Hep derim ya ,kötü yönetiliyoruz diye. Nereye baksanız,nereye el atsanız bu kötü yönetimin izlerine rastlıyorsunuz. Sebebi gayet basit.. İşi ehline vermiyor, bilgili ve donanımlı bürokratlar yerine, siyasi iktidara yakın kişilerle çalışıyoruz.
Türkiyeyi kemiren,zaman zaman milli çıkarlarımıza da zarar veren bu yanlışlığı bir kere daha belirttikten sonra,hem denizcilerimizi ve hem de turizmimizi zora sokan bir sorumsuz ve lakayt uygulamadan bahsetmek istiyorum.Meseleleri basit ve pratik kararlarla çözmek yerine,çözümü kaf dağının arkasında aramak gibi bir salgın hastalığımız vardır.Ticari denizciliğimiz de,işte bu hastalığın pençesinde aylardır kıvranıp duruyor.Meseleyi detaylarıyla değil,kolay anlaşılsın diye daha hafif tariflerle anlatayım.
Bizim yurtdışına çalışan gemilerimizin başı çok sıkı belaya girer.Hayli eksikleri olduğu için limanlarda alıkonulur,evraklarını tamamlamadan da hareketlerine izin verilmez.Böyle gemilerimizin sayısı fazlalaşınca,uluslar arası sorumlu makamlar bizi devamlı uyarırlar ve ticari beyaz bayrağı,serbestliği önleyen gri bayrağa indirmekle tehdit ederler.Gerçi haksız bir tehdit değildir bu,çünkü her yıl çok sayıda gemimiz ve yatımız uluslararası kuralları çiğner, komşu ülkelerin kabotaj haklarını çaktırmadan ihlal eder,yakalanınca da cezasını ödemek zorunda kalırlar.Gri bayrak işi bir ülkenin deniz ticareti açısından çok kötü bir cezadır. Vergi indirimlerinden yararlanma hakkı kaybolur,liman ücretlerini çok daha pahalıya öder,özetle ikinci hatta üçüncü sınıf işlemlere maruz kalır.Bu durumda olan gemilerimiz Ulaştırma Bakanlığınca bilinir ve izlenir.
Ben işin deniz turizmi,1500 civarındaki ticari yatın ve Yunanistan’a günübirlik gidip gelen feribotların düşürüldüğü zorluğa değinmek istiyorum.Önce feribotlardan bahsedeyim,gemi ve teknelerin klas sertifikalarını düzenleyen Uluslar arası sorumlu makam (İMO), eski teknelerin yenilenmesini ,en azından denizin tehlikelerine karşı dayanıklılık gücünün arttırılmasını ve kalitelerinin yükseltilmesini istiyor.Bu normal bir talep gibi görünebilir.Ancak bir-iki saatlik yolculuklara çıkan teknelere öyle büyük mali yükler getiriyor ki,kimse bunun altından kolay kalkamaz.Bizden istenenler, Yunan adalarında çalışan eski,hatta bizden daha da köhne tekneler için de isteniyor ama, komşumuz çözümü hemen bulup problemi hallediyor.Türkiye tüm teknelerin uluslarası onay ve seyir izni için 6 ülkenin Loyd’unu tanıyor.Türk,İtalyan,Japon,Güney Kore,Fransa ve İngiltere gibi..Oysa Yunan makamları dünyanın tüm ülkelerindeki Loydd’ları ve onların izin ve onaylarını kabul ediyor.Öyle olunca,Yunan’lılar adı bile duyulmamış Afrika ülkelerinden işlerini halledip,meseleyi çözüyorlar.Yeni sezon için acentalarla anlaşmalarını yapıyor hatta bitiriyorlar bile..
