• BIST 9412.54
  • Altın 2845.243
  • Dolar 34.4195
  • Euro 36.333
  • İstanbul 12 °C
  • Ankara 12 °C
  • Antalya 21 °C

1700 yıllık ana tanrıça “Kybele” Türkiye yolunda

1700 yıllık ana tanrıça “Kybele” Türkiye yolunda
Kaçak yollarla götürüldüğü İsrail’de satılarak Amerika’ya götürülen “Kybele” on binlerce kilometre yolculuğunun ardından Türkiye’ye dönüyor.

İSTANBUL- Tarih öncesi dönemlerde bolluğun, bereketin sembolü ve koruyucusu olduğuna inanılan ana tanrıça “Kybele Heykeli” yaklaşık 60 yıl sonra doğduğu topraklara kavuşacak.

Türkiye’den kaçak yollarla İsrail’e götürülerek satılan “Kybele” on binlerce kilometre yolculuğunun ardından ana vatanına Amerika’dan ulaşacak.

Kültür ve Turizm Bakanlığının büyük uğraşları sonucu, bir müzayede evinde satılmak istenen bin 700 yıllık “Kybele Heykeli” Türk Hava Yolları tarafından ücretsiz taşınarak 12 Aralık’ta Türkiye’de olacak.

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un tanıtımını 13 Aralık’ta yapacağı heykel İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenecek.

Bir adak heykeli olan “Kybele” daha sonra Afyonkarahisar’a yeni yapılacak müzeye taşınacak.

kybele.jpgUzun Yolculuğun Hikâyesi

Türkiye’den 1970’li yıllarda İsrail’e kaçırılan “Kybele Heykeli” uzmanlarca milattan sonra 3’üncü yüzyıla tarihlendiriliyor.

Yapılan incelemeler neticesinde, söz konusu heykelin tipolojik özelliği, kullanılan mermerin cinsi, işçiliği ve yazıtından edinilen bilgiler ışığında kuvvetle Anadolu kökenli olduğu anlaşılıyor.

Bir müzayede evinde satılmak üzere İsrail’den Amerika’ya ulaştırılan eserin iadesi sürecinde Bakanlığın ısrarlı takibi ile eser sahibinin son aşamadaki uzlaşmacı yaklaşımı önemli bir rol oynuyor.

Uzun yolculuk hikâyesinin ayrıntıları ise şöyle:

Türkiye’den kaçak yollarla İsrail’e ulaşan Roma Dönemi eseri olan “Kybele” burada bir İsrail vatandaşı tarafından satın alınıyor.

Yurt dışına çıkarmak üzere 2016 yılında İsrail makamlarına başvuruda bulunan eseri elinde bulunduran kişi heykelin Anadolu kökenli olduğunu beyan ediyor.

İsrail makamlarının eser fotoğraflarını Türkiye’ye iletmesi üzerine ise hemen takibe başlanıyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı eser Amerika’ya ulaşmak üzereyken Anadolu kökenli olduğunu bildiriyor.

Ancak eser sahibinin heykeli bir müzayede evi aracılığıyla satmak istemesi üzerine Bakanlık ABD makamlarından bu satışın durdurulmasını talep ediyor.

Eseri elinde bulunduran kişi bu takibin ardından kendi malı olduğunu beyan ettiği heykele iyi niyetli bir alıcı olarak sahip olduğunu belirterek Amerika’da bir dava başvurusunda bulunuyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Türkiye’nin New York Başkonsolosluğu “Kybele”nin iadesi konusundaki karşı iddialarını mahkemeye taşıyor.

Bir yandan da eserin ülkemize ait olduğunu ispatlamaya yönelik çalışmalar devam ediyor. Bu çalışmalar da yine Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığının Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlıklarının katkılarıyla gerçekleştiriliyor.

Heykelin, 1964 yılında Afyonkarahisar’da yapılan bir yol çalışmasında bulunmuş olan ve ilin müzesinde sergilenen “Kovalık Eserleri”ne tipolojik benzerliğinin İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü uzmanlarınca bilimsel raporla vurgulanması üzerine, kolluk kuvvetleri koordinasyonunda, Afyonkarahisar Müzesi Müdürlüğünce eserlerin çıkmış olduğu düşünülen bölgede 1960-1970’li yıllarda yaşamakta olan kişilerin bilgisine başvuruluyor.

