. Burnumuza, sokaktaki mekanlardan yeni çekilmiş kahve ve yemek kokuları geliyor. Kilisesinin içine adım attığımızda ise, tam tersi bir havanın hakim olduğunu görüyoruz. Sakin ve sessiz. İlk hali 18. Yüzyıl’da yapılmış ve daha sonradan yenilenmiş olan bu kilisenin en etkileyici özelliği, Ermeniler için çok büyük önem taşıyan Ani Harabeleri’ni resmeden bir vitraya sahip olması. Mumlarını yakıp dua eden insanları rahatsız etmeden detayları inceleyip, tekrar Kadıköy sokaklarına çıkıyoruz. Bahariye Caddesi üzerinde cevizli sakızlı kurabiyesi, profiterolü ve şekerlemeleriyle meşhur, 1953’ten bu yana Kadıköy’ün simgesi haline gelmiş bir pastane olan Ankara Pastanesi’ni ziyaret ediyoruz. Son olarak Surp Levon Ermeni Kilisesi’nde, baş rahibin etkileyici konuşması ve sorduğumuz sorulara verdiği yanıtlarla uzunca vakit geçiriyoruz. İlk olarak 1890’da ahşap bir şapel olarak inşa edilip, daha sonra büyütülüp yenilenen kilisenin bahçesi de en az içerisi kadar etkileyici, huzurlu…
3.Mustafa Paşa İskele Camii: Caferağa Mah. Tavus Sok. No: 8
Ahmet Usta Islama Köftecisi: Caferağa Mah., Yasa Cad., No 11/A
Beyaz Fırın: Yasa Cad. No: 23
Aya Efemia Kilisesi: Osmanağa Mah., Yasa Cad. No:27
Ankara Pastanesi: Osmanağa Mah., General Asım Gündüz Cad. (Bahariye), No: 1
Surp Takavor Ermeni Kilisesi: Muvakkithane Cad. No: 44
Surp Levon Ermeni Kilisesi: Osmanağa Mah., Altıyol, No:1, Ali Suavi Sok.
Hareketli sokaklardan birine vardığımızda biraz şaşkınız. Görmüş olduğumuz bu pembe evde bir zamanlar Nazım Hikmet’in yaşadığını bilsek de, sokağın geçirmiş olduğu değişimleri ardından o günleri gözümüze getirip, hayal etmesi biraz zor. 1951’de yol arkadaşı Refik Erduran ile planladıkları gibi kaçarak, hızlıca Kadıköy İskelesi’ne yürüdüğü o “son Kadıköy günü”nden bu yana tabi çok şey değişmiş olmalı. Pembe evde şu an kim yaşıyor bilmiyoruz… “Acaba evin yeni sahibi, yaşadığı evi o eski günlerdeki gibi hayal ediyor mu, Nazım’ı arada gözünün önüne getiriyor mu?” diye merak ediyor insan. Ocak 1902 doğum tarihli Nazım Hikmet’in yıllar sonra, 2009’da tekrar vatandaşlığa alındığında, isminin “Mehmet Nâzım Ran”, nüfusa kayıtlı olduğu ilin İstanbul, ilçenin Kadıköy, mahallenin ise Feneryolu olarak kayıt altına geçmesi de, öğrendiğimiz bir detay oluyor.
Moda’ya doğru ilerlerken, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın da evini görüp, şimdilerde bomboş olmasına biraz hüzünleniyoruz. İlerleyen dakikalarda karşılaştığımız Cemal Süreya’nınevi ise, kısmen daha bakımlı. Duvarına, kapı önüne şiirlerinden birkaç alıntı yerleştirilmiş. Evin önündeki zeminde Cemal Süreya’nın en kısa şiiri: “Hayat kısa, kuşlar uçuyor” yer alıyor. Hemen yanındaki eski yufkacı dükkanı da, en az bu ev kadar tarihe, anılara tanıklık etmiş. Sahibinin keyfi yerinde olursa, Süreya’nın yaşadığı Başak Apartmanı’nda geçen hikayeleri anlatıyor.