Şimdi bize bakalım…Türkiye hala bu işi halledebilmiş değil.Bizim Ulaştırma Bakanı aylar önce Atina’ya gitti ve sorunu sadece feribotlar için değil,ticari yatlar için de konuştu,görüştü ve sonuçta Türkiye’ye dönüp,problemin halledileceğini söyledi.Oysa halen halledilmiş birşey yok ve denizciler kara kara düşünüp duruyorlar.18 Ocak’tan bu yana iki Feribotumuz hariç,üst düzey kaliteden yoksun olanları Bodrum,Marmaris,Datça,Çeşme,Kaş gibi turizm merkezlerimizden çıkıp, Yunan adalarına gidemiyorlar.Ticari yatlara ise biz Türkiye olarak yasak koyduk ve kabotaj haklarını çok sık ihlal ettiği için Yunan adasında tutuklanan bir teknemiz nedeniyle,bizim diğer 1500 civarındaki ticari yatlarımıza çıkış yasağı getirdik.. Yunanistan’dan rövanşı alacağız ya,biz de teknelerimizi oraya göndermez,onları büyük bir döviz gelirinden mahrum ederiz diye aklımızca bir ceza verdik.Oysa cezayı Yunan’lılara değil,kendimize kesmiş olduk.Evet Yunan adalarına bizden hayli turist gidiyor ve bir miktar para bırakıyordu ama,bu onların dişinin kovuğuna bile gitmiyordu.Çünkü Yunan adaları,bizim turizmimizin gerilemesinin meyvalarını fazlasıyla toplamış ve Avrupa’dan yağan turistler yüzünden son yılların rekor gelirlerini elde etmişti.
Şimdi 1500 yat sahibi,12-15 arasında feribot şirketi,onlarca acenta,yüzlerce kaptan ve binlerce gemici ve miço kara kara düşünüyorlar.Teknelerin rezervasyonunu yapamıyorlar,hiçbirşey belli olmadığı için bekleşip duruyorlar.Dertlerini de kimselere anlatamıyorlar,doğru dürüst bir muhatap bulamıyorlar.Şimdi işin daha ilgincini anlatayım.
Bodrum’lu meslek kuruluşları bu konuda bir basın toplantısı düzenliyorlar ama,cılız seslerini ulusal basına duyuramıyorlar.Bunun üzerine Belediye,Ticaret Odası,Deniz Ticaret Odası, Denizciler Derneği filan müşterek bir karar alıyorlar ve protesto için tüm teknelere siyah bayrak çekilmesini kararlaştırıyorlar.Vayy senmisim bu kararı alan,problemi çözmesi gereken resmi makamlar protestoyu durdurmak ve uygulatmamak için kolları sıvıyorlar.Bodrum Liman Reisliği aylarca boştu ve vekaleten yönetiliyordu.Oraya bir gecede Marmaris Liman Reisini tayin ettiler ve denizcilere baskıyı başlattılar.Bizim çaresiz denizcilerimiz de protestodan vazgeçmek zorunda kaldılar.
Şimdi olacak işler mi bunlar?Böyle havadan işlerle uğraşacaklarına,kafalarını meseleyi çözecek formüllere çalıştırsalar ya..Bizim gazeteci Fatih Çekirge,Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarlığına bir denizcinin,tecrübeli bir kaptanın getirildiğini söylemiş ve kendisini çok methetmişti.O kadar methedilen bir bürokrat,bu kadar basit bir meseleye çözüm bulamıyor mu?Yunanlılar ne yapmışsa,aynısını yapsın yeter.Tüm ülkelerin Loydd’larını deniz turizmi tekneleri için geçerli saysın,olsun bitsin.Bu kadar basit bu mesele.Ayrıca kendisi gelemese bile,yetkili görevlileri Bodrum’a,Marmaris’e,Çeşme’ye,Kaş’a gönderip,sektör temsilcilerinin,tekne sahip ve personellerinin gönüllerini alsa,sorun kolayca çözülmüş,tortuları temizlenmiş olur.Ama dedim ya,deneyim ve donanım çok başka şeyler. Beceri sahibi idarecilik de bu başka şeylerin içine giriyor ve bizde de böylelerinin sayıları çok az.
İnşallah Ulaştırma Bakanlığı ihmal ve hatalarını fark eder de,ağlamaklı halde bekleşen denizcilerimizin problemlerini hemen çözer.