Bu kişiler, kültür varlığı kaçakçılığı yaptığı adli kayıtlardan da bilinen bir şahsın 1960’lı yıllarda bölgede bulunduğunu ve köylerinde kaçak kazı yapan bir kişiden kültür varlığı satın aldığını ifade ediyor.

Ayrıca, ifadesine başvurulan kişilerden birinin heykeli fotoğrafını görmeden tarif edebilmesi ve kaçırılan “Kybele Heykeli”ni diğer benzer heykel fotoğraflar arasından seçebilmesi eserin Türkiye’de bulunduğunun destekleyici bir kanıtını oluşturuyor.

Söz konusu heykelin ortaya çıkarıldığı yıllarda Afyonkarahisar Müzesi Müdürü olarak görev yapmış olan merhum Hasan Tahsin Uçankuş’un ailesi onun kişisel arşivini Bakanlık uzmanlarına açıyor.

Hasan Tahsin Bey’in arşivinde yapılan incelemelerde bir takım belgeler bulan uzmanlar, Afyonkarahisar’da meydana gelen tarihi eser kaçakçılığı olayının o dönem Konya’da ikamet eden bir kişi ile ilişkili olabileceğini sonucuna ulaşıyor.

Bu kişinin de Afyonkarahisar'daki tanık ifadesinde adı geçen kişiyle aynı kişi olması tanık ifadesinin tutarlılığını arttırıyor.

Konya’daki şahsın evine 1960’lı yıllarda yapılan baskına ilişkin bilgiye ulaşmak bu kişinin Afyonkarahisar’dan benzer eserleri yurt dışına kaçırmak üzere bulundurmuş olduğunu gösteriyor.

Konya Müzesi Müdürlüğünce bulunan savcılık belgeleri ise Afyonkarahisar’da anılan bölgede kaçakçılık eylemlerinin olduğunu ortaya koyuyor ve benzer eserlerin yasa dışı edinimi hususunda da ek deliller sağlıyor.

Bilimsel kanıtlar ve eserin ortaya çıkarıldığı yıllarda bölgede yaşayan görgü tanıklarının ifadeleri ile Afyonkarahisar’daki kaçakçılık olaylarına ilişkin belgeler “Kybele Heykeli”nin Türkiye’ye ait olduğunu doğruluyor.

Türkiye’nin hızlı ve titiz takibi sonucunda Amerika’da dava görülmeye başlamadan eser sahibi “Kyble Heykeli”ni uzlaşmacı bir tavır göstererek Türkiye’ye iade etmeyi kabul ediyor.

Kybele Heykeli Hakkında

Kybele, prehistorik dönemlerden itibaren Akdeniz Havzası’nda özellikle Anadolu’da bereket ve bolluğun sembolü ve koruyucusu Anatanrıça olarak tapınım görür.

Kybele’nin iki yanındaki aslanlar ana tanrıçanın doğa ve hayvanlar üzerindeki hâkimiyetini gösterir.

Antik dönem sosyal ve dini yaşamında kişilerin olmuş ya da olmasını diledikleri istekleriyle ilgili ya da inandıkları tanrısal varlığı onurlandırmak üzere tanrı ya da tanrıçalara adak sunmaları yaygın bir gelenektir.

Tanrıyı onurlandırmak üzere tapınaklar ya da kutsal alanlara sunulan materyaller ‘adak objesi’ olarak değerlendirilir.

Kişinin sosyal ve ekonomik statüsüne göre adak objeleri basit bir taş parçasından gösterişli bir heykele kadar çok çeşitlilik gösterir.

Yazıtında da yer aldığı üzere Sideropolisli Asklepiades’ın Oniki Tanrı Ana’ya sunduğu bu Kybele Heykeli bir adak heykelidir.

Heykelin kaidesinde bulunan yazıt bölümünde “Hermeios’un oğlu Sideropolis’li Asklepiades adağı Oniki Tanrı Ana’ya dikti” ifadesi yer almaktadır.

KYBELE NEDIR? KIBELE KIMDIR?

Kybele (Kibele): Frig (Phrygia) ana tanrıçasıdır, toprak ve bereketi sembolize eder. Ulu ana, olarak dağlık yerlerde tapkı görür, kayadan kendisini doğurduğuna inanılır.

Yunanca'da Megale Meter, Latince'da Magna Mater olarak tanımlanmıştır. Girit'li tanrıça Rhea ile bir tutulurdu.