Moda sokaklarında biraz gezip, biraz dinlenirken bu semtin aynı diğer semtler gibi geçirdiği değişimler sonucu bambaşka bir karaktere büründüğünün bir kez daha farkına varıyoruz.
Tekrar Bahariye Caddesi’ne geldiğimizde, gözümüzden kaçması imkansız olan binalardan Süreyya Operası binası önündeyiz. Hala aktif kullanımda olan, bale, opera gösterilerinin izlenebildiği binanın geçmişi 1927’ye dayanıyor. Süreyya İlmen tarafından yaptırılan bina, geçmiş yıllarda sinema salonu olarak da hizmet verir. Opera temsilleri ve film gösterimlerinin yapıldığı o yıllarda, binanın ilk müdürü ise Nazım Hikmet’in babası, Hikmet Nazım’dır. Bir süre sonra kapatılınca, 2007’de Kadıköy Belediyesi tarafından yenilenerek, tekrardan kullanıma açılır. Bu tarihi binanın içine girince “iyi ki restore edilip, yeniden açılmış” dedirten türden bir büyüsü, güzelliği var. Ayrıca rehberimizin verdiği bilgiye göre; en üst katında gösteri öncesi veya sonrası vakit geçirmek, şarap içmek çok keyifliymiş.
Süreyya Operası’nın biraz ilerisinde Ahmet Haşim’in şimdilerde bir dişçi muayenehanesi olan evini görüyoruz. Bu evde hafta sonları, dönemin ünlü entelektüellerini ağırlayıp, partiler düzenlediğini hatta daima sürtüştüğü isimleri de rehberimizden öğreniyoruz.
Nazım Hikmet Evi: Mühürdar Mah. Dumlupınar Sok. No: 22
Cemal Süreya Evi: Cemal Süreya Sok. No: 27 Başak Apartmanı
Süreyya Operası: Osmanağa Mah. General Asım Gündüz Cad. (Bahariye) No:29
Birkaç kilise ve tarihi bina ziyaretimizden sonra, Yeldeğirmeni Mahallesi’ne geliyoruz. Bütün yolların ve yokuşların denize çıktığı, yamaca sıralanmış eski apartmanların olduğu ve kendine has güzellikte kiliseleri, okulları, bahçeleri, dükkanlarıyla özünü olabildiğince korumuş olan bir semtteyiz. Yeldeğirmeni’nin yenilenen yüzü, ardı ardına açılan mekanları, yabancı çalışanların yoğun bir şekilde bu semte yerleşmesi ve her yıl düzenlenen mural-art festivali gibi önemli etkinliklere ev sahipliği yapması dışında çok önemli bir diğer özelliği de var. Bu semt, 20.Yüzyıl’da İstanbul’un ilk apartmanlarının inşa edildiği yer. Bu apartmanların birçoğunun günümüze kadar gelmiş olması insanı sevindiriyor. 20. Yüzyılın başında, Haydarpaşa demiryolu projesiyle beraber, İstanbul’a yaşamaya ve çalışmaya gelen yabancılar (özellikle Alman, İtalyan ve Fransız mühendisler), semtte ilk apartmanları da oluşturmaya başlamış. Ayrıca 1700’lerde I. Abdülhamit’in yaptırdığı 4 yel değirmeninden ismini alan semtte, değirmenin taşlarını görmek mümkün.
İstanbul’un ilk apartmanı özelliğini taşıyan, 1909’da inşa edilen İtalyan Apartmanı(Valpreda Apartmanı) ve hemen bitişiğindeki Kehribarcı Apartmanı’nın art nouveau izleri taşıyor. İtalyan işçilerinin kalması için yapılan apartman Yeldeğirmeni’nin şüphesiz en güzel yapılarından biri. Levi Kehribarcı tarafından yaptırıldığı bilinen Kehribarcı Apartmanı’nın da önünde, bir süre büyülenmiş gözlerle detayları inceledikten sonra hafif bir yağmurla beraber bu semtin sokaklarını gezmeye devam ediyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.