Her yıl Aralık ayının ilk Cumartesi günü rakıseverler tarafından Dünya Rakı Günü olarak kutlanır.
Kutlarsınız, kutlamazsınız bilemem. Ama en azından içmeyen arkadaşım olmasın. Rakı candır.
Bugün 20 Aralık Cumartesi:
Dünya Rakı Günü kutlu olsun
Rakıyı halen içen,
Rakıyı adam gibi içen,
Rakıyı önceleri iyi içen dostlarımıza,
Daha birlikte çok rakı içeceğimiz günler olması dileği ile
Aralık ayinin üçüncü Cumartesi günü 'Dünya Rakı Günü' olarak
kutlanır.
Rakıseverler birbirlerine hediye verir.
Gidip de başkalarına 'Dünya Rakı Günü diye bir şey mi var?' diye sormayın,
çok ayıplarlar.
Balığı bol, mevsimi soğuk, geceleri uzun ve
harflerinden 'rakı' yazılabilen yegane ay olan Aralık ayının üçüncü Cumartesisi Dünya Rakı Günü olarak kutlanır.
Bir kayda rastlanmamakla beraber Bekri Mustafa'nın da Aralık ayının üçüncü Cumartesi gecesi doğduğu rivayet edilir..
Bu özel gün aynı zamanda yılbaşının şenlikli bir provasıdır.
Dünya Rakı Günü, Türkiye ve Dünya sathına yayılmış, tüm
rakı severler tarafından 2006'dan beri coşkuyla kutlanır :)
Yıllar sonra tarihler böyle yazdığında,
'Ben ilk günden beri kutluyorum' deme sans ınız olsun :)
'Rakının da muhabbeti olur mu?' diyenler çıkabilir.
O meyhanelerde gördüğünüz rakı masaları aslında muhabbet, sohbet masasıdır,
Bektaşi der ki :
Rakı ağızdan değil, kulaktan içilir.
Biz ona içki değil, dem deriz!'
Rakının kitabini yazan Deniz Gürsoy, rakının nasıl içileceğini
değil 'Rakının nasıl içilmeyeceğini' yazmıştır. (Oğlak Yayıncılık)
Oturursun masaya, garson bir şişe rakı getirir, mezeleri sıralar,
kadehini doldurur, içersin!
Hayır, rakı öyle içilmez...
Rakının nasıl içileceğini, ya da nasıl içilmeyeceğini bilelim.
Rakı güneş batmadan içilmez.
Rakı yalnız başına içilmez,
duvara bakılarak içilmez,
rakı keyif için içilir,
dertlenmek için içilmez,
rakı sohbet için içilir.
Rakı, sakadan, nükteden, işletmeden anlamayan bayır turplarıyla içilmez.
Rakı gürültüyle içilmez.
Rakı çabuk içilmez, içip masadan kalkılmaz.
Rakı sofrasında fazla yemek yenmez, mezelerle yetinilir.
Rakı sofrasında sigara küllüğüne zeytin çekirdeği, sıkılmış limon kabuğu
konmaz,
Rakı kadehine önce rakı, sonra su, daha sonra da buz konur;
bu sırayı bozarsanız, anason kadehin üzerine çıkar, rakının hem tadı hem
keyfi kaçar.
Rakının ana mezeleri dışında, ekstra mezeleri de vardır,
bir de 'göz mezesi' vardır ki....Tahmin ettiğiniz değil, bakin o nedir? :
Yahya Kemal, her aksam sofrasını 'kuş sütü eksik' kurdurur,
ama çoğuna el bile sürmezmiş...
Lakin sürsün, sürmesin hepsi hesaba yazıldığı için şef garson,
şaire, şimdiki deyimle 'kıyak yapmış', sofraya kırmızı turp koymamış...
Yahya Kemal gelmiş, oturmuş masaya söyle bakmış garsonu çağırmış:
'Nerede kırmızı turp?'
'Efendim dikkat ettim yemiyorsunuz da...'
'Ben sofraya konan her şeyi yemek zorunda değilim, onların bazıları benim göz mezemdir!' demiş..
Rakı için çok şey söylenir, yazılır, ama Necip Mirkelamoğlu' nun
'Rakınamesi' de unutulur gibi değildir;
'Nükte, cinas anlayan;
Ahengi bezme uyan;
İçip zırvalamayan;
İşte onadır rakı.'