Kybele toprak bereketi tanrıçasıydı. Kültü, Küçükasya'dan bütün dünyaya yayılmıştır.

Gılgamış Destanında tanrıların yaşadığı Sedir Ormanı’nın muhafızı olduğu belirtilen aslan yüzlü dev yaratığın Kibele inancının en eski versiyonu olduğu tahmin edilmektedir. Asurca'da Humbaba, Babilce'de Huwawa olarak adlandırılmıştır. Hurrice ve Hititçe'de Kupapa olarak geçer. Yunanca ve Arapça'da Kibele'ye evrildiği varsayılmaktadır.

Kybele, aslanlar ve rahipleri olan Korybant'lar ile dolaşır; coşkun rakslar, ziller, borular, flütler, teflerle kutlanırdı.

Attis kültü de Kybele'ye bağlanır.

Kybele'nin adlarından biri de Berekynthia'dır.

2. Kybele: Anadolu kökenli ana tanrıça. Anadolu’daki ana tanrıça kültü Neolitik Döneme dek uzanır. Bu kültü MÖ 8. yüzyılda benimseyen Frigler Geç Hitit Döneminde (MÖ 1180-700) Anadolu’daki krallıklann ana tanrıçası olan Kubaba’dan esinlenerek kendi tanrıçalarına Kybele dediler. En önemli özelliği evrensel analığı ve bereketi simgelemesiydi. Aynı zamanda vahşi doğanın da hakimidir. Tasvirlerinde iki yanında aslanlar bulunur. En önemli kült merkezi Ankara’nın güneybatısında, Dindymos Dağı (Murat Dağı) eteklerindeki Pessinus’taydı. Frigler Kybele’yi o kadar benimsediler ki, aslında çok eski olan Kybele bir Frig tanrıçası olarak tanınır oldu. Frig Krallığı yıkılıp (MÖ 696) bu bölgede Lidya egemenliği kurulduktan sonra da tanrıça ulusal karakterini korudu. MÖ 5. yüzyılda Yunanistan’da biliniyordu. MÖ 204’de Hannibal İtalya’yı istila edince Romalılar ana tanrıçanın Roma’ya getirilmesi durumunda düşma¬nın yenilebileceği yolunda Sibyl kâhininin verdiği kehanete uyarak, gökyüzünden indiği söylenen siyah taşı Pessinus’tan kentlerine taşıdılar. Kybele tapımı Roma’dan Galya’ya ve Afrika’ya kadar yayılmış, yaygınlığını MS 4. yüzyıla değin korumuştur. Tapımı özellikle tarımla uğraşan yerleşik toplumlarda ve kadınlar arasında yaygındı. Her yıl bahar başlangıcında (15 mart), efsane¬deki sevgilisi Attis ile buluşmasını kutlamak adına festivali düzenlenirdi.

3. Kybele (Ana Tanrıça İnancı olarak): Tarih öncesinin kadim çağlarından tek tanrılı dinlerin hakim olduğu dönemlere kadar uzanan ve Akdeniz yöresini kapladıktan sonra, bir yandan kuzey ülkelerine, öte yandan Asya'nın içlerine dek yayılan, birçok ulus, uygarlık ve kültürlerde değişik adlarla anılıp hep aynı prototipe indirgenebilen Ana Tanrıça dininin kaynağı Anadolu olduğu tahmin edilmektedir. Ancak ana Tanrıça kültü bir hayli dal budak salmıştır ki araştırmaları bir tek ilgi merkezinde toplamak, elde edilen verilerle bulguları bir açıdan inceleyip değerlendirmek hayli zordur.

Ana Tanrıça dinini aydınlatmak bugün arkeoloji, tarih, din tarihi, mitoloji ve sanatla yazın tarihinin katışık görevi olmalıdır. Bütün bu kolların çabası bir araya geldikten sonradır ki, Ana Tanrıça'yı gereğince, gerçeklere uygun olarak tanıyabileceğiz ve anlayabileceğiz. Son yıllarda konuyu en çok aydınlatan bilim dalı arkeoloji olmuştur.

