Yolculuğa çıkarken kötü valiz seçerseniz başınıza gelmeyen kalmaz. Bn ben yaşadım ve aksilikler arka arkaya geldi.
Londra yolculuğuna çıkarken, Brighton’da yaşayan oğlum “Çok eşya alma. Buruda benimkilerden kullanırsın. Hem burada bana olmayan sana uygun giyecekler var. Onları veririm” demişti.
Bende iki pantalon, iki kazak, iç çamaşır ve ihtiyacım olan malzemeyi aldım. Gerisinde oğluma götürdüğüm hediyeler vardı. Bilgisayarım, cep telefonum ve fotoğraf ile ilgili malzemeler sırt çantamdaydı.
Uçak içi valizimi bırakıp biraç büyük valiz alınca bakın başıma neler geldi.
YOLA ÇIKTIM
Uzun süredir kullanmayıp balkona attığım iki uçak içi valiz büyüklüğündeki yumaşak bavulu aldım. İki tekerleği vardı ve hafifti. Fazla bagaj ücreti yazdırmazdı ve iki tekerleği vardı. Eşyaları, hediyeleri içine özenle yerleştirdim.
Anadolujet uçağının biletini ucuz yakalayıp aylar önceden almıştım.
Sabah 10.40’ta Sabiha Gökçen’den kalkacak uçak için 7.30’da uyandım.
Eksik var mı diye valizimi bir kez daha kontrol ettim. 08.00’de metroya binmek üzere evden çıktım.
BAVULUN AZİZLİĞİ
İngiltere’de hava 12-13 derece İstanbul’da 23 derece… İçime kazak, üzerime montumu giydim. Giymez olaydım. Daha 50 metrede kanter içinde kaldım. ‘Olsun metro serin olur’ diye düşündüm. Metroya doğru iki sokak geçince benim bavulun tekerleği uçtu. Sapı yerinden çıkmaya başladı. Daha iki adımda bavul elimden gidiyordu. ‘Gider miyim’ diye düşünürken, bavumu değiştirmek için geri eve dönmeye karar verdim.
Saat 08.30’a geliyordu. Uçağa geç kalacaktım. Bavulu kucakladım ve üzerimdeki ağır kıyafetlerle terden sırılsıklam halde eve geldim.
Yorgunluktan bitmiştim. Alel acele daha önce ağır diye beğenmediğim bavulu diğer buldum. Eşyaları yerleştirmek ne kelime adeta içine döktüm ve kapağı kapattım. Terden sırılsıklam olan kazağı bavula attım, bir tişört giydim ve yeniden yola koyuldum.
METRODA NEFES ALDIM
Zamanla yarışıyordum. Gideceğim yer her zaman gittiğimi Ankara, İzmir olsa çoktan vazgeçerdim. Ama İngiltere’ye gidiyordum ve aylar önceden planlamamı yapmıştım. Pahremi öncesinden beri gitmediğimi oğlumun yanına Bryton’a gidecek ve sonra Londra WTM Turizm Fuarı’na katılacaktım. Adete koşarak metroya bindim. Yolda önüme kim çıksa içim içimi yiyor, onun önüne geçmek istiyordum. Ama derdimi anlamazlardı. Bir de tartışma çıkarabilirlerdi. 09.00’a beş kala kendimi metroya attım. Birisi kalkınca yerine oturdum, biraz nefes aldım.
Ama yetişememe korkusu içimi sarmıştı. Çünkü yurtdışı uçuşlarda muamele fazlaydı. Zamanın oyalanmaya tahammülü yoktu.
Havalimanında metrodan indim. Koşarak güvenliğe gittim. Allah’tan orada oyalanmadım. Zaman kazanmak için gidiş katına asansörle çıktım.
BANKODA ÇİFTE GÜVENLİK
Tabelada Anadolujet bankosunun H-J olduğu yazıyordu. Kalabalığı yararak H bankosuna gittim.
Bir görevli otomatik makinelerden bilet almama yardım etti ve “İngiltere J bankolarında” dedi. Gittim kuyruğa girdim ve bilet check-in önüne gelince nefes aldım.
Ancak görevli “Güvenlikten gectiniz mi?” diye sordu. “Geçtim ya… Bir de salona geçerken geçeceğim” dedim. “O değil, şurası” diyerek biraz önce girdiğim kuyruğun yan tarafından yüksek bir banko önünde duran iki genci gösterdi. “Peki” diyerek, onların yanına gittim ve pasaportumu verdim.
“Bu ne güvenliği“ diye sordum. “Pasaport kontrolü” dediler.