Erkan Acarol'un 'Rakı Adabı' adlı yazısı şöyle:
Kökü hemen hemen kımıza dayanan. Birlikte Anadolu"ya gelen sütten vaz geçilip, üzüm suyu ile yapılan, Yunanlılar her ne kadar sahip çıksalar da vatanı ülkemiz olduğunu dünyanın tescil ettiği ulusal ve Milli bir içkimizdir rakı.
Türk mutfağında, yeme içme kültürümüzün içinde çok önemli bir yerdedir. İstanbul"un fethiyle, yerini şaraba uzun müddet verse de, sonradan yine layık olduğu noktaya ulaşmıştır.
Ben de hafızamda kalan en güzel adı, Fahrettin Kerim"dir.
Çok küçük yaşlarda tadarak değil görerek tanıştım. Masalardaki sohbeti çocuk yaşımda beynime nakşettim. Rahmetli amcam ile Galatasaray"daki Lefter"in Meyhanesi"nde gözlerimi açtım. Bir duble rakı altı çeşit meze ile sunulurdu. Sunum tabakları, ölçü olarak bir buçuk çay tabağına tekabül eden minyatür porselen kayık tabağı idi. İçinde bir sigara, iki muska olmak üzere üç adet börek konurdu. İki zeytinyağlı dolma, iki kaşık patlıcan salatası vardı.
Çiroz ise muhteşem görünürdü. Kavun, beyaz peynir ve son olarak da mekanın as solisti pilaki gelirdi. Bunlar bir duble için fazla mezelerdi. Şayet iş iki ve üç dubleye çıkarsa. İşte o zaman benim gibi mantarlar türer, kalan mezeleri yerdi. İkinci ve üçüncü dubleler de kesinlikle aynı mezeler gelmezdi. Arnavut ciğeri, turşu, lakerda, haydari, fava, patlıcan biber kızartması, cacık gibi mezeler sıralanırdı. Bunların yerine ikinci dublede et sote veya balık sizin tercihinizdi. Mekanın müdavimi olarak ürünleri bilir tanırdınız... Sevdiklerinizi tekrarda isterdiniz. İş üçe sarkarsa meyve ile final olurdu
Hattizatında gittiğinizde Hal, hatır sorulduktan etrafla selamlaştıktan sonra meyhaneci koca barba içinizi okurcasına siz söylemeden yavaş yavaş hazır ederdi masanızı.
Şairin dediği gibi ; Haydi Abbas vakit tamam. Akşam diyordun.. İşte oldu akşam.
Biliniz ki, fazla içseniz veyahut sizde her hangi bir sorun varsa meyhaneci sizi kollar fazla içirmezdi. Vermezdi.. Haydi bre yeter diyebilirdi. Ben bunları duydum.. Engellerdi. Bugünkü gibi soymak düşünceleri yoktu. Bir nokta da güvenli bir korunaktı.
Daha sonraları Despina, Tanaş, Madam Zambeta, Andon ve akla gelmeyen diğerleri daha sonraları tanıdığım meyhaneler olmuştu. Bunların içinde Pangaltı"da Odun Restoran ve şefi Halim, unutulmaz bir de kedisi Çeçilya.
Sonra büyüdükçe Tophane sıra meyhaneleri, Karaköy"deki koltuk meyhaneleri ve diğerleri.
İşte buralarda başladı benim işret adabım, gelişen içki kültürüm. En önemli şey masaya oturduğun gibi kalkmalısın. Ne kadar içersen iç. Ayarını sen tutturacaksın bu birinci kaide idi. Rakının en büyük gizemi içinde saklı idi. Bunu ben yemeğin bir gün sonraki helmesine benzetirim.
İçene leziz bir tat, seyredene büyük haz verirdi. Yanında taşıdığın eşte gurur duyardı. İşte böyle bir keyifti içmek.
Hele Cumartesi akşamlarının sazlı mekanları, enfesti... Eskiden içki içilen müzikli yerlere saz denilirdi. Haftada bir gün alışkanlık yapmıştı. İsrafa kaçıp her gece gidenlere bir şey demek üzerimize vazife değildi.
Anlatırlar, dinlerdik. İşte rakı böyle şekillenir, uzayda yerini alırdı. Evde içilen rakının en büyük mezesi ise sohbetti. İhtilaller yapılır, yeni hükümetler kurulurdu. Lig başlamadan şampiyon şerefine kadehler havada uçardı. Daha neler neler.
Kapıdan geçen laternacılar evinde radyosu pikabı olmayanın canlı canlı müziği idi. Benim için en güzeli Silivri tepsi yoğurdu satan yoğurtçulardan alınan tepsi yoğurdu ve yapılan cacık. Yaz gecelerinin vazgeçilmezi...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.