Çatalhöyük ve Hacılar'da yapılan kazılar Ana Tanrıça figürünün İ.Ö. 6500-700 yıllarına kadar uzandığını ortaya koymuştur. Sümer'den de önceki bir kültür çağını yansıtan bu tarihler Ana Tanrıça'nın Anadolu'nun yerlisi olduğunu açığa vurmaktadır. İşin en tuhaf ve düşündürücü yönü de Ana Tanrıça yontularıyla bir sırada Çalalhöyük'te bulunan çizgi motiflerinin Anadolu'nun geleneksel halk sanatlarını, örneğin bugün bile yaşayan kilim motiflerini yansıtmasıdır.

Yontuların heykel, figürin ve idol biçiminde olanlarına gelince, bunlar yazın kaynaklarındaki Ana Tanrıça tanımlarına tıpatıp uymakta, çok sonraları tarihsel çağlarda anlatılan efsanelerini bile dile getirmektedir.

Oturmuş durumda, kalın kalçalı, göbekli, dolgun memeli bir tanrıça, kollarında çok daha ufak boyda bir erkek figürü taşımakta; bu figür göğsüne yapışmış, üstüne tırmanmış gibidir. Bu erkek, Tanrıçanın hem çocuğu, hem sevgilisidir, ilerde efsanesi anlatılacak Attis'in ta kendisidir. Oturmuş, ya da doğurmak pozunda olan tanrıça ise iki yanındaki iki aslana dayanmaktadır.

Tıpkı çok sonraki heykellerinde görüleceği gibi, "potnia theron" yani hayvanların kraliçesi, doğa üstüne sonsuz egemenliğinin bir simgesi olarak aslanı yanından ayırmamaktadır. Kalın kalça, meme, karın altının bir üçgen biçiminde belirtilmesi gibi motifler analığı ve dişiliği simgelemek bakımından Kybele'den Artemis'e kadar büyük ana tanrıça imgelerinde bulunmak tadır. Bir de arkeolojinin daha değinmediği, toprak üstünde oldukları için belki hiç değinmeyeceği Kybele anıtları vardır ki, ilkçağda Phrygia diye tanınan bölgede yaygın bir alana dağılmış kır tapınaklarıdır.

Eskişehir'le Afyon arasında ulaşımı zor bir yöredeki bu anıtlardan en çok tanınanı Yazılıkaya diye anılan Midas anıtıdır. Çoğu ormanlarda, yeşillik arasında bir kayaya yaslanmış olarak, ya da düzlükte birkaç basamak üstüne kurulmuş olan bu anıtlar birer cepheden ibarettir. Üçgen biçiminde bir çatı, altında bir taş duvar, duvarın içinde de çokluk bir niş oyulmuştur ve nişlerin kimisinde ayakta bir tanrıça heykeli görülmektedir. Tapınakların bazılarında tanrıça heykelinin iki yanında ön bacaklarını tanrıçaya dayamış iki aslan vardır, tanrıçanın da, aslanların da seks yerleri zamanla aşınmıştır. Buraya Ana Tanrıçaya tapınmaya gelen duacıların Kybele'nin simgelediği bereket ve doğurganlıktan pay almak için seks yerlerine dokunup onları aşındırdıkları bellidir. Ev biçimindeki bu basit tapınaklar Phrygia'da Kybele dininin kentler dışına da taştığını, bütün doğayaı yayıldığını gösterir. Bu cephe tapınaklarında dikkati çeken bir nokta bunların Lykia'daki kaya mezarlarına çok benzemeleridir. İstanbul Üniversitesi Film Merkezince çevrilmiş olan bir belgesel filmden tanıdığımız bu Kybele anıtlarının arkeoloji buluntularıyla ve başka bölgelerde rastlanan buluntularla karşılaştırılıp değerlendirilmesi Ana Tanrıça dinini aydınlatmaya yarayabilir. Sözü geçen filmin asıl değeri de Ana Tanrıçayı Çatalhöyük'ten Roma çağına kadar her çeşit anıt ve imgeleriyle ortaya sermekle kalmayıp, Anadolu halk törelerinde bu inançtan kalma iz ve etkileri de ortaya koymaya çalışmasıdır: Phrygia ırmağı Sangarios'un kaynağında; suya çiçek ve özellikle menekşe atmakla kutlanan Attis, yani bahar şenliklerinden bugün de bir şeyler kalmıştır. Kybele'nin tapım merkezlerinden olan Manisa'daki Mesir bayramı ve bu bahar bayramında camiden aşağıya halka bereket ve doğurganlık sağlayan macunların atılması Anadolu'nun yerlisi olan bir inancın süregelmesi olabilir. Yukarda sözünü ettiğimiz bilim kollarında işbirliği ve daha derine giden kıyaslamak araştırmalar bu alanda çok yararlı olabilir. Yazılı kaynaklarımıza gelince, Kybele gerek şiir, gerek düzyazıyla en çok sözü edilen tanrıçalardan biridir. Bu alanda bilgilerimiz Yunan yazarlarından çok, Roma yazarlarından gelmedir.