“Check-in de olmuyor mu? Bir süredir kuyruktaydım. Burası hakkında kimse bilgi vermedi. Ayrıca siz kuyruktan ayrı bir yerdesiniz. Kuyruğun başladığı yerde olmanız gerekmez mi?” dedim.
Gençler “Bizi buraya koydular” dediler. Pasaportumun arkasına “TAV Securites” pulu yapıştırdıklarını gördüm.
BAGAJ İÇİN ÖDEME YAPTIM
Sonra check-in bankosuna gittim. Nazik bir görevli benim sadece uçak içi bagajı taşama bileti aldığımı söyledi. Ayrı önce aldığım bilette böyle bir uyarı yoktu. Binem baga ücreti ödemem gerektiğini söyledi.
Artık ipin ucu kaçmıştı. Ödeyecektim. “Ne kadar?” dedim. “1600 TL” dedi. Kartımı verdim. Bilgisayarda uğraştı. “Bu kartı kabul etmiyor” dedi. Başka kart verdim. O da çekmeyince “Bizim sistem bozulmuş” diyerek, daha ilerde Anadolujet ödemesi alan gişelere yönlendirdi. Pasaportumu ve biletimi bırakarak vezneye gittim, ödememi yaptım. Oradaki sistem çalışıyordu.
Daha sonra yurtdışı çıkış harcı makinelerine 150 TL vererek tabiri caizse “enayi parasını” ödedim. Her zaman bu pulu alırken dünyada her halde kendi kendine vize uygulayan tek ülke Türkiye’dir diye düşünüyorum.
E-PASAPORT KUYRUĞU
Sonra pasaport kontrolü yapılan bölgeye geldiğimde daha da şaşırdım. Türk vatandaşlarına ait E-pasaport yazan bölümün kuyruğu salona taşmış tuvaletlerin olduğu bölüme doğru uzayıp gidiyordu.
Herkes birbirine “e-pasaport ne demek?”, “Türk pasaportuyla nereden geçilir?” diye sorup duruyordu. Çaresiz kuyruğu arkasına geçtim ve sabırla beklemeye başladım. Kuyruk çok ağır yürüyordu. Bense uçağı kaçırdığımı düşünüyordum. Kuyruğa karışan bazı yabancı ülke vatandaşları yüzünden kuyruk duruyordu. Ortalıkla insanları yönlendirecek hiçbir görevli yoktu. Herkes gördüğü kuyruğa takılıyordu.
Neden sonra kuyruk yürüdü ve bir görevliye pasaportu uzattım. “E-pasaport nedir?” diye sordu. “Sizinki gibi barkodlu yeni pasaport” dedi. Bunu dü erenmiş oldum. Ama sonra gene sıkışıktı. Herkes 20 kışının arkasına dizilmiş, yandaki kuyrulara doğru dağılmıyordu.
Burada da düzeni sağlayacak bir görevli yoktu. Yani olmayacak yerde kontrol vardı, işi hızlandıracak yerde görevli yoktu.
Benim uyarımla kuyruktakiler diğer kuyruklara dağıldılar.
Elektronik sistem vardı. Bunu daha önce Londra Heathrow Havalimanında görmeştim. Pasaportu okutup geçiyordunuz.
Burada ise işler biraz karışıktı.
Pasaportun barkod bölümünü ilgili bölümü sokup okutunca bir kapı açılıyor ve bir hücreye giriyorsunuz. Orada bulunan parmak izi cihazına 4 parmağınızı okutuyorsunuz, aynı zamanda ekrana bakıyorsunuz yüzünüzü tanıyor ve diğer kapıyı açıyor.
O sırada bir görevlinin olduğunu farkettim “İçerde ki çıkmadan pasaportunuzu okutmayın” diye geride olanlara uyarı yapıyordu.
HARÇ PULU KONTROL BANKOSU
Pasaport kontrolü yok sanıyordum. Ama varmış.
Oradan çıktım. Bankodaki polise pasaportu ve harç pulumu verdim. Pulu aldı yırttı pasaporta bile bakmadı. “Tamam” dedi. Onun grevinin 150 TL’li harç pulu kontrolü olduğunu anladım. Yani “Enayi bankosu” görevlisiydi.
Sonra güvenlik kuyruğuna girdim.
Bir anda benim bineceğim uçak için son çağrı anonsunu duydum. Bir sürü karışıklıkta uçağı unutmuştum. Önümdeki kişilerden izin isteyip, öne geçtim. Laptopu ayrı, çantayı ayrı ve beni terleten montu ayrı kutu ile bantın üzerine koydum.
Güvenlik kapısından geçip beklemeye başladım. Bir anda bant durdu.