1) ADLARI VE SIFATLARI: Hiçbir mitolojide hiçbir tanrı Ana Tanrıca kadar çeşitli adlarda adlandırılmamıştır. Bu ad ve sıfat çokluğu Ana Tanrıçanın kaynağı Anadolu'da olmak üzere uluslarüstü bir nitelik kazandığını kanıtlamaya yeter. Kültepe tabletlerinde adına Kubaba olarak rastlanır, Lydia'da adı Kybebe, Phrygia'da Kybele olarak geçer, Hitit kaynaklarında Hepat diye adlandırılır. Komana Pontika (Tokat bölgesinde Gümenek) ve Kayseri yöresindeki Komana Kappadokika (Kemer) kentlerinde adı çok eski bir Anadolu adı olan Mâ'dır. Sümer'de Marienna, Hitit'te Arinna, Mısır'da İsis, Syria'da Lat, Girit'te Rhea, Efes'te Artemis, italya'da Nemi gölü bölgesinde Venüs, Ana Tanrıçanın aldırı değişik adlardır. Ayrıca bazı yer adlarından üreme sıfatlara Yunanca meter, Latince mater sözcüğü eklenerek tanrıçanın bölgesel niteliği de dile gelmektedir: Sipylene Sipylos (Manisa) dağının, İdaia Girit'teki İda ve Troya'ya hâkim Kazdağının, Berekyntia Sakarya kıyısındaki eski bir kalenin, Steunene Aizani (Çavdarhisar) yöresindeki Steunos (Kesikmagara) mağarasının tanrıçası olduğunu belirtir; bu sıfatlar arasında en yaygın olan da Dindymene adıdır ki Dindymos dağının tanrıçası anlamına gelir. Anadolu'da ise Dindymos adını taşıyan üç dağ vardır, biri Phrygia' daki Murat dağı, öbürü Mysia-Phrygia sınırındaki Kapıdağ, üçüncüsü de tanrıçanın en önemli merkezi olan Pessinus'a yakın Günyüzü dağıdır. Pessinus da eski adı Justinianopolis olan Sivrihisar'ın biraz güneyinde, Gordium'un güneybatısındaki Balhisar'dır.

Ana Tanrıçanın Pessinus'tan da daha eski bir tapım merkezi Komana şehridir, ya da şehirleridir. Tarih kaynaklarından burada tapınılan tanrıçanın şimşek, topuz ve çift ağızlı baltayla simgelenen bir savaş ve zafer tanrıçası olduğu anlaşılır, Yunanlılar bu tanrıçayı savaş tanrı Ares'in çevresindeki Enyo ile, Romalılarsa Bellona ile bir tutmuşlardır. Bu niteliğiyle Ana Tanrıça'nın kültüyle Karadeniz bölgesinde merkezlenen Amazonlarla ilişkisi olduğu sonucuna varılır ki, anaerkil bir toplumun ürünü olan savaşçı Amazonları efsanelerin hepsi ister Artemis, ister başka adlarla anılan Ana Tanrıçanın hizmetinde, ya da onunla ilişkili olarak gösterir (Amazonlar, Artemis).

2) NİTELİĞİ VE EFSANESİ: Bütün bu isim ve sıfatlardan anlaşıldığı gibi, tanrıça doğayı bütün canlılığı, verimliliğiyle simgeleyen evrensel bir nitelik taşımaktadır. Toprak ve bereketin kaynağında olmaktan başka, her türlü uygarlığın da etkeni olarak daha sonraki dönemlerde, Efes Artemis'inde görülen kuleli taçları başında taşımakla bir de meter turrita ya da turrigera (Lat. kuleli ya da kule taşıyan ana demektir) olur. Romalıların Magna Mater (Büyük Ana) diye andıkları tanrıça analık vasfını da yalnız insan alanında değil, doğal ve evrensel bir ilke olarak canlandırır. Aslında bir tek efsanesi vardır, bu efsanede hem tanrıçada analık kavramının nasıl anlaşıldığı dile gelmekte, hem de tapımının biçimi saptanmaktadır: Tanrıça Attis (ya da Attes) adlı bir delikanlıya tutkundur (Agdistis), onu Pessinus kralının (kimi kaynaklarda kral Midas'ın) kızıyla evlenmek üzereyken düğün yerinde birden karşısına dikilerek çıldırtır ve kendi kendini hadım etmesini sağlar. Attis kendi kestiği hayalarından akan kanla toprağı sular, bitkilerin fışkırmasına yol açar ve bir çam ağacına dönüşür. Toprak-bereket efsanelerinin hepsinde, özellikle Adonis mythos'unda (Adonis) görülen bu ölme-dirilme motifi, Kybele kültünde birtakım vecit, kendinden geçme ve esrime hallerine kanşmakta ve Ana Tanrıça tapımının özünde olan bir çeşit kurban töreniyle gerçekleşmektedir. Attis erkekliğini keserek kendini nasıl tanrıçaya kurban ettiyse, Kybele'nin başrahibi de kanlı bir törenle kendi eliyle kendini hadım etmek zorundaydı. Attis efsanesinde simgelendigi gibi, akan kan ve yitirilen erkeklik gücü daha evrensel bir nitelik kazanarak bereket ve canlılığın daha geniş bir alana, yani bütün doğaya geçmesini sağlamaktadır. Gizemli cümbüşler, şenlikler arasında yapılan bu eylem gene Anadolu'ya özgü ve bazı tarikatlarda bugün başka biçimde de olsa yaşayan bir törenin ilk örneğidir.

3) TAPINIMI VE TARİHİ: Yazılı kaynaklar bize Kybele'nin Pessinus'taki tapımı üstüne ayrıntılı bilgi verir. Tanrıçaya orada bir idol biçiminde tapını lirdi. Bu idol bir "diopetes" yani gökten düştüğü ileri sürülen bir meteorit, bir kara taştı. Pessinus'taki tapınağı siyasal güçlerden büsbütün bağımsız bir din merkezi olarak yönetilirdi. Bu dinsel yönetimin başında iki başrahip bulunur, bunların biri Attis adını taşır, Megabyzos adıyla anılan ikincisi dışardan gelme olması şart koşulan bir yabancıydı. Bu iki kral-rahibin Attis efsanesinde anlatıldığı gibi erkekliklerini tanrıçaya adamış olması gerekiyordu. Galloi diye anılan öbür rahiplerin de vecit halinde hadım edilmeleri töredendi. Phrygia'da yerli bir kült olduğu bütün kaynaklardan belli olan bu rahip devleti ozekligini bögeye gelip yerleşen bütün yönetimlere karşı korumuştur. Gerek Komana'da, gerekse Pessinus'taki tapım merkezleri Hititlerin Anadolu'da kurdukları egemenlik döneminde büyük Hitit kralıyla iyi ilişkiler kurmuş, rahip krallar büyük kralın siyasal yönetimini tanımakla birlikte onun din merkezlerine karışmasına hiçbir zaman izin vermemişimin Phrygia dışardan gelme ulusların iki kez saldırısına uğramıştır, biri İ. Ö. 1200 yıllarında Friklerin, ikincisi İ. Ö. 686 (ya da 676) sularında Kimmerlerin bölgeye yayılmasıdır. Her iki saldırıda da Ana Tanrıçanın tapım merkezi uluslarüstü niteliğini koruyarak bağımsızlığını ve din devleti olarak etkisini sürdürmek yolunu buluyor. Aynı süreç Efes'teki Artemision'da da görülür, İonyalı kolonistler din merkezine dokunmak şöyle dursun, burada egemen olan tanrıçayı benimseyip tapımını sürdürürler.

Friglerle tanrıçanın kaynaşması dikkati çeken bir süreçtir: Ana Tanrıça kültünün yerli olup Phrygia bölgesini ele geçiren ve yöreye adını veren ulustan çok daha eski olduğu bütün kanıtlardan anlaşıldığı halde, tanrıça bu yeni siyasal gücü ve etnik topluluğu öylesine etkilemiş ki, tarihe Kybele bir Phrygia tanrıçası olarak geçmişti. Phrygia krallarından Midas'ın da, Marsyas'ın da Ana Tanrıça ile yakın ilişkileri tarihe geçmiştir. Midas tanrıçanın oğlu olmakla, Pessinus'taki tapınağını kurmakla övünüldü.