Oradaki görevli çantamı eline almış beni arıyordu.
“Ne oldu?” diye sordum.
Bana “Cihaz okuyamadı. Çantanızı sallasam bir şey olur mu?” diye soruyordu. Bütün aksilikler beni buluyordu. Yanına gittim ve “İstediğin kadar salla. Zaten uçak kaçıyor” dedim.
TABELA BENİ YANILTTI
Bitti sanıyorsunuz. Hayır! Aksilikler geldi mi, arka arkaya gelir. Evden bu yana devam eden aksilikler zincirine yenileri ekleniyordu.
Bekleme salonunu bildiren tabelaya baktım. 307A yazıyor. Yakındaydı gittim. Oradaki tabelayı okudum. Benim uçak için biniş kapısı 12.30’da bildirilecek yazıyordu.
“Benimle ne alakası var” diye düşünürken benim uçak için “Son çağrı ve 507A kapısına gidin” anonsunu duydum. Tabela başka, anons başka telden çalıyordu. 507A’yı ararken temizlikçi bir kadın “Yerdeki yolu izle” dedi.
Yerde 507A’ya giden yolun şeridi vardı. Hızla giderken çağrı anonslarını duydukça telaşım artıyordu. 300 ile 500 arasında çok mesafe vardı. Benim gibi koşanlar vardı. Artık su içinde kalmıştım.
Bazı yürüyen merdivenlerden inip kalabalığı yararak biniş kapısına geldiğimde yorgunluktan bacaklarım titriyordu.
ARABIN ÇULLUSU VE ÇULSUZU
Orada da pasaport görevlisi vardı. Pasaporta baktı, yüzüme baktı “Sen Özkan mısın?” diye garip bir şekilde sordu. Artık cevap verecek halim kalmamıştı. Kafamı salladım ve geçtim. Apron otobüsüne binmeden biletimi uzatıp son kontrdü yaptırdım. Yorgun halde otobüse kendimi attım.
Otobüsün içi araplarla doluydu. “Arabın çullusu Avrupa’ya gitti, çulsuzu bize geldi” diye düşündüm. Uçağın önünde otobüsten indim ve uçak içinde raflara valizlerini yerleştirmeye çalışanlarını “valiz savaşını” bitirmelerini bekledim. Açık hava iyi gelmişti. Neden sonra uçağa binenler azalınca bende uçağa bindim.
Yerim ikinci sırada cam kenarı idi. Üç saat uyurum diye düşünüyordum.
UÇAK BOZULDU
Ama nerde? Dedim ya aksilikler günü beni bulmuştu.
Kapılar kapandı. Anonslar yapıldı. Telefonlar uçak moduna alınsın dendi. Ama bir sessizlik….
Kaptan İngilizce olarak “Uçakta bir teknik arıza var. Giderilinceye kadar bekleyeceğiz. Yerinizde oturmanızı rica ederiz” dedi.
Haydaaaa… Pencereden baktım. Uçağın ön kapısına merdiven dayandı. Kapılan açıldı ve beklemeye başladık. Teknik ekip kokpite girip çıkıyor, kaptan dışarı çıkıyor. Bir şeyler yapılıyor. Bizler merakla izliyor ve bekliyoruz.
Böyle bir durumda insan uyur mu? Uykum kaçtı. Bu işler bir saate yakın sürdü.
Bu arada uçağın içinde bazı kişilerin endişeli konuşmaları geliyor. Yakınlarını telefonla arayanların seslerini duyuyorum.
İngiltere’de beni bekleyen oğluma durumu anlattım. “Kontrol etmemişler demek ki…” dedi.
SONUNDA SAĞ SALIM VARDIK
Uçağın çevresinde dolaşan teknik ekibi izlerken hostes ön kapıyı kapattı. Kapıya dayanan merdiven çekildi. Uçağın motorları çalışmaya başladı. Kaptan bir süre motorları ısıttı ve sonra pist başına doğru yürüdü. Pistin kenarında takside bekleyen uçakların kuyruğuna takıldık. Sıra bize gelince uçak piste girdi. Kaptan gaza bastı ve 35 saniyede uçak yerden tekerlek kesti. İngiltere’ye doğru hareket saatimiz 12.15 idi.
Bir anda oğluma kavuşacağım düşüncesi yaşadığım bütün sıkıntıları unutturdu.
Arkama yaslandım, hostesin ikramına kadar uyumuşum. Stansted’e iniyoruz anonsu ile uyandım.
Allahtan bir aksilik olmadı ve sağ salim indik.
Oğluma kavuşup sarıldığımda mutluluktan tüm yaşadıklarımı unuttum.