Kimmerler de Phrygia devletini yıkar, ama Ana Tanrıça kültünü ortadan kaldıramazlar. Tersine bu tapım daha çok Lydia yöresine kaydıktan sonra, Metragyrtoi diye anılan dilenci rahipler Akdeniz çevresine yayılır ve birer misyoner gibi davranarak Ana Tanrıçanın mistik ve gizemli dinini dört bir yana tanıtırlar. Öyle ki Ana Tanrıça kültü Phrygialılardan çok eski olduğu halde, bu dini benimseyen bütün ülkeler onu bir Phrygia tanrıçası olarak tanırlar. Nitekim Yunan ve Roma çağında Kybele kültü bütün töreleriyle Phrygia uygarlığına özgü bir belirti sayılır.

Klasik çağlarda Yunanistan'ın ve Anadolu'nun dört bir yanına dağılan Phrygia köleleri ve dilenci rahipleri hor görüldüğü oranda gizemli bir din ve kültünün temsilcileri olmakla saygı ve gıpta ile karşılanırlar, çünkü Phrygia evrensel bir dinin merkezi olduğu kadar Yunanlılara yön veren bir sanatın, müziğin ve bir de yaşam biçiminin, kılık kıyafetin kurucusu, öncüsüdür. Phrygia uygarlığı Ege kıyılarını kapladıktan sonra, Phokaialılarla Fransa'ya kadar da yayılır, Marsilya'yı kuran göçmenlerin yeni yurtlarına taşıdıktan törelerin arasında bugüne dek Fransa cumhuriyetinin benimsediği Phrygia başlığı da yok mudur? Phrygialı olmak kültür bakımından yetkin, üstün olmak anlamına gelir ve bu Roma imparatorluğu çağına kadar süregelecektir. İlyada'da Kybele'nin adı hiç geçmediği halde, Phrygialılardan söz edilir: Bunlar Troya savaşında Troyalılara yardıma gelir (İl. II, 862):

Askanios yönetir Phrygia'lıları, uzak Askania 'dan gelmişlerdir

Askania Limne hem Gemlik, hem de Burdur gölünün adıdır. Uzak Askania dendiğine göre bu savaşçıların geldiği yöre Burdur bölgesi olsa gerek. Ana Tanrıça üstüne en zengin buluntuları sağlayan Hacılar da Burdur'a yakın değil midir? Phrygialılardan kral Priamos kendisi de söz eder, Helene'ye anlatır (İl. Ill, 184 vd.):

Eskiden bağlık, bahçelik Phrygia'ya gitmiştim, atları dörtnal giden bir sürü Phrygia'lı görmüştüm... Orduları yayılmıştı Sakarya 'nm kıyılarına. Amazonlar gelmişti hani, erkek gibi, işte o Sün, aralarına savaş ortağı almışlardı beni...

Phrygia'nın bir Amazon saldırısına uğraması, Priamos'un da Phrygialıların yardımına koşması anlamlı, ama İlyada'dan sonraki metinlerde Troyalıların Phrygialı diye anılması büsbütün ilginç ve dikkat çekici bir yöndür.

Bir kültür taşıyıcısı olarak Phrygialıların Troyalıları da simgelemek için kullanılmaları ne zaman ve nasıl başlar? Herhalde şairler, özellikle tragedya yazarları şiir dilinde bu iki ulus adını karıştırmışlardır, ama bu olay sonradan çok önemli sonuçlar doğurmuş, Roma'nın Aineas'ı kurucu ata olarak benimsemesiyle Phrygia uygarlığını da kültürünün kaynağı saymış, Ana Tanrıçanın da bu kültür göçüyle birlikte Roma'ya alınmasını sağlamıştır.

Magna Mater'in Roma'ya nakli din tarihinde eşine rastlanmayan bir olaydır. Ondan önce Atina Ana Tanrıçayı çağırmış, kültünü sınırları içine almakla geçirdiği bir bunalıma care bulunacağına inanmıştır: Peloponez savaşı denilen iki büyük Yunan şehrinin, Atina ile Sparta'nın amansız ve sonsuz savaşında Atina'lılar Phrygia'nın Ana Tanrıçasını getirterek şehirlerinde ona büyük bir tapınak kurmuşlar, onu Demeter'le birleştirip bir devlet tanrıçası olarak benimsemişlerdir. O sıralarda Delphoi tanrısı Apollon'un rahipleri bu olayı desteklemiş olacak: Tanrının kâhinleri, Sibylla'lar Anadolu'dan gelmeydi, iki tanrı ve iki din arasında bağlantılar tarih öncesi çağlara dek uzanmaktaydı (Sibylla). Gene Sibylla kitaplarının önerisiyle Ana Tanrıça'nın Roma'ya getirilişi derin siyasal sonuçlar doğurmuştur. İ. Ö. 204 yılında Pessinus'taki meteortaşı törenle Roma'ya aktarılmış ve Palatinus tepesine tapınağı kurulan Magna Mater'in şerefine Megalensia denilen bayramlar kutlanmaya başlamıştır. Bu olay da kritik bir döneme rastlar: Roma Afrika seferlerine çıkmak üzeredir, imparatorluğu kurmaya yol açacak yayılma politikası yürürlüğe girmektedir. O sırada Roma'da bir taş yağmuru olur, halk heyecana kapılır, yeni ve daha köklü inançlara özlem duyulmaktadır.

Magna Mater bu gereksinmeyi karşılamış olacak ki, yeni dini kutlamakta şairler ağız birliği ederler. Yeni efsaneler doğar: Ana Tanrıça taşını Tiber'den yukarı taşıyan gemi birden karaya oturur, o sırada Ana Tanrıçanın sesi duyulur: Temiz, afif ellerle şehre alınmasını ister, derken Claudia Quinta adlı bir kız ortaya çıkar ve tanrıçaya yakarır, kirletildiği, kız oğlan kız olmadığı ileri sürülmektedir, tanrıça afifligini kanıtlamak için gemisinin kendi eliyle çekilmesine izin versin. Gerçekten de öyle olur, Claudia halatları eline alır ve gemiyi Tiber'den yukarı Roma şehrine kadar çeker. Kybele'nin Phrygia'dan gelme tef, zil ve davul gibi çalgılarla, coşkun danslarla kutlanan törenleri, rahiplerinin hadım oluşu, Attis efsanesinin bu törenlerde ve gizemlerde yinelenmesi Roma şairlerini öylesine etkilemiş, esinlendirmistir ki, Kybele-Attis efsanesini konu edindikleri şiirlerinde tanrıçanın Galli adlı rahiplerine atıfla "galliambus" diye coşkun bir vezin de uydururlar. Ama Ana Tanrıça sanat yönünde çığır açmakla kalmaz, Anadolu'nun kapılarını açmıştır, yalnız uygarlık ve kültür merkezi sayılan Anadolu'nun değil, bütün doğu Akdeniz çevresinin. Roma ile Anadolu arasında kültür köprüsü kurulmuştur, birkaç yıl sonra Romalı komutan Manlius, Sipylos eteğindeki Magnesia'da (Manisa) Syria kralı III. Antlokhos'u yenip Orta Anadolu'ya ordusuyla ayak basınca Romalıları Pessinus tapınağının rahipleri coşkun sevinç gösterileriyle karşılar. Bundan sonradır ki Roma Bergama krallığını miras yoluyla elde eder ve Anadolu'ya egemenliğini kurmakla bölgede çığır açıcı bir dönemin başlamasını sağlar. Denebilir ki Romalılara doğunun kapılarını açan Anadolu'nun yerlisi ve simgesi olan Ana Tanrıçadır. Onunla ilişki kurup Batı ile Doğu arasında köprü atmak ve kültürünün yoksun olduğu bir temeli kültür beşiği Anadolu'da arayıp bulmak Roma'nın siyasal dehasına bir örnektir. Başta Augustus olmak üzere imparatorların hepsi hiç tükenmeyen bir özü gelip Anadolu'dan almışlardır. Eşsiz bir uygarlık ve kültür temeline oturtmayı başardıkları kültürleri böylece hem italya'da, hem Anadolu'da geliştikçe gelişmiştir. Bunun simgesi de binlerce yıl öncesi gibi Roma'nın egemenlik çağında da gene aynı tanrıça, hangi adla anılırsa anılsın, Anadolu'nun büyük Ana Tanrıçasıdır.

Bu haber toplam 32716 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2005 Türkiye Turizm | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.